11 Ekim 2007

Öğretme’nin Yolculuğu

2007-08-23/19:04:00

Hem Konyalı hem de eğitimci olarak, özellikle şu iki sıfata uygun yazarlarımızdan eser üreten, eğitim serüvenine katkıda bulunan tanıdıklarıma burada yer veriyor, bundan mutlu oluyorum. Daha önce, “Öğrenmeyi Öğret Bana” kitabı şimdi 7. baskısına ulaşan yazar Ersal Özkan ve onun yeni bir bakış açısı kurgulayan bu çalışmasını söz konusu etmiştim. İkinci kitabı “Öğretme’nin Yolculuğu” geçtiğimiz günlerde çıktı. Yazarın, yeni çalışmalarının yolda olduğunu biliyorum.

Kitabın sunuş yazısı, eser sahibinin yazdığı, yazacağı ve yazmak istediklerini bir arada topluyor neredeyse. Eğitim öğretime yaklaşım tarzını, insana değer vermeyi elden bırakmayan öngörüsünü, kalıplaşıp hantallaşmış uygulamalara yaklaşımını gözler önüne seriyor. Söz gelimi bir yerde, “bu eser, hayatın anlam ve gayesini bilen, hangi insanı nasıl ve niçin yetiştirdiğini bilen öğretmenlerindir” diyerek, onlara atfedilmiş gibi duran kitap, bir başka yerde, “kişisel gelişim, şiddet, pasta tariflerinin sıkça verildiği günümüzde, penceremden gördüğüm insan tariflerini yazmaya çalıştım” ifadesiyle kitabın bütününde anlatmak isteneni ortaya koyuyor.

Yazar; yaşayan, iz bırakan öğretmen ve öğreten diğer modelleri, kitabına lirik bir üslupla taşımış. Bu kitaba, öğretmen hikayeleri de denebilirdi belki. Anlaşılan o ki, öğretme pozisyonunda olanların, karşısındaki kitlelere uyguladıkları “iz bırakıcı”, “işe yarar” ve çok zaman geçse de yeni öğrenme medodlarını önceden fark etmiş çabaları sebebiyle, “Öğretme’nin Yolculuğu” adını almış. Kitabın sözünü ettiği kişilerin tamamı öğretmen değil. Hayatın içinden, diğer mesleklerden, yeni bir fedakarlığı yeni bir yük bilmeyen, fark yaratmış modeller de var. Hayat öyküleri, şiirler ve deneme tarzında yazıları bir araya getiren kitabın metodik olarak “hangi tür”e girdiği konusunda ben, her ne kadar “didaktik” kelimesi şiire ait bilinse de öyle demeyi tercih ettim. Esasen bunu yazarına sormak lazım.

Muhtevası, dili ve mesajı itibarıyla yerini bulduğunu düşündüğüm eserin okuyucu tarafından beğenileceğini düşünüyorum. Akademik lisan, genel okuyucuya umumiyetle hitap etmez. Sıkıcıdır, sistematiği, kuralları, önerileri vardır ve iddialı olmak gibi özellikler taşır. Bu sebeple herkesin kitap hakkında aynı sonuca ulaşması, benzer sonuçlara gitmesi mümkün olmaz. Meraklısı ve ilgilisi dışında herkes aynı seviyede onun muhatabı bulunmaz. Hayat öyküleri okumak, onlarca sayfada anlatılan bir öğretme metodu önerisinin yerini tutamaz. Yunus Emre’nin, “İlim kendini bilmektir” sözünü, türlü yerlerden deliller de getirerek ciltlerle anlatırsınız. Fakat o, hakikatin söz ustası olarak üç kelimeyi yan yana dizerek görevini tamamlar. Kitabın, hayattan örneklerle sıkıcı olmayan bir söyleyiş tarzı olduğuna işaret ediyorum.

Aslında çevremizde ümmi bile olsalar “doğru öğretme”yi aklen yahut vehbî yollarla bilen, yahut tecrübenin hataların bütünü olduğunu kendine has yöntemlerle idrak etmiş insanlar mevcut. Onları “anlamak” lazım. Öğretme işi sadece eğitimcilere ait bir olgu da değil. Okul çağına kadar ailede yaşanan yığınla süreçler mevzubahistir. Bence “öğretme”yi sorun edinmiş kalem erbabının okul dışında öğretme süreçlerini dert edinmesi de lazım.
Yazarın dile getirdiği;
Sıradan öğretmen anlatır;
İyi öğretmen gösterir;
Başarılı öğretmen, uygular ve yaptırır;
Büyük öğretmen ise esin kaynağı olur…
sözlerinde geçen öğretmen kelimesini, “ebeveyn” şeklinde değiştirdiğimizde, çocuklarının doğru insan olması hakkında problemi olan insanlara ciddi bir sorumluluk getirmiş oluruz. Öyle de olmalı.

Bu yazı samimiyetle kaleme alınmış bir kitabın tanıtımı olduğundan, sadece görsel eleştirisini yapacağım. Konular arasına yerleştirilmiş şiirlerin dikkat dağıttığını söyleyebilir, yahut ne işi olduğunu sorabilir, daha iyi bir baskı yapılamaz mıydı diyebilir, fotoğrafların neden yıllar öncesinden çıkıp gelmiş gibi soluk durduğunu merak edebilir, üç takriz yazısına neden gerek duyulduğunu öğrenmek isteyebilirim. Yazara çalışmalarında başarılar dilerim.

0 yorum: