Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

24 Aralık 2017

İslam Dışı Dinlerde ve Toplumlarda Hac






İslam Dışı Dinlerde ve Toplumlarda Hac
Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK 
(Bu yazı Mahalle Mektebi Dergisi'nin 38. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir)

Hac kelimesi İbrânîce’de hag şeklindedir; “bayram” anlamına gelen bu kelime “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” mânasındaki hvg kökünden türemiştir. Hac veya hag çok eski bir Sâmî tabir olup İbrânîce’den başka Ârâmîce’de ve Sâbiî dilinde de bulunmaktadır. Kelimenin asıl anlamının “bir şeyin etrafında dönme, dolaşma ve halka oyunu” olduğu, daha sonra bayram manasını kazandığı belirtilmektedir. Dinlerde kutsal kabul edilen yerlerin aslında mekân olma açısından diğer yerlerden farkı yoktur. Ancak burada ulûhiyyetin tecellisi, inançla ilgili bir olayın vukuu veya buranın dinî bir şahsiyetle bağlantısı mekânı diğer yerlerden farklı kılmakta, kutsallaştırmaktadır. Böyle bir mekânın esrarengiz oluşu ve korkutucu vasfı da bir kutsallık unsurudur. Kutsal mekân insan tarafından seçilmiş değil keşfedilmiştir.[1] Dini antropolojinin temel meselelerinden biri olarak kabul edilen hac, dinlerde farklı isimlerle ifade edilmesine rağmen, keyfiyet olarak bir benzerlik arz etmektedir. Hac, global bir kutsallaştırma faaliyeti olarak tanımlanmakta ve temelinde uluhiyyetin herhangi bir yerde tecellisi inancı yatmaktadır.[2]
Tarih boyunca bütün dinlerin kutsal mekânları olmuştur. Bu mekânlardan bazılarının kimi dinlerin başlangıcından itibaren hac ibadetinin merkezi oldukları bazılarının da bu özelliği tarihsel süreç içinde kazandıkları görülmektedir.
Hititlerde
Hititler genel olarak M.Ö. 1800- M.Ö. 700 yılları arasında Anadolu’da yaşamış bir kavimdir. Hititlerde kral, başrahip sıfatıyla her yıl kış mevsiminde krallığın büyük ibadet merkezlerini ziyaret ederdi. Bu ziyaret esnasında hem güzergâh hem de ifa edilecek merasimler ayrıntılı olarak düzenlenirdi.[3] Hac, Hattuša ve çevresinde birbirine yakın kült merkezlerini içine alan Hatti çekirdek bölgesinde yapılırdı. Ziyaret edilen merkezler birbirine en fazla bir günlük uzaklıkta yaklaşık 20-25 kilometrelik mesafelerdedir. Bu geziler sırasında kralın bizzat hac merkezlerini dolaşması “kralın vücuda gelmesi” ve tüm Hatti Ülkesi’nin kutsanması anlamına gelmekteydi. Kral ve tüm devlet erkânının hazır bulunduğu bu ziyaretler kolektif bir olaydır. Bayramın genel akışı rutin bir çerçevede yürütülürken panteondaki farklı tanrı ve tanrıçalar için farklı kült seremonileri de mevcuttur. Genel olarak geziler, doğudan batıya doğru bir yön seyreder. Bayramın genel akışı rutin bir çerçevede yürütülürken panteondaki farklı tanrı ve tanrıçalar için farklı kült seremonileri de mevcuttur.[4]
Eski Çin’de
Eski Çin’de bilinen ilk hac merkezleri T’ai-shan, Hua-shan, Hêng-shan, Non-yu-shan ve Sung-shan adlarını taşıyan beş dağdı. Hem Taoistler hem de Budistler bu dağların üzerinde tapınaklar inşa ettiler; buralar zamanla oldukça önemli hac merkezleri oldu. Bunların yanında Budizm yeni büyük hac merkezleri oluşturdu. Bu yerler Buda ve Bodhisatvalar’a vakfedilen P’u-t’o-shan, Chiu-hua-shan, Wu-t’ai-shan ve O-mei-shan gibi manastır ve mabetlerdi. Bunların en önemlisi Kuzeydoğu Çin’de bulunan ve beş tepeyi kapsayan Wu-t’ai-shan mabedidir. Yüzyıllardan beri buraya yalnız Çin’den değil Japonya, Moğolistan, Mançurya, Orta Asya ve Hindistan’dan hacılar gelmektedir. Sonbaharda gerçekleştirilen hac sırasında kırmızı veya sarı elbise giyen hacı adayları buhur çubukları ve kâselerini taşıyarak on-on beş kişilik gruplar halinde sessizce meditasyon yaparlar, sadece bitkilerle beslenirler, uzun yolculuk esnasında tövbe ederler, hac mahallerine vardıklarında ise yıkanıp temizlenerek tapınağa girerler, evlerine dönünceye kadar ibadet ve riyazete devam ederler.[5]
Şintoizm’de
Japon inançlarına göre dağlar tanrıların yurdudur ve bundan dolayı dağ tepeleri yüzyıllardır hac yeri olmuştur. Milâttan sonra VIII. yüzyıldan itibaren de Budist ibadet mekânları olarak dağ tepeleri ziyaret edilmiştir. Japon geleneğinde hem Şinto’ya hem Budizm’e ait çeşitli hac yerleri vardır. Japonların junrei dedikleri hac, çeşitli yerlerdeki ziyaret merkezlerinin belli bir sıra ile gezilmesini ifade etmektedir. Bir diğer hac şekli ise sadece bir tek yere yapılan hacdır. Ise’deki tapınak Şintoizm’in en yüce ilâhına adanmış Şinto hac yeriydi. Japonya’daki Budist hac mekânlarının çoğu Budist keşiş ve zahitlerinin züht hayatı yaşadıkları yerlerdir.[6] Şintoizm’de Hasat mevsimi, yıl içerisindeki arınma mevsimleri olmak üzere Ise’ye yılda üç defa hac yolculuğu yapılır. Hacılar Ise’ye geldiklerinde Amaterasu’nun mabedine girmeden önce İzusu lrmağında usulüne uygun olarak Temizlik Tanrısı’na dua ederek temizlenir. Temizlikten sonra gruplar halinde mabedin önüne gelinerek başrahibin mabedin kapısını açmasıyla içeri girilir. Arkasından diğer rahipler girer, kapıdan altara kadar kırık bir çizgi halinde sıra oluşturulur. Hacılar, yanlarında getirdikleri takdimeleri elden ele vermek suretiyle altardaki masaların üzerine bırakır. Takdimeler başrahip tarafından takdis edilerek boru ve davulun müziği eşliğinde Tanrıça’ya sunulur. Böylece Şintoistler, Amaterasu’nun bulunduğu en büyük kült yeri olan Ise’deki bu yeri ziyaret ettikten sonra, Amaterasu’nun doğuşunu da izleyerek “hacı” olurlar.[7] Japonların ulusal dinleri olan Şintoizm’deki bazı uygulamalar ilginç bir şekilde Hitit inanışları ile benzerlikler göstermektedir. Benzer uygulamalar, Hinduizm ve Budizm’de de görülmektedir.[8]
Hinduizm’de
Dini açıdan önemli merkezleri ziyaret etmek Hindular arasında hem yaygın hem de önemli kabul edilen bir uygulamadır. Bu ziyaretler, dini sorumluluğu yerine getirerek sevap kazanmak, nihai kurtuluşu gerçekleştirmek, günahları affettirmek, büyüklerin hayır dualarını almak, öfkeli tanrı veya tanrıçaları teskin etmek, hastalıktan ve şanssızlıktan kurtulmak ya da mal veya toplumsal statü kazanmak gibi gayelerle gerçekleştirilir.[9] Hint yarımadasının Aryalarca istilâsı ve Hindu tapınaklarının inşası ile birlikte ziyaret edilecek yerlerin sayısı da artmıştır. Ortaçağlara doğru hac için uzak yerlere gitmek gelenek halini almıştı. Güneyde Comorin körfezi, doğuda Orissa, batıda Kathiavar ve Himalayalar azizlerin inzivâya çekildiği yerler olduğu için hac mekânlarıydı. Yıkandıktan sonra hac görevini ifa etme yanında kutsal mekânın çevresinde dönmek de (tavaf) haccın unsurlarından biriydi. Hinduizm’de Benares’i ziyaret etmek ve Ganj nehrinde yıkanmak, ölümden sonra yeniden dünyaya gelişte daha mutlu olma ümidini vermektedir.[10] Ganj nehri insanları günahlarından temizlerken Benares şehrinde ölen her canlıya tanrı Şiva’nın inayeti sayesinde kurtuluş vadedilmiştir.[11]
Budizm’de
Budizm’de de birtakım kutsal mekânlar vardır. Fakat zorunlu dini ibadetler arasında hac yoktur. Bundan dolayı Budistler için bu kutsal mekânları ziyaret etmek, isteğe bağlı nafile ibadetlerdir.[12] Bununla birlikte Budizm’de hac ziyareti, Buda’ya ait mekânlarla ondan kalanların bulunduğu yerlere yapılır. Budizm’de hacla ilgili en eski belgeler Kral Aşoka’nın fermanlarıdır. Aşoka, tahta geçişinin onuncu yılında “dharmayātrā” (doğruyu, gerçeği bulmak için yapılan yolculuk) yaparak Buda’nın aydınlanmayı elde ettiği yere yani Bodhi Gaya’ya (Bodh Gayâ, Buddh Gaya, Buddha Gaya) gittiğini söyler. Aşoka’dan günümüze kadar Bodhi Gayâ Hindistan’da Budistler’in en önemli hac yeridir. Bunun dışında hac için ziyaret edilen yerler Nepal’deki Siddhartha Gautama (Buda’nın doğum yeri Lumbini), Buda’nın ilk vaazını yaptığı Benares yakınlarında bulunan Samath’daki Geyik Parkı (Isipatana) ve Buda’nın Nirvana’ya ulaştığı yani öldüğü yer olan Utar Pradeş’teki Kuşinagara’dır.[13] Nepal Budistleri hac ibadetini yaparken Buda mabedinin etrafında yedi defa dönmekte ve dönüşlerde dua çarklarına dokunup çevirmektedirler.
Eski Mısır’da
Helenist-Roma dönemine kadar Mısır dininin her devresinde hac ibadeti mevcuttu. Belli başlı hac yerleri Deita’daki Dedu veya Busiris ile (Osiris’in evi) kedi başlı tanrıçanın tapınağının bulunduğu yine Delta’daki Bubastis idi. Herodot, Bubastis’e büyük bayrama gelenlerin sayısının yaklaşık 700.000 olduğunu söylemektedir. Bunlardan daha önemlisi, Yukarı Mısır’da Osiris’in başının bulunduğu Abdu (Abdias) idi; burada Osiris’in esrarı kutlanıyor ve bu yerin ziyaret edilmesiyle öbür dünyadaki mutluluğun elde edileceğine inanılıyordu. Daha sonra Amon vahası (şimdiki Siva) önemli bir hac yeri oldu. Ptoléméler döneminde ise Serapis kültü revaç bulmuş ve Memphis’teki ziyaretgâh önem kazanmıştı.[14] Eski Mısır’da büyük tapınakların duvarlarındaki birçok resim ve yazı ve ayrıca bu tapınakların çatılarında bulunan “hacılara ait ayak izleri” gibi bulgulardan hareketle eski Mısırlıların hac uygulamalarının mevcut olduğu kanaati ortaya çıkmaktadır. Eski Mısırlılar için yolculuk yapmak kolay bir şey değildi. Bunun için fırsat bulduklarında milli panteonun büyük bir tanrısı yanında dua ediyorlardı. Eski Mısır’da haccın varlığına dair doğruluğu kesin bilgilerden bahsetmek zordur. Çünkü buradaki hac ile ilgili bilgiler şifahi rivayetlere dayanmaktadır. Ancak Greko-romen çağdan itibaren hac uygulamasının mevcut olduğu net olarak tespit edilmiştir.[15]
Yahudilikte
Tevrat, bütün Yahudi erkeklerini yılda üç defa Kudüs’te Yahve’nin huzurunda bulunmaya mecbur ediyordu.[16] Bunlar Fısıh (Paskalya = mayasız ekmek), Şavuot (Pentekost = haftalar) ve Sukkot (çardaklar) bayramlarıydı.[17] Bu üç eski hasat bayramı İbrânîce’de “hag” adıyla anılıyor ve “hag ham-massôt, hag haq-qasîr, hag ha asîf” diye adlandırılıyordu. Yahudilik’te klasik düzenlemede hag kelimesi hacla dinî bayramı birbiriyle bağlantılı kılmaktaydı. Temel dinî bayramlar ibadet yerleriyle irtibatlı olduğundan dinî bir seyahati de ihtiva ediyordu. Esasen geleneksel hac İbrânîcede “‘aliyyah le-regel = yürüyerek çıkmak, gitmek” diye adlandırılmaktadır. Hac, Yahudilerin millet olmalarından itibaren kurumlaşmış ve erkeklerin üç bayramda Kudüs’e gitmeleri istenmiştir. Yahudilikteki hac mekânlarını üç grupta toplamak mümkündür.
1. Kudüs ve çevresinde oluşmuş, tarihî özelliğe sahip ve Kitab-ı Mukaddes’in tarihi içinde ortaya çıkan mekânlar.
2. Genelde Celîle’de bulunan, Talmud ve Kabala’da adı geçen bilgelerin mezarları.
3. Diaspora (Filistin dışında yahudilerin yaşadıkları yerler) bilgelerine ve azizlere adanan İsrail’in çeşitli bölgelerindeki merkezler.
Bâbil esareti sonrasında mâbedin yeniden inşası üzerine hac 515 yılı Fısıh bayramıyla tekrar başladı.[18] Sukkot bayramı görkemli bir şekilde kutlandı.[19] Hacla ilgili şer‘î kurallar ve bunlara uymanın önemiyle haccın takvâ yönü[20] zamanla daha çok ön plana çıktı. Milâttan sonra 70 yılında mâbedin yıkılışından sonra mâbedle ilgili hac artık yapılmadı; ancak Yahudilerin kutsal topraklara yönelik ziyaretleri devam etti. Geçmişle ilgili hâtıralar, o topraklara yeniden dönme özlemi, Yahudi büyüklerinin oralardaki kabirleri Yahudileri o bölgeye çekiyordu. Kudüs’te Süleyman Mâbedi’nden geriye kaldığına inanılan “ağlama duvarı” önemli bir ziyaret mahalli oldu. Günümüzde Yahudiler belli günlerde bu tür yerleri ziyaret eder, bu ziyaretlerin şans getireceğine, talihsizliklere iyi geleceğine inanırlar. Hac mahallerinde dua edilir, adaklar adanır, bazen da istekler kâğıda yazılıp bırakılır. Ağlama duvarı veya Süleyman Mâbedi’nin batı duvarı dışındaki ziyaret merkezlerinde azizlere yalvarılıp şefaatçi olmaları istenir.[21]
Hıristiyanlıkta
İlk Hıristiyanlar Yahudilikte olduğu gibi Kudüs’teki mabedi ziyaret ediyorlardı.[22] Bununla birlikte kilise yeni bir tapınak yapmak istiyordu. Epiphane’ın bildirdiğine göre İmparator Hadrianus 130 yılında yaptığı seyahatte Kudüs’te her şeyin yıkılmış olduğunu, sadece birkaç ev ile Hz. İsa’nın semaya urûcundan sonra Hıristiyanların toplandıkları evin yerinde küçük bir kilisenin bulunduğunu görmüştü. Bu küçük kilise daha sonra hacıların ziyaret ettikleri Sion kilisesi oldu. 216’dan itibaren genellikle o topraklarda bulunan Origène’in naklettiğine göre Beytülahm’daki İsa’nın doğduğu mağara, çarmıha gerildiği Golgotha mevkii ziyaret mahalliydi.[23] Kudüs’e yapılan haccın gelişmesinde dinî zorunluluktan ziyade Konstantin’in (I. Konstantinos) etkisi önemli bir rol oynadı. Konstantin’in Kudüs’ün çeşitli yerlerinde başlattığı kilise yapımı, birçok Hıristiyanı İsa’nın doğup yaşadığı ve çarmıha gerildiği yerleri görmeye teşvik etti. Kudüs’e yapılan haccın yanı sıra türbeleri, hatta manastırlarda yaşayan rahipleri ziyaret de bir tür hac olarak mütalaa ediliyordu. Diğer bir hac şekli de azizlerin ve şehitlerin mezarları üzerine yapılmış kiliseleri ziyaret etmekti. Hıristiyanlıkta bir kimsenin hac yapması için hayatında herhangi bir muayyen zaman yoktur. Ancak Kudüs’e gidiş genellikle geç yaşlarda gerçekleşmektedir. Kudüs’e varan kişi artık hayatında önemli bir işi yerine getirdiğini hisseder. Hz. İsa’nın ölüp dirildiği yere bakınca kendisi de Kudüs’te ölmeyi arzular. Ermenice “mahdesi” kelimesi “ölümü ve aynı zamanda Kudüs’te Paskalya bayramında yakılan kutsal ateşi gören kimse” anlamındadır ve Kudüs haccından dönen kimseye bu sıfat verilmektedir. Rus hacıları da Kudüs’e beyaz kefen götürür, Hz. İsa’nın vaftiz olduğu Ürdün nehrinde bu kefenlerine sarınarak yıkanırlar. Diğer doğu Hıristiyanları ise beyaz kefenleri Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği cuma günü onun mezarına koyarlar. Genelde gruplar halinde Kudüs’e gidip dönen hacılar, dönüşlerinde bu görevi tamamladıkları için kilisede şükran duaları yapar, Kudüs’ten getirdiklerini dağıtırlar. Avrupa’da bilinen ilk hac yerleri, azizlere ait kutsal eşya ve kalıntıları ihtiva eden mezarlardır. Bu tür ibadet XIII. yüzyıla kadar piskopos, daha sonra da papa tarafından meşru sayılmıştır. Bu kutsal mekânlar arasında, Roma’daki Petrus’un mezarı ile İspanya’da Santiago de Compostela’daki Büyük Ya‘kūb’a atfedilen mezar en çok ziyaret edilen yerlerdir. İkinci tür hac merkezleri Meryem’e atfedilen kutsal mekânlardır. XII. yüzyıldan sonra Hz. Meryem’le ilgili iki çeşit hac yeri gelişti ve günümüze kadar devam etti. Hıristiyanlığın Anadolu topraklarında da ziyaret yerleri vardır. Bu mekânlar Hıristiyanlık tarihi ve önemli şahsiyetleriyle bağlantılıdır. Pavlus’un misyonerlik gezileri esnasında dolaştığı yerler bugün bazı Hıristiyalarca ziyaret edilmektedir. Antakya bu yerlerden biridir. Pavlus, Petrus ve Barnaba burada Hıristiyanlığı yaymışlar, milâttan sonra 252-300 yılları arasında bu şehirde on kilise toplantısı yapılmış ve ilk dönemlerde Antakya kilisesi beş büyük kilise arasında yer almıştır. Diğer bir kutsal mekân da Efes’tir. Pavlus Efes’te kalarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, havari Yuhanna ise burada yaşamış ve ölünce buraya defnedilmiştir. Hz. Meryem’in de Yuhanna ile birlikte Efes’e gelerek burada yaşadığı yolunda bir kanaat vardır; ancak bu zayıf bir ihtimaldir. Efes’te bulunan ve Hz. Meryem’e nispet edilen ev günümüzde bir hac mekânıdır. Hıristiyanlar buradaki kutsal sudan içer ve dua ederler. Papa VI. Paul 1967’de, Papa II. John Paul da 1979’da burayı ziyaret etmişlerdir. Öte yandan Demre de (Antalya) Hıristiyanlarca St. Nicholas’nın (San Nicola, Aya Nikola, Noel Baba) yaşadığı ve defnedildiği yer olarak ziyaret edilmektedir. Burada IV. yüzyılda Myra (Demre) piskoposu olan St. Nicholas’ya ait bir kilise bulunmaktadır.[24]
Sih Dininde
Hindistan’da Guru Nanak’ın öğretileri doğrultusunda XV. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan senkretik karakterli ve tek tanrılı bir dindir. Sihlerin en dikkat çeken dinsel merkezi Amritsar’dır. Amritsar’da bulunan ve Altın Tapınak olarak da adlandırılan Har Mandir, bütün Sihler için en kutsal mekândır. Hac ibadetine karşı çıkılsa da bütün dünyadaki Sihler burayı ziyarete büyük önem verirler.[25] Büyük bir havuzun ortasında inşa edilen bu mabedin dört tarafında Sih dininin bütün kastlara açık olduğunu belirtmek için birer kapı bulunur. Burayı hacı olmak ya da şifa bulmak amacıyla ziyaret edenlerin sayısı oldukça fazladır.[26]


[1] Ömer Faruk Harman, “Hac”, ”DİA, c. 14, s. 382
[2] Ali Erbaş, İslam Dışı Dinlerde Hac, Sakarya Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, c. 5, s. 97
[3] Harman, a.y.
[4] Özlem Sir Gavaz, Hititlerin Bin Tanrılı Yolculuğu, Aktüel Arkeoloji, s.62
[5] Harman, a.y
[6] Harman, a.y
[7] Cengiz Batuk, Dinler Tarihi, Uzem, OMÜ Yayınları, s. 16
[8] Gavaz, a.y, (s. 62)
[9] Ali İhsan Yitik, Yaşayan Dünya Dinleri, “Hinduizm”, (ss. 277-371), DİB Yayınları, Ankara, 2007, s. 300
[10] Harman, a.y.
[11] Annamarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 1999, s. 118
[12] Yitik, a.g.e., “Budizm”, (ss. 307-355), s. 335
[13] Harman, a.y
[14] Harman, a.y.
[15] Erbaş, a.y.
[16] Çıkış, 23/14, 17; 34/23
[17] Tesniye, 16/16-17; II. Tarihler, 8/13
[18] Ezra, 7/19
[19] Nehemya, 8
[20] Mezmurlar, 120-134
[21] Harman, a.y.
[22] Resullerin İşleri, 2/46; 3/1
[23] Harman, a.y.
[24] Harman, a.y.
[25] Şinasi Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, “Hinduizm”, (ss. 373-385), DİB Yayınları, Ankara, 2007, s. 300s. 381
[26] http://dunyadinleri.com