Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

28 Mayıs 2008

Küllerinden Yeniden Doğan Şehir: Odunpazarı

28.05.2008

Şehir tıpkı insan organizması gibidir. Başınızı meydanı, ayaklarınızı caddeleri, kollarınızı sokakları, gövdenizi mahalleleri, kalbinizi abideleri gibi düşünebilirsiniz. Bir şehri değerli kılan, gören gözlerin onu ihmal etmeyen mesaisinden başka ne olabilir?

Odunpazarı’nın yenilenmiş sokakları ile adam edilmiş tarihi evleri arasında gezerken, tıpkı benzerleri gibi kadim bir şehri kimler niçin ihmale uğratır sualine dair bir sürü cevap aradım. Konu Eskişehir olunca, bunların içinde aklımdan kovmaya muvaffak olamadığım “bizden olanı peşin kabulle red” cevabı ağır bastı. Burada elbette şehir sakinlerini kastetmiyorum. Sözüm elindeki nimetin farkında olmayan yerel yönetimler içindir.

Artık tarih olacağına inandığım türlü reddi miras yargıları, şehirlerin imarında orijinaliteyi esas alan çalışmalara da yenik düşecek gibi görünüyor. Bununla birlikte hangi zihniyetten olursa olsun, tarihi dokuyu kentsel dönüşümlere kurban eden istişaresi az, işgüzarlığı çok yerel yönetimlerin azaldığını görmek, benim gibi fotoğraf meraklıları için bir başka keyif vesilesidir.

2008 yılı benim için, dostların dediği gibi “leyleği havada görmek” deyimiyle örtüşecek bu gidişle. Gerek KONFAD, gerekse TYB ile hesapta olan olmayan birkaç yurt dışı ve onlarca yurt içi gezilerinden bazılarını şimdiden gerçekleştirme yolunda hızla ilerliyorum. Geçen hafta Suriye’den döndük. Siz bu yazıyı okurken ben Gürcistan’da olacağım muhtemelen.

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi olarak, 2008 yılında da “yazılacak çok şeyimiz var”dı ve biz anlatılmaya, yazılmaya değer işler başaran Odunpazarı Belediye Başkanı güzel insan Burhan Sakallı’nın misafiri idik. Geçtiğimiz yıl Konya Şubemizi ziyaret ederek bitmez bir heyecanla bizi bilgilendiren değerli Başkan’a sempatim ne kadar arttı anlatamam.

İki günlük gezinin ilk durağı Odunpazarı Evleri oldu. Alaaddin Camii’nden tarihi evlere doğru yokuş boyunca uzanan meydanda ilerlerken Burhan Bey’den bu bölgenin yenileşme serüveni bu kez yerinde dinledik. Burada kurulan şirin pazaryerinde el emeği ürünlerini kendileri için satışa sunan ev hanımlarıyla hasbihal ettim. Fahriye Hanım mutfağında ürettiği mantı ve makarnaları, emekli El Sanatları Öğretmeni Fatma Kocabıyık Hanım ise el işlerini satarak aile bütçelerine katkıda bulunduklarını anlatırken, sayın Başkan’a minnet duyduklarını söylemeyi ihmal etmediler. Meydanın tam karşısında lokanta olarak hizmet veren üç katlı Beyzade Yemek ve Kahve Evi’nin sahibesi Selma Candemir, hoş bir misafirseverlik göstererek bizi işletmesine davet etti. Turizm Otelcilik mezunu olmasına rağmen ilk defa burada kendi işini yaptığını ve Başkan’ın özellikle hanımları teşvik etmesinden memnuniyet duyduğunu söyledi. Yolunuz düşerse bu şirin kahve evine uğrayın derim.

Burhan Bey’in, Odunpazarı Evlerinin yenileştirilmesi üzerine sarf ettiği iki cümle kaldı hafızamda: Biri “küllerimizden yeniden doğuyoruz”, diğeri “hayal projesi”. Konya’da sergiledikleri eski/yeni Odunpazarı Evleri fotoğraf sergisini görmüş olsaydınız, buraya gelmeden de ortaya çıkan eseri hemen kavrayabilirdiniz. Kentsel dönüşüm adıyla eski ne varsa ortadan kaldırmayı marifet bilen işbitiricilerin teklifleri olmuş proje başlamadan önce. Hepsini reddedip zoru başarmayı seçmiş değerli Başkan. Kamu yönetimi okumak yahut inşaatçılıktan anlamak şehri kavramaya yetmiyor. Ben burada ikamet eden halkın çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Zihniyet olarak yaşadığı yerin farkında olmayan bir yönetici seçmiş olsaydınız; söz gelimi, beton mamulü filanca kattaki dairenizin balkonunda hava alırken şayet bulabilirseniz mahallenizin, sokağınızın yahut evinizin sararmış fotoğraflarına bakarak çocuklarınıza geçmişin hikâyelerini anlatıyor olacaktınız. 20 sokak ve 100 evi yoktan var edercesine ayağa kaldırmak acayip bir öngörüdür. Gezimiz süresince vatandaşın Burhan Bey’e ilgisini yakından gördük. Sosyal belediyecilik olgusu sokakta kendini bir başka yüzüyle gösteriyordu. Yaşlı bir amca, biz Eskişehir’de Burhan Bey gibi sokağımıza, mahallemize, aramıza gelip hal hatır soran, elimizi sıkan başkan görmedik sözüyle bunu doğruluyordu âdeta.

Tarihe hürmetten neşet eden yenileştirme programı, burada ciddi bir turizm potansiyeli oluşturmuş. Kimsenin bilmediği Odunpazarı’na yılda 20 bin turistin geliyor olması bunun açık örneği. Proje başlangıcında, turist otobüsleri için yer tahsis eden Başkan’a “buraya turist mi gelir ki, park yeri yapıyorsun?” eleştirileri gelmiş. Bizim 40 kişi ile geldiğimiz otobüsümüz söz konusu yerde park etti işte. İsteyince neler yapılmaz.

Akşam saatlerinde, bir Eskişehir hanımefendisi olan gül yüzlü Gülşen Hanım’ın kafe olarak düzenlenmiş şirin evinin bahçesinde, Başkanın da eşlik ettiği koyu sohbetler başlarken, fotoğraf makinemi alıp sokaklara daldım… Tripotumu keyifle kurup cumbalı evlerin, yeni de olsalar kapı tokmaklarının, akşam muhabbeti için ev önlerinde sohbete dalmış mahalle sakinlerinin fotoğraflarını çekip emeği geçenlere dualar ettim.

Geceyi Bozüyük’teki bir otelde geçirdik. Sabah yeniden Eskişehir’e dönüp Yediler’de, tarihi Alaaddin Camii’nin hemen önündeki lokantada kahvaltımızı yaptık. Eski bir mezarlıkmış burası. Yedi yatırdan almış adını. 50li yıllardan sonra tamamen kaldırılmış ortadan. Bir zamanlar adı kötüye çıkmış park şimdilerde bakımlı ve yemyeşil haliyle şehrin orta yerinde gülümseyip duruyor.

Yunus Emre Kültür Merkezi’ne uğrayıp lületaşı müzesini gezdik. Dünyadaki ikinci lületaşı müzesinin Viyana’da olduğunu öğrendik. Başkan, ilerleyen zamanlarda bu müzeyi Kurşunlu Külliyesine taşımak arzusunda olduklarını ifade etti. Kültür merkezi komple kültür sanat faaliyetleri için kullanılıyor. Burada dört dörtlük tiyatro salonu da bulunuyor.

Eskişehir’in ayakta kalan en önemli tarihi eseri 16.yy. Osmanlı yapısı olan Kurşunlu Camii ve Külliyesi bir sonraki durağımız oldu. Çoban Mustafa Paşa tarafından 1525’de Mimar Melek Mustafa Paşa’ya yaptırılmış. Külliyede kütüphane, kervansaray, aşevi ve Mevlevihane bulunuyor. Bir bölümü de sevgili şair dostumuz Tayyip Atmaca’nın nikâh kıydığı daire olarak hizmet veriyor. Mekan çok hoş.

Yeri gelmişken Paşa kimmiş yaptığımız kısa alıntıya bir bakalım.

Çoban Mustafa Paşa, 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman ile katıldığı Belgrad Seferi’nden sonra etkisini ve ününü arttırarak Anadolu’ya geri döner. Etkili bir kişi olmasından dolayı mı yoksa bizzat Kanuni’nin emrinden dolayı mı bilinmez ama Osmanlı belki de Eskişehir’e vefa borcunu ödemek ister. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin üzerinde büyük emekleri olan Şeyh Edebali’nin türbesinin yakınına Kurşunlu Külliyesi inşa emri 1525 yılında verilir. Tüm dünyanın bugün bile hayranlıkla eserlerini yerinde gördüğü bir dev Mimar Sinan tarafından kentin güney yamaçlarına inşa edilir.

Bu arada, Bediuzzaman Said Nursi’nin Eskişehir ikameti sırasında kaldığı eve, güleç yüzlü ev sahibesinin izniyle yaptığımız kısa ziyaretimizi eklemiş olalım.

Gezinin son uğrak yeri Atlıhan’da uzun bir molamız oldu. 168 metrekarelik alana oturan Atlıhan’da 23 adet dükkân mevcut. Mahvolmuş bir mekân diriltilip yöresel el sanatlarının işlendiği sanat atölyeleri, teşhir ve satış dükkânları ile hayat bulmuş. Ev yemekleri yapan Hacer Hala’nın lokantası burada. Otantik avluda keyif çıkarabilirsiniz. Atölyesinde ata mesleği lületaşı işleyen beşinci kuşak Besim Aktaş, lületaşının geleceği hakkında umutlu olmadığını fakat Burhan Başkan sayesinde üreticilerin önünün açılacağına inandığını belirtti. Buraların bu hale geleceğini bilsem çocuklarıma ata mesleğini öğretmeyi ihmal etmezdim dedi.

Odunpazarı yakın gelecekte, çarşıları, hanları, alışveriş merkezleri, kıraathaneleri, lokantaları, kültür merkezleri, otelleri, sokakları ve mimari dokusuyla ilgi odağı haline gelecek, hak ettiği yere ulaşacaktır.

Hangi dünya görüşünden olursa olsun herkesin gıptayla izlediği, bağrına bastığı Burhan Başkanıma yitik bir şehri dirilttiği ve bizi misafir etmek nezaketinde bulunduğu için, Sosyal ve Kültür İşleri Müdürü İsmail Köse ve Basın Yayın Şefi Ercan Özen’e bizim kahrımızı çektikleri için, TYB Konya Şubemize de gezi imkânı sundukları için ayrı ayrı teşekkür ederim.

11 Mayıs 2008

Sultaniye Yahut Karapınar



09.05.2008 09:10:41
Doğudan batıya, kuzeyden güneye tarihi, kültürel ve coğrafî bakımdan eşsiz özelliklere sahip kocaman bir ülkemiz, gidilip görülecek, hakkında yazılar yazılacak müstesna yörelerimiz var. Fırsatlar bizi buldukça yahut biz onları yakaladıkça bahar mevsiminin ayağımızı yorgandan çıkaran kışkırtıcılığına kapılarak koşturup duruyoruz. İyi de yapıyoruz hani.

Pazar günü Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu ve Bizim Karapınar Gazetesi’nin misafiri olarak 1934 yılına kadar “Sultaniye” adıyla maruf Karapınar’daydık. Geldiğimden beri kulağımda hoş tınılar bırakan bu adın neden değiştirildiğini düşünüp duruyorum. Sultaniye, sultana ait, sultana has demek. Karapınar’a sultaniye denmesi, sanıyorum Anadolu Selçukluları dönemi ile Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’in Konya Valiliği sırasında buranın imarına önem verilmesinden kaynaklanıyor. O dönemde, şimdilerde restorasyonunun büyük bir kısmı tamamlanmış 39 dükkânlı bir bedesten, Selimiye Camii, kervansaray, han, hamam, 2 yel değirmeni ve 5 çeşme inşa edilmiş. 1868 yılında ilçe olan Karapınar’da 1882’de ilk belediye teşkilatı kurulmuş ve benim serzenişime konu olan ismi de 1934’de değiştirilmiş.
Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu ile Bizim Karapınar Gazetesi’nden Hikmet Peker ve Mithat Korkusuz, Konya’dan gelen kalabalık bir basın grubuna kusursuz ev sahipliği yaptılar. Yerel yönetimlerin ciddi tanıtım eksiklikleri bulunduğunu öteden beri yazıyorum. Saklı doğal güzelliklere, tarih ve kültür mirasına sahip onca yöremiz var. Görsel ve yazılı basının desteğini kullanmadan bunların tanıtımını tek başınıza kotarmanız zor iştir. Elbette sözüm söz konusu değerlerin farkında olan yönetimler içindir. Çağrımı yenilememde fayda var: Sizin anlatılmaya değer yerleriniz; yazarları, fotoğraf dernekleri, bilim adamları ve kültürel kuruluşları ile Türkiye standartlarının çok üstünde olan bir Konya var yakınınızda.
Karapınar’ın bilinen en önemli özelliği erozyon gerçeği. Türkiye’de erozyona maruz kalan 510 bin hektar alanın 103 bin hektarı burada. Bu rakam ülke genelinin % 27’sine karşılık geliyor. Erozyon önleme bölgesinin hakim tepesi Kartalyuvası’ndan geniş bir alana bakıyoruz. Erozyonla mücadelenin en yoğun geçtiği 1962-1972 yıllarından günümüze, toprakla buluşan fidanın ormana dönüşme yolunda olduğunu memnuniyetle görüyoruz. Son yıllardaki yağış düzensizliği baharlık bitkilerin çimlenmemesine yol açmış. Karapınarlı Zıraat Mühendisi Mustafa Okur, arge-özel sektör işbirliğinin çalışmaları güçlendirdiğini ifade ederek, bölgedeki sorunu şöylece özetliyor: “Çok ağaç, az erozyon.” Buradaki problem nasıl çözülür diye soruyorum, “personel sayısının arttırılması ve yeni sulama teknikleri” diyerek cevaplıyor. “Burada çalıştığım seneler boyunca binlerce fidan diktim, adam çalıştırdım, işten hiç yılmadım” diyen rahmetli Kayınpederim Zıraat Teknisyeni Ahmet Demirhan aklıma düşüyor.
Aynı bölgede, 1959 yılında büyük kum fırtınalarının ardından çöl halini alıp terk edilen 165 bin dekarlık “Gındam Yaylası”na uğruyoruz. Güneydoğunun kimi köylerini andıran kerpiç yapılı ve artık harabeye dönmüş evler var burada. Küresel iklim değişikliğine örnek gösterildiğini öğrendiğim yayla, adeta bir ibret manzumesi gibi karşımızda duruyor. Baharın diriltici mucizesi, kesif kekik kokuları ile rengârenk çiçekleri bir araya getirmiş.
Başkan Mugayıtoğlu, oturulur durumdaki 336 konutluk Toki’yi göster, ikinci etabın çalışmaları hakkında bilgi veriyor otobüsün en ön koltuğundan. Kısa şehir turunda başkan, yaptıkları icraatları sıralarken Karapınar’ın emin ellerde olduğuna kanaat getiriyorum.
Karapınar’a hakim “Ali Tepesi”ndeki çevre düzenleme çalışmalarını yerinde görüp “Meke”ye hareket ediyoruz. Google’dan arama yapmak için kutucuğa “meke gölü” yazdığınızda karşılaştığınız sonuç sayısı 34 bin civarında. Bu, Meke’nin ne kadar ünlü olduğunu göstermeye yetiyor. Özellikle yabancı turistlerle fotoğraf sanatçılarının gözdesidir Meke. Su yok denecek kadar az. Nazar boncuğuna nazar değmişler. Bir Meke hatırası fotoğrafı sonrasında “Acıgöl”e doğru yola koyuluyoruz. Bu gezinin doğal güzelliklerle ilgili detaylarını bir gezi yazısı olarak düşündüğümden kısa geçiyorum.
Ereğli güzergâhından otobüsle ilerleyip Oymalı Köyü yoluna dönüyoruz. “Oymalı Akören Yeraltı Şehri”ne de bir hayli yürüyüşten sonra ulaşıyoruz. Ardımızda bıraktığımız dümdüz, uçsuz bucaksız Ereğli Ovası. Yeraltı Şehri, sanıyorum ilk kez bu geziye katılanların yazılarına konu olacak.
Bahar güneşiyle başlayıp güz yağmurlarıyla sona eren gezilerimizin en güzellerinden biri oldu bu. Başta Başkan Mehmet Mugayıtoğlu, Hikmet Peker ve Mithat Korkusuz olmak üzere bize görmediklerimizi izleme fırsatı verenlere teşekkürlerimi sunuyorum.