11 Ekim 2007

Karları bereketsizlik mi götürdü başka diyarlara

2007-01-18/19:56:00

Geçmişe dair kısa yahut uzun bir hâtırâtı konuşmak, anlatacak şeyleri olanlar için her zaman bir başka keyif vesilesi olur. Yaş grubuna göre, anlatıcının muhataplarına hitabı kimi zaman, “o nerdeee, bu nerdeee” tarzında kısa iken, kimi zaman da “sizin aklınız ermez” veya “bizim zamanımızda” girizgâhı ile başlayıp uzun uzadıya devam eder. Sizin bilmediğiniz bir soru sorulmuştur ve konuşmacı bunun farkındadır.

Taşrada işlerin bir kısmı eskisi gibi devam ediyor. Şehirde ise, cadde ve sokakların istikameti dahil, sürüyle yenilik görme şansı ve anlatılacak şeyler her daim var.

Vaktiyle eski adamlardan hikâyeler dinleyip de, acaba dede olunca ben ne anlatacağım diye düşündüğüm olurdu. Geçenlerde, bilgisayar dersinde iyi vakit geçirdiğini anlatan küçük kardeşine bir lise son sınıf öğrencisinin, “bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu” sözünü duyunca, kendimi arada bir eskiye yolculuğa çıkarmanın vacip olduğuna inandım. Aslında konuşanlar, geçmişte olup bitenler ile geçmişten bugüne, hayatın değişen hengâmelerine, esasen sosyal değişimlere vurgular yapmış oluyorlar.

Bizim de bir televizyon hengâmemiz var. Vaktaki, bizim evde televizyon yoktu. Dedemin “televizyon olan eve melek girmeyeceği” tarzındaki söylemlerini sorgulama gereği duymazdık. “Ben ölmeden bu eve televizyon giremez” derdi. Bildiği bir şeyler vardı mutlaka. Ama televizyonu olan nadir evlerdeki misafirliklerimizde ekranın tam karşısına geçip de dalıp gitmesini de yadırgardık. Ne zor bir işti televizyon almak. Üstelik dedemin ne zaman öleceğini de bilmiyorduk ki. Önemli bir sorun daha vardı. Dedem hakkın rahmetine kavuştuğunda hangi marka tv. alacaktık? “Şaup Lorenz” mi yoksa “Gurundik” mi alınacaktı? Şaup Lorenz daha iyi diyenler az değildi hani. Bir de tv.nin önüne renkli cam konulursa çok fiyakalı olacaktı. Renkli televizyon olmaz abi diyenlerin doğru söylemediğini 83 yılında anlayacaktık. Bu aleti ilk defa, Almanyalı Ali Abinin evinde bir akşam ziyareti gördüğümde 6 yaşındaydım. Bir de, gurbetteki işçilerimizden Almanya’da çalışanlara Almanyalı denirdi de, nedense başka ülkelerdekilere Fransalı, Danimarkalı denmezdi. Ali Abi kendinden pek emin bir eda ile öyle şeyler anlatıyordu ki. Yayın nasıl gelir, anten nereye bakar…Anteni görmem lazımdı ama karanlıktı etraf.

Mahallede, haber spikeri Mesut Mertcan’ı ekranda görür görmez yüzünü başörtüsüyle kapatan ninemiz bile vardı. Cüneyt Arkın Bizanslılara esir düştüğünde, dudaklarda kıpırtılar…Oğlanı everirken lazım olur düşüncesiyle 15 sene önceden PTT’ye yapılan telefon başvuruları…

Benim gibi daha kırkına iki kalan genç birinin, 60 yıl öncesini anlatıyor gibi olması, ülkenin nasıl bir sosyal değişime, dönüşüme uğradığını gözler önüne seriyor. Bu değişim kulvarında sanırım benim gibi 70’lerde çocukluğunu yaşamış yaş grupları, daha eskilerden özür dileyerek o günlerin hikâyesini ortak bir lisan ile anlatacaklardır.

İletişim araçları, internet, elektronik donanımlı otomobiller, bulaşık makineleri, plazma ekranlar, çok kanallı tvler, hayatı kolaylaştırmak ve usulüne göre yaşamak adına bize ne kadar hizmet ediyorlar acaba? Giderek bozulan Türkçe, fevkaladenin fevkinde sosyal mesajlar, akıbeti meçhul Avrupa Birliği gündemleri, açlık sınırı ve enflasyon farkı, Pervari’deki evden görünen Nişantaşı, bakalım ileride nasıl bir nostalji anlatımının malzemesi olacak?
Bugün, okuldaki öğrencilerin uyanıklığına bakarak, kendi çocukluğumun uyku halini mukayese ediyorum. Meramdere’den dört mevsim çağıldayıp ilkbaharda bahçeleri basarak Saracoğlu’na ulaşan su, kış günleri belimize kadar teptiğimiz, toprak damlı ev üstlerinde kürüdüğümüz kar yok artık. Her şey yanı başımızda değildi ama, şimdiki gibi elimizin altından kayıp giden bu kadar çok şeyimiz de yoktu. Sahi açlık sınırı lafı da yoktu. Bereket mi kalmadı yoksa evlerde? Yoksa hayat getirdiği yeni değişimlerle, doymak bilmez insan figürleri mi doğuruyor?
Lapa lapa yağan karları bereketsizlikler mi götürdü yoksa başka diyarlara? Ondan mı arabaşı çorbası tatsız tuzsuz?

0 yorum: