Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

17 Şubat 2008

“Düşdi cemre lâle seyre çıhdı yâ ol çemen - Sadr-ı Ulı Türkden açupdur ulı yâsemen”



“Düşdi cemre lâle seyre çıhdı yâ ol çemen - Sadr-ı Ulı Türkden açupdur ulı yâsemen”
2008-02-17 20:24:00
Bizim Yasemin dünyaya gözünü açalı bir hafta oldu. Niğde Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden kadim ahbabım Ziya Beğ, bebeğin doğumu sebebiyle zahmet buyurmuş ve bir beyit ile tarih düşmüş. Bana göndermekle kalmadı detaylı açıklama da yaptı. Böyle bir doğum hediyesi almak -hediye niyetiyle yazmamıştı tabii ama ben öyle kabul ettim- aklımın ucundan geçmezdi. Ziya’cığıma ziyadesiyle teşekkür ederim.

Şöyle demiş:
“Düşdi cemre lâle seyre çıhdı yâ ol çemen
Sadr-ı Ulı Türkden açupdur ulı yâsemen”

Ve ilave etmiş:
“3 failatün1 failün (vezni).
Hicri 1429.
Esas tarih dizesi ikinci mısrâdır.
İlk mısra tarihin ne şekilde düşüleceğini gösterir ya da doldurma mısrâdır.
Şimdi ikinci mısrâda ebced 1439 çıkıyor.
Halbuki 1429 olması lazım, eh biz de zor olanı deneyip eksiltmeli tarih düştük.
Dikkat edersen: “Düşdi cemre lale seyre çıhdı ya ol çemen” dizesinde hem lale cemrenin düşmesiyle uyuyan mevsimi uyandırmak için seyre çıkıyor. Hemi de “çıhdı yâ” yani aşağıdaki toplam ebcedden bir “ya” harfi çıkarın ey ahali yoksa tarihi bulamazsınız diyor. Zira “ya” harfinin ebced karşılığı 10 yani; 1439-10=1429 diye oturdu tarih.”

Bunun ardından fakülte koridorunda Ziya’cığımdan hoş bir avaz çıkasıymış.
Bu tarihi bir hat sanatçısına götürüp yazdırmak gereği ortaya çıktı.

Ziya kardeşimin beyiti ile lösemi sebebiyle 2001’in 14 Şubat’ında beş yaşında iken bir hastane odasından cennete uğurladığımız ilk evladımız Hasan Duha’nın ardından yazdığım ve aşağıya kısaltarak aktaracağım şiirin denk düşeceğinin hesabı yoktu bende. Yaseminin doğumu 11 Şubat, Hasan Duha’nın vefatı 14 Şubat. Rabb’imize tevekkülümüzün hiç bitmemesine duacıyız.

ÜÇ PHİLEDELPHİA

İçimde bir dizi heyecan,
isyansız ...
Melekü’l-mevte pek yaklaşmıştım
bir hastane odasında.
Gözlerim gözlerindeydi oğulcuğum.
Yüreğindeydi.
Diri bir yangın ateşi vardı içeride
soğuk duvarlara yansıyan.
Eyyub’un sabrı
benim alnımın çizgilerinde
uzuyordu biteviye.
İbrahim’in metaneti
gül yüzünde senin.

Ankara yollarında kalıyordu hasbihalimiz.
Otel odalarının yalnızlığına
hiç benzemiyordu
caddelerin, sokakların, gece yarısı sonraları

Yedi kat semanın masumiyeti
bin yıllık mesafeden görülürdü
çehremizde ikimizin.
Yamandı acı gülüşümüz.
Sahiciydi
yüreğimizde şahlanan sayhalar.

Biz ikimiz
buz gibi bir kış günü
on dört şubat günü
öğle vakti
damarlarımızda çılgınlaşmış
bir demet philedelphia’ya yenik düştük.
………….
Şubat 2001 Cuma 12:45

Rabbim herkesin evladına hayırlı ömürler ihsan etsin.

13 Şubat 2008

Ümit Bey’in Mesajı

2008-02-10 19:16:00
Türkiye’nin gerçek gündemi aslında terör, işsizlik, geçim sıkıntısı. Bir defa bunu iyi görmek lazım. Günlerden beri büyük tartışmalara sahne olan malum mevzu ise bitecek gibi de görünmüyor. Muhtelif görüş ve düşüncedeki medya ve çalışanları bu işten iyi ekmek yedi. Köşe yazarlarına sonu olmayan konular çıktı. Vekiller sabahlara kadar uykusuz kalmayı göze aldılar. Dernekler harıl harıl çalıştılar. Barolar birbirine girdi. Üniversite yönetimleri işlerini bırakıp ülkenin istiklali hususunda endişelere düştüler. Çağdaş kimseler miting alanlarına ibadet duygusuyla koştular. Sivil toplum örgütleri ardı ardına açıklamalar yaptılar. Halk adına benzersiz korku duyanlar oldu. Bütün bunlar oldu da, bu işlerden bir tek vatandaş panik olmadı. Ben şahsım adına olup bitenlere ve şu yukarıda yazdıklarıma bakarak, her şeye rağmen aklıselim bir halk kitlesinin arasında bulunmaktan kıvanç duydum. Ya bir de memleketin kahir ekseriyeti bu tartışmaların odağında olsaydı kim bilir neler olurdu?Ülkenin kalkınması adına bu kadar hassasiyet gösterilmiş olsaydı birkaç ciddi mesele galiba vuzuha kavuşurdu. Bu konuda tüketilen nefesin artık bitmesine duacı olmak elzem görünüyor. Yetti artık. Sokaktaki insana ait olmayan bir meselenin, “problem” haline getirilmesini isabetli bulmayanlara gönülden katılıyor ve mühim bir konuya geçiyorum.Bunaltıcı gündemler, sıkıcı rutin günlük hayat, alışkanlıklar insan yaşadığı müddetçe dozajı ayarlı ayarsız devam edecek. Buna itirazımız yok. Lakin bazen, sıradanlığını aşacak güzel işlerin peşinde olmalı insan. Sevdiği, beğendiği, becerikli olduğu konulara emek vererek hayatı daha anlamlı kılacak işlere meyletmeli. Küçük yaşlardan itibaren kendi yetenekleri ve ferdi farklılıkları hakkında uyandırılmayan bir toplumuz. Her bireyin ötekine göre gelişmiş özellikleri olduğu vakıasını eğitim anlayışımıza henüz yerleştirmeye başladık (galiba). Yeteneklerini şaç-sakal ağarmasına rağmen bilmeyen kitlelerin, kahvehaneleri dolduranların ta kendisi olduğunu ise hala bildiğimiz yok. Türkiye’deki kahvehane sayısı ile kişisel beceriksizlik arasında bir orantı kurmaya çalışıyorum. Mesela koca koca adamlar, kızların başlarını bağlarken ne tür bir metot uygulaması gerektiğine kafa yoracaklarına, söz gelimi müstakbel yaşlı neslin kahvehanelere meyletmesinin önüne geçecek çözüm önerilerine kafa yorsalardı ne kadar hayırlı bir iş yapmış olurlardı. Altmışını devirmiş emekli bir beyefendinin, müdavimi olduğum fotoğraf sitesinde kendini tanıtan kısa yazısını görünce malum gündem, kahvehanelerdeki doluluk ve zamanı nitelikli kullanma arasında hemen bir ilişki kurarak, bu yazı vesilesiyle ilgilisine faydalı olmayı seçtim bir eğitimci olarak. Çocuk yetiştirenlere çok ciddi bir önerim var. Eğer çocuklarınızın yeteneklerini keşfedip onların bunu geliştirmesine zemin hazırlarsanız çocukluk ve gençlik zamanlarında, haklarındaki türlü şikâyetlerinizi en aza indirmiş olacaksınız. Muhtemel gelişim streslerini aşağıya çekecek, sosyalleşmelerini hızlandıracak, belki işsizlik sorunu yaşamayacak ve en önemlisi zaman hakkında aklını kullanan bir nesle sahip olacaksınız. Ümit Bey’in buraya yazmamdan rahatsız olmayacağını düşündüğüm tanıtım yazısı aynen şöyle: “1957 İstanbul doğumluyum. Emekli memurum. Fotoğrafa 2002 yılında başladım. İstanbul Kuş Gözlem Topluluğunun üyesiyim. Fotoğrafla uğraşmanın, çekmenin, dostlarla paylaşmanın birçok hastalığın tedavisinde, ciddi olarak önerilmesinde ısrarlıyım. Benim için bir çuval ilaca bedel. Bana bu güzel uğraşı aşılayan arkadaşlara müteşekkirim. Olmazsa olmazlarım spor, müzik, kuşlar, bol sevgi, sevgi, sevgi…”Ümit Bey’in yazdıklarını ciddiye alın derim.

03 Şubat 2008

Başörtüsü Ve Sivasspor’un Şampiyonluk İhtimali Üzerine

2008-02-03 19:34:00
Geçen haftaki yazımda, son zamanların yoğun gündemi başörtüsü konusunu, taa Balkanlardaki hakimiyetimizden şimdinin kamusal alan diye tesmiye olunan tuhaf şeyine getirerek acı, trajik, komik, dramatik –yazacak kelime bulamıyorum- halimizi resmetmeye çalışmıştım.

Pazar günü, özgürlük düşmanı başörtüsü karşıtlarının birkaç yerde gerçekleştirdikleri mitingleri haberlerde görünce, gündemin mecliste neticelenene kadar süreceğine iyice inandım. Anıtkabir’de toplanan kadınlardan biri, bugünkü Türkiye ile Kral Şah dönemine atfen korku senaryoları seslendiriyordu kendince. İlginç bir durumdu; Krallık ve Türkiye Cumhuriyeti… Bana da ona da krallığın iyi bir şey olmadığı öğretilmişti vaktiyle oysa. Anlamak kolay değildi. Başörtüsünün üniversitede serbest bırakılmasının etkisi anaokullarına kadar ulaşacaktı da, bu sebeple bir anneanne, torununun ileride başörtüsü takmadığına dair bir fotoğrafını görsün istiyordu. Ülke elden gidiyordu çünkü. Adamın biri, annesinin çene altından bağladığı çemberine kurban oluyordu da, türban neyin nesiydi? Muhalefetsiz ülkenin yaşlı liderine göre peygamber mi gelmişti yeniden? Kanalın birine göre on binler, diğerine göre ise yüz binler toplanmıştı. Bizde böyle detaylar uzun olur hep. Benzerleri cumhuriyet mitinglerinde de görüldü. Muhtemel hükümet şöyle böyle olacaktı, rejim değişecekti…

***
Hafta içinde akşam katıldığım bir etkinlik sonrası otobüs durağındayım. Vasıtanın gelmesine daha çok var. Yakındaki bir çay ocağına gittim. Yanına oturduğum babacan bir amca tv haberinde malum meseleyi takip ediyor. Bir süre sonra bana dönüp, bak şimdi! dedi, kendinden emin bir tavır ile tane tane anlatmaya başladı;
Ben başörtüsüne taraf adamım.
Bu, başörtüsüne türlü biçim ve şekillerde alerjisi olanlara anlayışsız olmam anlamına gelmez.
Kimin ne düşündüğü, ne giydiği beni ilgilendirmez.
Lakin birinin diğeri için neyi giymemesi gerektiği konusundaki çıkışı, beni rahatsız eder mi? Evet.
Ben hiç bugüne kadar başını örtmeyen bir kadından rahatsız oldum mu? Hayır.
Bir kız çocuğunun başını filanca biçimde örterek kampüsün cümle kapısından içeri girmesi sebebiyle, rejim tehlikeye girer mi? Hayır. Kolay mı öyle canım!
Araya giriyorum: Bana bunları niçin anlatıyorsun?
Canımı sıkıyor!
Benim canım zaten sıkkın. Arabam garajda ben sokakta. Dışarıda eksi kaç derece soğuk var. Telefonumun şarjı da bitti. Muradım bir an evvel eve ulaşmak.
Ana haber bülteninin ardından bir spor haberi işitiyoruz Sivasspor hakkında. Amcaya dönüyorum. Sivasspor şampiyon olur mu?
Olsun valla, çok isterim. Ben Fenerliyim ama yeter artık. Bir de hani o çocuk var ya, takımı çalıştıran?
Bülent Uygun mu?
Bülent mi onun adı. Helal olsun. Trabzon’un bir iş yapacağı yok. Belki Konyaspor bile şampiyon olur sonraları. İyi örnek lazım bize.

***

Yaşlı dünyanın rutin işidir; doğarsınız, büyürsünüz, saatiniz gelince de minarenin birinden öldüğünüzü ilan ederler. Birkaç şey dışında, elde ettiğiniz kazanımlarınız size fayda sağlamaz. Sizden sonrakiler de, kırk yılın başında akıllarına gelirse hatırlayıp geçerler üç-beş dakikalığına. İnsanın bu muhtasar tarihçesi, dünyanın “normal şartları” içinde cereyan etmesi ihtimali bulunan olaylarına göredir elbette. Şu halde, madem ki hayat kısadır, madem ki insanoğlu ölüp gitmektedir, önemli olan hayatı adam gibi yaşarken empati kurabilmek, hayatın beklentilerini kendin için isterken başkalarını göz ardı etmemektir. Başbakan Erdoğan haber bülteninin başörtüsü kısmında karşı tarafa hitaben konuşuyordu mealen; “kendiniz gibi düşünmeyeni, kendiniz gibi giyinmeyeni reddederek asıl siz antidemokratik olmuyor musunuz?” İşte mesele bu.

Değişen hayata direnmenin bir anlamı yok. Kendi hayat biçiminizi ideal görerek, başkalarının da böyle yaşamaya zorlamanın anlamı, kişisel hayata müdahale ve insan hakkı ihlalinden başka bir şey değil. Yakında işler düzelecektir. Rejimin tehlikede olduğunu söyleyen yasakçılar sanmam ama utanırlar mı acaba yaptıklarından?

Ben bu yazıyı, ileride unutulup gidilmesi, hatırlandığında da acıyla gülünmesi muhtemel zamanlar için yazıyorum aslında. Diyorum ki, başörtüsü istisnasız serbest olsun, insanlar kişisel kanaatlerinden doğan sonuçlarla birbirinin hayatına karışmadan yaşasınlar. Bir daha gündem olmayacak şekilde Meclis, “Hakimiyetin Millette” olduğuna hükmetsin. Anayasaya öyle güzel bir Türkçe ile yazılsın ki bu, yorumu yapılamasın. Rektör denen adamlar asıl işlerine bakarak fikir üretsin, makale, kitap yazsın, bilime faydalı işler yapsın. Bir de unutmadan; Sivasspor şampiyon olsun. Bu milletin evladı dururken Carloslara, marloslara verilecek paramız olmasın.