Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

30 Nisan 2016

Üç Dosttan Üç Kitap


(Deneme)
Haller Hayaller, insanı, hayatı, hatırayı, hafızayı anlamaya dönük bir denemeler toplamı. Kategorize etmek, açıklamak, formülleştirmekten ziyade anlamaya, kavramaya, muhabbet kurmaya dönük girişimler, küçük adımlar. Nihayetinde denemeler. Hayatı, deneyerek, gözleyerek, içselleştirerek algılayan insanın yürüyüşü de bir denemeler toplamı. Deneme, tam da hayatın yanında, yakınında, içinde. Bu yüzden Haller Hayaller, bir kişinin kişisel tarihinden yola çıkıp gözlemlerini, okumalarını, sorgulamaları paylaşma zemini.
(Öykü)
Mehmet Kahraman öykülerinde titiz bir dil işçiliği sergiler. Dil, gerek tiplerle gerekse atmosferle tam bir uyum içerisindedir. Tüm öyküler bir şekilde hayatın kıyısına düşmüş aile bireylerini anlatır. Öykülerinde baba, çocuk ve anne motifi önemli bir yer tutar. Olayı değil o olayın yazarda yarattığı izlenimleri, etkileri, çağrışımları öyküleştirir. Kahraman, hayatı buradan, ev içinden izler. Seslere, kıpırtılara, gürültülere kulak kesilir. Anlatıcının yaptığı, ev içlerindeki uğultuyu sözcüklerin sesine dönüştürmektir. Öyküler, küçücük olaylar etrafında başlar; bilinçaltı, zihinsel göndermeler ve çağrışımlarla halka halka genişler, derinleşir.
Necip Tosun
Bir öykücü iki şeyi hedefler: Okuyucunun ruhunda; insana, hayata, dünyaya, duygulara, düşüncelere, düşlere ilişkin bir rengi, bir noktayı, bir kelimeyi ateşlemek. Bunu yaparken öykü türünü var eden iç dinamikleri yerli yerince kullanmak. Hem insana dokunmak hem de bunu estetik bir biçimde yapmak. Mehmet Kahraman ikisini de başarıyor. Öykülerinin sonunda bir yitirişin, bir buluşun, bir zaafın, bir erdemin, bir alçalışın, bir yükselişin yani bir ruh durumunun heyecanını buluyoruz, üstelik bunu öykü sanatının iç düzenini ihmal etmeden yapıyor. Bu ikinci kitabında, Minareden Düşen Ezan’da oluşturduğu tabloya, gerçekçi anlatımın sınırlarını zorlayacak yeni çizgiler eklemek endişesinde…
Abdullah Harmancı
(Öykü)
İsmail Özen'in İtibar 30'da çıkan öyküsü "Babamın Şarkısı" yazarın öykücülük serüveninde yeni bir damar açtığını gösteriyor. Açmak istediğini demiyorum. Zira bu öykü öylesine başarılı ki, tek başına Özen öykücülüğünde yeni bir damar. İsmail Özen, çocukluk anılarını ve esrarengiz olanı anlatarak ilk kitabında iki ana damardan yürümüştü. Bu öykü ile yerlilik - yabancılaşma - ilahi olanadan uzaklaşma - ilahi olana duyulan derin özlem gibi bir yeni yoldan yürüyor. Öykü başladığında bir tercüme okuduğunuzu düşünüyorsunuz. Böyle başlayıp bitmiş olsaydı, zihnimde soru işaretleri oluşacaktı. Onca Batılı imge, motif, unsur yoğun olarak kullanılmışken birdeN tasavvufi bir şiir ve musiki parçası öyküyü dolduruyor. Derken anlatılanlar sadece öyküdeki kadını değil okuru da şaşırtıyor. Öykünün başı ile sonu arasında bilinçli bir biçimde inşa edilmiş bir zıtlık söz konusu. İster istemez Gül Yetiştiren Adam'ı düşündüm... (A.Harmancı)


26 Nisan 2016

Van Depremi Erciş Ayazı




24.11.2011 
Muammer ULUTÜRK
Sabah erkenden Batman’dan yola çıkıyoruz. Rotamız Bitlis üzerinden Van ve Erciş. Gölü çepeçevre saran bir yolculuktan sonra geri döneceğiz. Neredeyse Bitlis Deresine kadar sislerin içerisinde yol alıyoruz. Baykan’dan sonra kış kendini özellikle yükseklerde gösteriyor. Van Gölü uzaklardan görünüyor. Mevsime muhalif, sakin.

Mahrumiyetle kış mevsimi arasında benzerlik çoktur. Yalnızlık hissi ağır basar ikisinde de. Üşümüşlükten gelen sıracalı halleri bitip tükenmez. Yola çıkarken aklıma gelen ilk şey bu oluyor.
Van’a giriyoruz. Şehrin dışında kalan bahçeli evlerin önlerinde her ihtimale karşı kurulan çadırlar görünüyor. Gözümüz binalarda. Depremin etkisi çok katlı binaların dökülmüş sıvalarından, irili ufaklı duvar çatlaklarından ve en önemlisi terk edilmişliklerinden anlaşılıyor hemen.
Van’a girmeden önce, şehrin boşaltıldığına ve bir hayalet şehre döndüğüne dair söylentilerin gerçeği yansıtmadığını görmek rahatlattı beni. Şehrin işlek caddelerinde hareketlilik devam ediyor. Sokak araları için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çocuklar sokakları unutmuş görünüyorlar. Bunun için fazlaca sebepleri var çünkü. Şehri gezerken insanların çehrelerine bakıyorum dikkatlice. İri bir yorgunluk, suskunluğa eşlik ediyor. 


Minarelerin bazıları yıkılmış. Düşerken, oradan geçen insanlara zarar verip tuz gibi olmuşlar. Filanca sitenin 3. Katında bir satılık levhası, rüzgardan kıvrılmış yukarıya doğru. Okunabiliyor yine de:  “Satılık daire”. Eski ve yeni sahibine kısmet olamamış. Banka şubeleri otobüslerde mobil hizmet veriyorlar. Çocuk parkları ve uygun yerlerde çadırlardan oluşan geçici mahalleler çıkmış ortaya. 5.6’lık ikinci büyük sarsıntıda yıkılan otelin enkazı kaldırılmış. Asıl hasarın bu ikinci depremden geldiği konusunda herkes hemfikir. Kaldırımlarda yürürken mağaza önlerinde durup fotoğraflar çekiyorum. Göz göze geldiğimiz herkese geçmiş olsun diyoruz. Bu dileğin ilettiği, bir hasta ziyaretindeki geçmiş olsundan çok daha farklı. Sanki bütün bir şehre sesleniyorsunuz. Ya da bana öyle geliyor. Hasar tespiti, kullanılamayacak durumda olan binaların yıkımı, yenilerinin inşası uzun bir zamanın işi olacak gibi görünüyor. 

Şehirden kampüse geçiyoruz. 100. Yıl Üniversitesi’nin Sayın Rektörünü ziyaret ediyoruz ilkin. Halkın yaşadığı travmanın halen etkisini sürdürdüğünü anlatıyor. Ardarda gelen sarsıntılar insanları şaşkına çevirmiş. Bizi 5 saatlik mesafeden sallayan bu afetin ortaya çıktığı yerlerdeki ruh halini anlamak mümkün. Oturduğumuz binadan hızla indiğimiz akşam çocukların yüzüne yansıyan, korku ve endişeden başka bir şey değildi çünkü. 


Van’da ilk girdiğimiz bina Diş Hekimliği Fakültesi. Duvar çatlaklarının dışında kolonlarda ciddi hasarlar görüyoruz. Dolaplar yerlerde. Kağıtlar oraya buraya savrulmuş. Kampüsün merkezi kısmına prefabrikler henüz yerleştiriliyor. Şehir merkezinde yıkılan otelde kalan Dr. Atsushi Miyazaki’nin adını Diş Hekimliğinin hizmet vereceği bu prefabrik alana vermişler. Gideni geri getirmeyecek fakat bir vefa örneği. Getirdiğimiz battaniyeleri taşıyoruz. Depremin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen her şeye ihtiyaç var. Bütün okullar Şubat’ta açılacak denilse de bana göre belirsiz bir zamana kadar tatil. Şehirden göç eden herkesin makul gerekçeleri var. 



Van’dan ayrılıyoruz. Ben asıl Erciş’i merak ediyorum. Gölün kuzeyine düşen bu güzel ilçedeki durum kendini çadır kentlerden ele veriyor. İlçenin en işlek caddesinin iki yanına dizilen bütün çok katlı binalar tıpkı Van’daki gibi boşaltılmış. Van Yolu Caminin iki minaresi de yerle bir olmuş. Erciş’te bir oyun parkına kurulan birkaç çadırda zor günler geçiren insanlara selam verirken ağır bir mahcubiyet yaşıyorum. Anadolu’nun kocaman yürekli insanı işte. Her yer tevekkül. Bir teyze piknik tüpünün üzerine düdüklü tenceresini koymuş. Bir diğeri semaverini yakmış. Çaydanlığın buharı, o soğukta  içimi mi ısıtıyor ne?



Kenar mahallelerde çöken, kum gibi dağılan evler görüyoruz. Bir Ercişli ölü sayısının söylenenden çok daha fazla olduğunu anlatıyor. Akşamın ayazı ilçeyi iyice soğuturken, günün son ışıkları Van Gölü’nü yakıp uzaklaşıyor.


            Bir gözlem yerine kocaman bir iyilik öyküsü yazmak isterdim. Vanlı yahut Ercişli bir aileyi oradan alıp işler yoluna girene kadar misafir edebilmeyi mesela. Vermekte zorlandığım şeyi ortadan ikiye bölebilmeyi. En güzel iyiliği 11 yaşındaki kızım yaptı. Kimseye vermek istemediği oyuncağını, oralı bir çocuğa ver baba dedi. Erciş’te bir çocuk parkında küçük sahibine gitti oyuncak bebek.