Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

28 Temmuz 2009

Güneydoğulu Tarım İşçileri



1944 Brezilya doğumlu fotoğraf sanatçısı Sebastiao Salgado; “Sadece bir fotoğraf çekmek için gitmezsiniz. Amacınız bir öykü oluşturmaktır. Ben güzel bir fotoğraf çekmeye gitmem. Güzel bir fotoğraf çekmek nedir ki ayrıca? Hayır. Ben öykünün içinde yaşamak için giderim. Neler olup bittiğini anlamak için, fotoğraflarını çektiğim insanlara yakın olmak için ve bir şeyler iletebilmek, bir bilgi akışı oluşturabilmek için...” der fotoğrafına dair. Belgesel fotoğrafa ilgi duyanlar onu, ABD başkanı Reagan’a düzenlenen suikast girişimini fotoğraflamasından tanırlar. Mülteciler, işçiler, yoksulluk ve üçüncü dünya insanlarını konu alan fotoğrafları zihinlerde yer etmiştir.

Benim gibi, bir gezi dönüşü fotoğrafı yazıyla bütünleştirmek çabasında olanlar için hoş bir izahtır Salgado’nun dedikleri. Bir öykünün içinde olmak, onu yaşamak esasen, güzel fotoğraflarla dönmektir de. İyi bir fotoğraf, iyi bir öykü kadar değerlidir. Emek ister, keskin göz ister. Kadraja girecek sağlam bir kompozisyonun acelesi vardır. Etkili fotoğrafın bir öykü kadar zamanı yoktur. Parmakla deklanşör sesi arasındaki zamanda bile kaçırılmış nice karelere tanık olursunuz.

Bu yıl kış mevsiminin başından beri fotoğraf gezilerine aralıklı da olsa devam ediyorum. Yol arkadaşlarım Gezgin-Yazar Zeki Oğuz ve Eğitimci Ali Işık’la birlikte Çumra tarafına gittik bu defa. Güneydoğulu tarım işçilerinin yerleştikleri alanlara uğrayıp fotoğraf çekmekti isteğimiz. İlk uğradığımız yer Fethiye köyü yakınlarında bir çadır-köy oldu. Bir önceki gün yağan şiddetli yağmur, yüzlerce insanın barındığı alanda gelişigüzel kurulmuş çadırları sersefil etmişti. Göçerleri rahatsız etmemek ve fotoğraf çekmeye izin almak için “çavuş” adını verdikleri ağanın çadırına uğradık ilkin. Güler yüzle buyur edilip sabah çayına ortak olduk kalabalık ailenin. Bir süre de sohbet ettik.



Dışarıya çıktığımızda meraklı gözlerle izlenip durduk. Yarı aç yarı tok çocuklar, sonra kadınlar ortalığa serpildiler. Kadınlardan kimi taşlardan çattığı ocaklarda bulaşık çamaşır yıkıyor, kimileri bakınıyorlar öylesine. Peşimize takılan çocukların dışında keyifsizlik hakim çadır-köyde. Yanımdan ayrılmayan Medine, Urfa’daki okulunda 4. sınıfa geçmiş. Sırtına sardığı iki yaşındaki kardeşi ile gezinip durdu. Temmuz günü alışılmadık bir serinlik var ortalıkta. “Çocuk hasta olacak” diyorum. Omuzlarını silkip “bir şey olmaz” diyor. Çadırlar açıldı tek tek sonra. “Çekin şu sefaleti, geceden ıslanmayan bir şey kalmadı, aç susuz ne olacak halimiz” serzenişleri yayıldı ortalığa. Nereye uğradıysak benzer yakınmalar işittik. Bazıları uzun zamandır işverenden paralarını alamamışlar. Mayıs-Eylül arası binlerce insan bu tarafa çalışmaya geliyor, iş bitince dönüyorlar yurtlarına. Aileler çok çocuklu ve olumsuzluklardan en çok etkilenenler de yalın ayak dolaşan çocuklar. Ötede bir çadırdan çağırıyorlar bizi. 18 yaşındaki genç anne, 10 günlük bebeği Filiz’i sezeryanla doğurmuş Çumra’daki hastanede. Mama, süt istiyor. Fotoğraf çektirmek isteyenlerin sayısı artıyor lakin bende çoğalan keyifsizlik içime sızıp duruyor. Sebastiao Salgado, benim burada gördüklerimin bin katı çaresizlikleri gördü de ondan mı öykünün parçası olmayı tercih ettiğini söyledi acaba? Öyle olmalı. Fotoğraflarına yeniden bakıyorum Salgado’nun yazımı yazarken. Burada savaş yok, bunlar mülteci de değil. Yaşam şartları yaşanacak cinsten de değil. Orta yaşı geçmiş olanlar çoktan alışmışlar göçerliğe. Gençlerin çoğu aynı görüşte değiller.



Çumra Kaymakamlığı geniş bir çadıra anasınıfı açmış. 40 kadar çocuk iki anasınıfı öğretmeni nezaretinde eğitim görmeye başlamışlar. Öğretmenlere böyle bir yerde çalışmanın bir anlam ifade edip etmediğini soruyorum. Farkındayız diyorlar. Çeşme az ileride. Çoluk çocuk ellerinde su kaplarıyla sudan dönüyorlar. Tuvaletler gelişigüzel yerlere yapılmış. Sağlıksızlığı tasvir edecek değilim. Tarım işçiliği sadece bu bölgede değil Konya kırsalında güneydoğulu çok sayıda ailenin geçim kaynağı. Zeki Oğuz’a fısıldıyorum: Bunlar için sezon sonunda kaldırılabilir prefabrik evler yapılsa nasıl olur ki? Birbirimize bakıyoruz…

Alibeyhüyüğü’ne yakın bir başka çadır-köye uğruyoruz öğle sonrası. Burada durum daha beter. Urfa, Viranşehir, Adana ve Mersin tarafından gelmişler. Beldenin çöplüğüne bitişik yerleşim alanındaki insanların ortak şikayeti çöpten gelen sinekler. Çadırların içine su işlemiş. Yatak yorgan dışarıda kurumayı bekliyor. Burada birden fazla çavuş var. Ağzı laf yapanlar söz alıp şikâyete başlıyorlar. Haksız değiller elbette. Durumu yetkililere aktarmak için girişimde bulunacağımızı ifade edip Çatalhüyük yoluna koyuluyoruz.

Fotoğraf çekmeye gidiyorsanız benzer öykülerin parçası oluyorsunuz. Fotoğrafı, fotoğrafların öyküsünü vesile kılarak mesajınızı başkalarıyla paylaşmak hangi yaranın merhemi olur bilemem. Benim cephemden işe yarar diye düşünüyorum. Ekmek parası için böyle bir yaşam serüveninde olmak, hiç kolay değil.