Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

30 Temmuz 2016

Yahya Kemal'in Üsküp'ü

Yahya Kemal şöyle anlatır:


“Şiire bir aşkla başladım. Üsküp’de, yerli mahalleler ortasında, Türkkâri eski bir konakta oturur, bey hânedanlarından birinin kızı, kumral ve endamlı, cazibesi ve güzelliği mâruf, bir Redîfe Hanım vardı. Bu genç kız, çocukluğumda, fâsılalı olarak, üç defa hayalimi işgaal etti. İlk defâ, cülûs mu, velâdet mi? bir şenlik gecesiydi, büyük vâlidemle, Vardar boyunda bir araba gezintisinde bulunuyorduk; arabada o da vardı; o zaman beş yaşında vardım; küçücük kafam bu hanımın câzibesiyle sersemlemişti; ona karşı içimde günlerce ateş gibi bir üzüntü hissettim. (Eski Üsküplüler, Redîfe Hanım’ın o zamanlarda Üsküp Venüsü diye anıldığını rivayet ediyorlar.)


İkinci defâ onu bir düğün gecesi gördüm; oniki yaşındaydım…
Henüz genç kız olan Redife Hanım’ı ikinci defâ işte o düğünde gördüm. Eski yaram açıldı. Bütün bir gece yayından ayrılmadım. Zannedersem o da o akşam içimi yakan ateşi hissediyordu.
O düğün bitince derin bir melâl içinde kalmıştım. Hep onu düşünüyordum. İlk şiirim olan bir türkü güftesini, ekseriyâ Üsküp türkülerinde gördüğüm vezinle, onunçün karalamağa başladım. Bu ilk eserin hemen hiçbir mısra’ını şimdi hatırlıyamıyorum.

Çocuk dâima avunup acılarını unutur. Ben de Redîfe Hanım’ı bir müddet sonra yine unuttum. Üsküp idâdî mektebinin ikinci sınıfına geçtiğim sene yazıya istîdâdım epiyce inkişâaf etmişti; ancak nazımdan bîhaberdim.
Üsküb’de Rifâî şeyhi bir Sâdeddin Efendi vardı. Taşranın bu kadar uzak bir şehrinde yetişebileceğine inanılmayacak gibi kibar, terbiyeli, ince bir adamdı. Post-nişîn olduğu gibi şehrin eşrâfından da addedilen bu zat Redîfe Hanım’la evlendi. Rifâî tekkesi, Üsküb’ün eski, güzel, ziyâretgâh, çeşmeli ve şadırvanlı, oldukça zengin bir dergâhıydı; Cuma günleri zikir ve devran olduğu saatlerde seyircilerle dolar, erkek mahfilleri gibi, kadınlara mahsus kafeslerinde iğne atılsa yere düşmez derecede kalabalık olurdu. 


Bir Cuma günü oraya gitmiştim. Zikirden sonra, kadınların tarafından çıkan Redîfe Hanım’ı hayatımda üçüncü defâ gördüm. O vaktin taşra kızları, kızlıktan kadınlığa geçince ilk defa bir kadın gibi süslenirler ve birdenbire epiyce başkalaşırlardı. O bu son görüşümde daha başka türlü güzeldi. Ben de onbeş yaşına girmiştim. Bu üçüncü tesâdüfün têsîri derin oldu. Mektepte vazîfelerimi, evde ve sokakta eğlencelerimi unuttum. Âilem dalgınlığıma merak etti ve zannedersem derdimin farkına da vardı. Izdırâbımı bir şiirler söylemek hevesine düştüm. Lâkin bu defâ, ikinci tesadüfte olduğu gibi, âdî bir türkü değil, kitaplarda gördüğüm manzûmeler nev’inden aruzla bir şiir söylemeye çalışıyordum. Aruzla bozuk düzen bir kıt’a söylemeye muvaffak olmuştum.   Redîfe Hanım’ın  zevci Şeyh Sâdeddin Efendi güzî de bir zattı; o zamanda Üsküp’de yaşayan Bursalı Tahir Bey gibi, Eşref Paşa gibi fâzıllarla görüşürdü. Onlarla tasavvuftan ve edebiyattan bahsederdi ve mutasavvıfâne şiirler neşrederdi; kıt’amı ona gösterdim. Beğenir gibi davrandı. Kırmızı mürekkeple birkaç noktada vezin hatalarını tashih ederek bana verdi. Veznin hayliden hayliye farkına vardım...


Ben rindâne şiirin âlemine daldığım o sıralarda (beni şiire sevkeden Redîfe Hanım, vaz’-ı haml ederken, genç yaşında ölmüştü. Ben de o aralık Selânik İdâdîsi’ne) Üsküp’den Selânik’e göderildim ve oranın idâdîsine leylî olarak verildim…” (Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 2008, 5. Baskı, s. 93-97.)