Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

30 Mart 2009

Bozkırın Büyüsü, Meke ve Memduh Bey’e Dair…





Önce Muhsin Bey İçin;
Adam gibi adamların sayısı pek azdır şu fani hayatta. Bu ifadeyle siz dürüstlüğü, cesareti, hakkaniyete riayeti, değişen şartlara göre yamulmamayı, elhasılı insan-ı kamilin erdemli işlerine dair neler varsa onları anlatmak istersiniz.

Vaktiyle meşrebinin mıntıkasında siyaset eyleyip de, hak vaki olduktan sonra dar-ı bekaya gidenlerin arasından çetin hesaplar vermesi muhtemel ademoğlu sayısı hiç az değildir.

Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in yüreğimizi dağlayan vefat haberi işitilince hemfikir olmakta zorlanmadı insanlar. Bütün Türkiye, bu temiz vatan evladının asil duruşuna yeniden şahadet etti. Şaibesi ile şaibesizliği arasında cevapları kesinleşmemiş sorular taşıyan adamlar ölünce esasen bakar, hayrı ile şerri arasında kısa bir hatırlamanın ardından akıbetine dair zahiri bir fikre varırdınız kolayca. Ölüp gidenlerin ardından methiyeler düzmeye alışık bir yaklaşımımız mevcut toplum olarak. Methiyeyi hak edense gerçekten az. Esasen giden için methiye ne ola ki? Gidenin nesini azaltır yahut çoğaltırsınız? Mühim olan ebed cari getiriler değil mi? Muhsin Bey’in vefatı, hele ki böyle vefatı bize pek ağır geldi. Amelinin zâyii olmayacağına kalben inanmış biri olarak, Yüce Mevla’nın onu ve arkadaşlarını en güzel şekilde yarlıgamasını niyaz ederim.

****

Şimdi burada, hakkında güzel sözler söyleyeceğim bir gönül adamı daha var. Muhsin Bey ile türlü hukuku olması hasebiyle bir tevafuk oluştu sanki yazıda.

Ben ona, gönül gözüyle fotoğraf çeken adam derim. Onu Toroslar’ın ulu tepelerinde, Bolkarlar’ın serin yaylalarında, Ulukışla yahut Ereğli yollarında görebilirsiniz dört mevsim. Halkapınar, İvriz ve Meke coğrafyası onun anavatanıdır. Susuz bozkırlarda tozu dumana katmış koyun sürülerinin, göç yollarında yörüklerin, çehreleri sert, lakin yürekleri Anadolu çarpan çobanların yoldaşıdır. Baharda taze şebboyların, yazda hüznüne ağlanılası Meke’nin, sonbaharda sararıp solmuş Ereğli bahçelerinin ve kışta yorganı bembeyaz bozkırın çocuğudur. Coğrafyasının dervişidir O. Adı Memduh Ekici’dir.

Türkiye fotoğrafçıları onu Mekeci diye bilirler. Unutulan bozkırı, emsalsiz Meke’yi ve yaşadığı yere dair ne varsa onun gizemini, büyüsünü aşkla fotoğraflar Mekeci. Susuz bozkır tozunun bile aslında bir ruhu olduğunu söyler. Yöre baştan sona onundur dört mevsim. Şehrin bohem atmosferlerinde çekilmiş suni fotoğrafları ve onların ayağına toz bulaşmamış sahiplerine çatar sıkça. Yurduna borcunu, en güzel kareleri yakalayıp ödemek, tamamlamak peşindedir.

Onunla ilk defa Diyar-ı Şam’a doğru ilerleyen bir otobüste tanış olmuştum. Yanımızda KONFAD’dan bir grup fotoğrafçı dost, yolcular, bir de öykücü Duran Çetin. Cumartesi sabahı herkes Ürdün sınırına, Busra’ya giderken biz çoktan eski Şam sokaklarında kaybolmuşuz. Nasıl cana yakın bir adam bu böyle. Herkese esselam, ma’asselam. Şam’da, Halep’te unuttuğumuz geçmişimizi hatırlıyor ah vah ediyoruz, onun gözlerinden nem eksik olmuyor. Tiflis’e yakın bir Azeri köyünde yaşadığım unutulmaz bir ziyareti hikaye ediyorum ona bir Meram akşamında. Çehresi hüzne boğuyor beni. Memleket öykülerine, şiirlerine ve öz olan herşeye meftun bir adam bu.

Cuma akşamı Mimarlar Odası’nda, Cumartesi günü de M1 Tepe AVM’deki fotoğraf sergisinde birlikteydik. Dostlar onun gönül deklanşörüne basarak çektiği bozkırı, Meke’yi, yılkı atlarını, çobanları, coğrafyasının dört mevsim renk-âhenk siluetlerini görsünler istedik. Yanık türküler eşliğindeki muazzam fotoğraf gösterisinin etkisinden kurtulamamışlardır görenler. Sergisine vasıta olmaktan mutlu olduk.

Buradan son bir söz ile uğurlayayım Mehduh dostumu. Fotoğraf sergine emek vermeyen, gelmeyen ol adamların gönülleri nerdedir ki, gönül koyarlar diye naifliğini elden bırakmazsın. Bizim kapımız herkese şol pirin istirahat eylediği dergâh kapıları kadar açık.
Fotoğraflar: Memduh Ekici


09 Mart 2009

Şairlerin Filistin’i



Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubemizin 2009 yılı takvimli etkinliklerinin ilkine Filistin diyerek başladık Cumartesi günü. Programa “Şairlerin Filistin”i adını verenlerin kalbine sağlık. Bu kederli coğrafyanın hüznünü, insan sözünün en etkilisiyle işitmekti muradımız. Unutmamak ve unutturmamaktı niyetimiz elden geldiğince. Viran edilmiş Gazze’nin, orada öylece yalnız başına kalakalmış Gazzeli çocukların fotoğrafları gözümüzün önünden geçtikçe, yaşamaktan utanmak duygusu içimizde yenilendi, yinelendi bütün ağırlığıyla.

Ne yazmış ne söylemiş olsam oturduğum yerden ve buğzum hiç olmadığı kadar büyüyüp çıkmış olsa dilimden, ailesini yitirmiş bir masumun hangi yarasına merhem olabileceğimin cevapsızlığı boğazımı sıkıp durdu program boyunca.

Şube Başkanımız Ahmet Köseoğlu, ilk programın Filistin’le başlamasının önemini vurguladı açılış konuşmasında. Gönlümüze rehber olan şair dostlar, memleketin muhtelif yerlerinden kalkıp gelmişlerdi. Hoş gelmişlerdi. Tarihe kayıt düştüler şiir lisanıyla birer birer.

Ne dediğini en iyi bilen elbette şairin kendisidir. Onun maksadını anlama çabası içindeki dinleyiciye kalansa paylaşılanın ana fikri. Filistin, orada bulunan bizlerin ortak paydası olunca, söylenen ile işitilen arasındaki bağdan bir köprü kurarak, birbirinden mânidar sözlerden çıkardıklarım olsun şu diyeceklerim:

Adem Turan, zulmü programlayıp ona seyirci kalanlara isyan etti “Beyaz Vahşet” şiiriyle. “Kahrolası bu savaş sizin için hey vampirler, şeytanın kızları, ahtapotlar!” diyerek betimledi egemen ihanetin duruşunu. “Akdeniz’in, Nil’in ve Kızıldeniz’in ağlayışlarının” gün olup fetih müjdesiyle müjdeleneceğini sözünün sonuna eklerken gözünden süzülen yaşlara engel olamadı. Ahmet Efe, Tevrat’ı tahrif edenlerin zulüm terminolojisini harmanladı şiirinde. Hüseyin Akın, “Geride Kalanlar İçin Türkü” yaktı. “Korku bayrağını ahlaksız, etik reel politik göndere çekmiş” olanların Yahudilerden tırsanların amelinden kaynaklandığını anlatır gibiydi. Akif Kuruçay, “her taş bir ayettir ve oranın kadınları ayet doğurur” diyerek başladığı “Balçığın Halleri”nde, sevinci sabah akşam direnmek olan Filistin’i resmetti. M. Ali Köseoğlu, “yüz sürülesi toprakların dünyanı gözü önünde nasıl kirletildiğini” anlatıp, “acımızın bir adı Kudüs bir adı Felluce” ile bitirdi sözünü. Mustafa Uçurum, “Ben Kendimi Çeke Çeke Karanlığın Ortasından” şiirinde, beklenen aydınlığa vakti gelince Allah’ın yardımıyla ulaşılacağını vurguladı. Sıddık Ertaş, “Mülteci” şiirinde Sabra ve Şatilla’yı, Lida’yı, Deir Yasin’i hatırlattı. Sonra, ölen çocuklarına ağıtlar yakan kadının “çocuklarımı koru onlar küçüktür tanrım” feryadı ile Muhammed ümmetinin söze mecalsiz kalmış halini döktü ortaya. Vural Kaya, bizim cephede değişen bir şey olmadığına, eskilerin ürettiği korkuların el’an süregeldiğine vurgular yaptı “Irgatlı Şiir”inde.

Ümit Savaş, pek güzel yaptı işini. Programı başarıyla sundu. Şaban Özdemir her zamanki gibi koşturup durdu. Karikatürist Adem Mermerkaya’nın seçtiği bazıları kendisine ait karikatürler muhteşemdi. Teşekkür etmek lazım gelir hepsine ve özellikle programı düzenleyen Prof. Dr. Nazmi Zengin Hocama. Alaaddin Keykubad salonuna gelen izleyici sayısı davetli şairlerce takdire şayan bulundu. Programın son derece güzel hazırlanmış şiir ve karikatür seçkisi, 15. yılımızın ilk yayını olarak elimizde.

TYB Konya olarak bu yıl, kuruluşumuzun 15. yaşını dolu dolu programlarla sürdürüp 24 Ekim günü nihayetlendireceğiz. Şehrin kültürel sorumluluğunu büyük bir ciddiyetle omuzlayan seçkin yönetim kurulumuz, çok değerli üyelerimiz ve konuk kültür, sanat ve ilim adamlarımızın katkılarıyla 15. yılda Türkiye çapında ses getirecek programlara imza atacağız. Çınar altına herkesi bekliyoruz...

03 Mart 2009

Ekonomi ve Ekoloji Arasında Bir Denge Yahut Lohasçılar

“Lohas”, Lifestyle of Healt and Sustainability kelimelerinin kısaltması. “Sağlıklı ve sürdürülebilir yaşam tarzı”nı niteleyen bir kısaltma bu. Batıda lohasçılık giderek ilgi görürken bu gruba dahil olanların sayısı da artmaya devam ediyor. İnsan neticede doğal olan ve fıtratına yakışanı bir şekilde yeniden bulup ortaya çıkaracak öngörü ve vicdana sahip. Bizde, dünyanın ekolojik gidişatına kafa yoran bu tarz sivil organize gruplar, akımlar ve bunların ihtiyacını karşılayan bir pazar yok denecek kadar az.

Çocukluğunda başbakan veya papa olmak suretiyle dünyayı değiştirebileceğine inanan 44 yaşındaki Claudia Langer, geçen sene utopia.de adlı bir internet portalı kurarak lohasçılığın Almanya’daki öncülerinden biri olmuş. Portalın açılışından bugüne 35 bin ütopyacının üye olduğu bu yeni anlayışın gönüllüleri, çatılara kurulacak güneş pilleri, doğal kozmetik ürünler ve doğaya en az zarar vererek nasıl tatil yapabileceklerinin hesaplarını yapıyorlar. Bunların, 80’lerde başlayan ekolojik hareketle bir ilgileri yok. Green-peace tarzı örgütlenmelerle de. Savaş karşıtı gösteriler yerine “wellness otel”lere gidiyor, mısır gevreği yerine bio-mango yiyor ve ekolojik yaşam biçimini feragatle değil hazla birleştiriyorlar. Yani bir bakıma “daha iyi bir dünya için” tüketim alışkanlığı çabası içindeler.

Bilinen diğer ekolojist akımlardan farkları, keşişvari feragat anlayışını bir kenara koyarak sürdürülebilirliği keyif alma ile bir araya getirmeleri. Kendi ifadeleriyle bunun adı, etik-ekolojik tüketim. Söz gelimi, uçakla yolculuk ettiklerinde bunu bir çevre projesine maddi katkıda bulunarak telafi ediyorlar. Bizim market veya manav raflarında arzı endam eden boyları birbirine eşit kabak, salatalık yahut patlıcan satın almak yerine, yerel ve hormon ihtiva etmeyen güvenilir gıda ürünlerini tercih ediyorlar.

Bunu fark eden bazı yatırımcılar, paralarını çoktan biyo-marketlere yatırmışlar. Getiriler açısından ciddi pazar payı elde eden yatırımcılara ulaşan istatistikler, oldukça iç açıcı. Sadece Almanya’daki eko tüketicilerin sayısı 8 milyon. Yıllık alım güçleri ise 200 milyar Avro olarak hesaplanmış. Lohas pazarı besinden giyime, yapı malzemelerinden konutlara, medyadan elektronik cihazlara kadar uzanıyor.

Lohasçıların, Avrupa ülkelerinde orta sınıf ve üstünü temsil ettiğini söylersek, bunların eğitim düzeyleri hakkında bir fikir edinmiş oluruz. Akıl ve beden sağlığı hem kendi ürettiği kaosla hem de ekolojik felaket haberleriyle giderek yıpranan Batı insanını kendine getiriyor görünürde bu tür arayışlar. İşin insanı ilgilendiren onlarca pozitif boyutu mevcut çünkü.

Türkiye’de ekolojik yatırım girişimleri henüz istenilen yerde değil. Bunun sebebini elbette özel sektör ve devlet ilgisinden evvel biraz da arz-talep meselesi olarak görmek lazım gelir. Vatandaşın geliri ve eğitim düzeyi ne böyle örgütlenmeler oluşturmaya ne de girişimci için pazar açmaya şimdilik yeterli değil. Batıdaki orta sınıfın, bizde ekonomik anlamda iyi durumda ve eğitimli sayılabilecek bir gelir grubuna karşılık geldiği göz önüne alınırsa durum daha iyi anlaşılacaktır.

Sözünü ettiğim konulara hayli ilgi duyan sade bir tüketici sıfatıyla, eko tarım ve turizmden gelir elde etme uğraşı veren organik tarım çiftlikleri hakkında birkaç yazı yayınlamıştım geçen yıllarda. Şimdi buradan aynı çağrıyı yinelemekte fayda görüyorum. Adı lohas veya başka bir şey olmasa bile, bizim insanımızın da tüketim algısında değişimler mevcut. Özellikle, geçim derdinde olan köylünün bir an evvel kendini yenilemesi lazım. Organik tarım ve turizmden gelir elde etmek için yüksek tahsili yapmış olmaları gerekmiyor. Biraz merak ve kaynağından doğru bir istişare ile hem kendileri hem de başkaları için fayda üretebilirler.