Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

09 Mayıs 2010

Isonzo Savaşı'nın Tablosu

1929 Berlin doğumlu Alman Şair ve Yazar Günter Kunert’in (1929- ) yazdığı kısa fakat son derece etkili öyküyü okumuşsanız, gerçeği halktan kaçıran, olup biteni yok sayan, görmezden gelen yönetim zihniyetlerinin, tarihin gerçeğini saklamak çabasında olanların bu işi nasıl kotarıverdiklerinin detaylarını bulursunuz. Öykü sahnesi şöyle:
“Savaşa ressam da katılmıştı; dönünce gördüklerini gösreten bir tabl yaptı: Ön planda, yerlerde karınları deşilmiş, dışarı fırlamış barsaklarıyla ölümle pençeleşen insanlar yatıyordu. Bunların yanında, atın ve tankların altında ezilip kanlı bir hamur haline gelmiş, şurasında burasında kırık kemik parçaları gözüken cesetler vardı. Arkada, kanlı ve çamurla üniformaları içinde korkudan gerilmiş yüzleriyle iki düşman ordunun erleri kıyasıya savaşmaktaydılar. Arka planda, savaş alanı dışında subaylar vardı; bir bölümü kadın ve kızları gebe bırakmaya uğraşırken, bir bölümü konyak şişesini kafaya dikmiş kafayı çekiyor, bir başka bölümü ise, tüm bir bölüğün donanımına yetecek parayı havaya savuruyordu. Ressam bu tabloyu atölyesinin bir duvarına asmıştı. Bir gün atölyeye yaşlı bir ziyeretçi geldi. Eski bir general olduğu her halinden, her davranışından belliydi. Tabloyu görünce dehşetle irkildi. “Bu resim yalan söylüyor” diye bağırdı, “savaş asla böyle olmadı.” Gözlerini kısmış tabloyu süzüyordu. Bu sırada, param parça olmuş bir ölü kafasının ardında, başındaki miğferi çapkınca arkaya itmiş, davul çalıp şarkı söyleyerek savaş alanına doğru koşan ufak tefek bir eri keşfetti... General, ressamdan bu detayı satın aldı. O bölüm tablodan kesilip çerçevelendi. Gelecek kuşaklar bu resme bakarak Isonzo savaşı hakkında fikir edineceklerdi.” 
Türkçe çevirisi Melahat Togar’a ait Kunert’in öyküsü bu şekilde sona eriyor. Üzerinde konuşulmaya değer tarih yanıltmaları, saptırmaları ve gerçek örtmeleri üzerine giydirebileceğimiz bir öykü.
***
ERGİL VE AKÖZ’ÜN DEDİKLERİ
Geçtiğimiz hafta içinde düzenlenen iki konfesansa izleyici olarak katıldım. İlkinde Prof. Doğu Ergil, ikincisinde Sabah Gazetesi Yazarı Emre Aköz konuşmacı oldular. Ergil’in perdeye yansıyan son derece akademik sunumunda, “o ve öteki”ni ayrıştıran sebeplerle bunun sonuçlarını izaha çalışan sağlam ifadeler vardı. Baştan sona “demokrasi ve onun nimetlerinin getirisi” üzerinde duran Ergil, kavramları iyi anlamak gerektiğine dair mesajlar vererek konuşmasını tamamladı. Herhangi bir alanda uzman olmadığını, güncel gelişmeler üzerine yazılar yazdığını belirten Aköz’ü ilgiyle takip edenler kadar, tepki gösterenler de az değil. Aköz de, demokratikleşme olmadan Türkiye’nin bir yere varamayacağınına vurgular yaptı. Hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda uygulayan, vesayet rejimini doğuran unsurlara pirim vermeyen, bürokrasinin haddini bildiği bir Türkiye görmek istediğini ifade etti. Genç nüfusa sahip Türkiye’nin, Osmanlı’dan tevarüs eden büyük enerjisinin vesayet rejimleriyle bir yere varamayacağının altını çizdi.
Doğudan batıya bütün Türkiye’nin, hukukun üstünlüğünü gerçekleştirme çabasına engel bürokratik oligarşilere, partilere ve sözde sivil toplum kuruluşlarına artan tepkisi normalleşmeyi beraberinde getirecektir.