31 Mayıs 2011

Erbil Gezi Notları

Nisan’da görmeli asıl Doğuyu, Güneydoğu’yu. Fırat ve Dicle kıyılarında baharın en görkemli zamanlarına tanıklık etmeli insan. En güzel süslerini takınmış mevsimin Nisan sonu. Turabdin coğrafyasının bir ucundan diğer ucuna, Cizre’ye oradan Habur’a doğru yol alırken, geçip gittiğim yolu hiç bu kadar güzel görmediğimi söylemeliyim.
Tarih Bölümünden bir grup Yüksek Lisans öğrencimle Kuzey Irak’a, önce Erbil’e, vakit kalırsa Süleymaniye ve Kerkük’e gideceğiz. Ortalama 7 saati bulacak yolculuk için Batman’dan bindiğimiz ve her gün Erbil seferi yapan yolcu otobüsünde bütün koltuklar dolu.  

Habur’dan üçüncü geçişim olacak bu. Önceki, geçen yılın baharındaydı yine. Daha önceki ise yıllar evvel lise öğrencisiyken. İran-Irak savaşı devam ediyordu ve Bağdat ve Kerbela harap haldeydi. Habur sınırı bana hep zahmetli geçişleri anımsatır. Kilometrelerce uzayan kamyon kuyruklarına bu defa yüzlerce küçük araç eklenmiş. 2,5 saatlik bir bekleyişin ardından sınıra yakın Zaho’ya ulaşıyoruz. Burası Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı 100 bin nüfuslu bir şehir. Bana Türk mallarının toptancı deposu gibi gelir hep. Habur Çayı ikiye ayırıyor. Sınırdan itibaren evlerin, işyerlerinin balkonlarında, çatılarında Kürdistan bayrağı dalgalanıyor. Bütün yerleşim yerlerinde çok sayıda bayrak görebiliyorsunuz.
Sonraki durağımız Duhok. Her geçen gün gelişip büyüyen bir şehir burası. Milyonluk  nüfusa sahip. Adını verdiği üniversiteden şehri temaşa etmek mümkün. ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan kuzeye göçten hayli etkilenmiş. Çarşı pazarında otantik mekanlar bulma imkanı yok. Uzakdoğudan gelen mallarla tıka basa dolu dükkanlar.
Bozuk yollardan yavaş ilerleyen otobüsümüzle akşam sonrası Erbil’e ulaşıyoruz. Neredeyse 10 saattir yoldayız. Konuk olacağımız arkadaşlar bizi karşılıyorlar. Hoş bir sohbetin ardından sabah için dinlenmeye çekiliyoruz.  
Dohuk Üniversitesi
Asurlular zamanında Arba-ilu, Arbela; eski İran kaynaklarında Arbira olarak geçen ve gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuş. Musul, Altınköprü, Bağdat-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali’nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuş. Kökböri’nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamış. 1731’de, Nadir Şah’a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş ve 1849’da esaslı bir şekilde tamir edilmiş. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yy. başlarına kadar Bağdat'a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiş. Muzafferüddin Kökböri devrinde (1136-1190) imar edilmiş bir şehir Erbil. Kökböri, devleti ve saltanatı küçük olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuş. Aşağı Erbil’de yüksek minareli bir ulu cami, bir medrese, 4 dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimarî eserlerle donatmış.
Erbil, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin başkenti. Kuzey Irak’ta olmak, yaşanan birtakım talihsizlikler sonucu bilmeyenlerin nezdinde ürkütücü geliyor. Bölgeye gideceğimi duyan eş dostun aman dikkat edin sözleri beni gülümsetiyor. Bütün şehir ve çevresi müthiş bir hızla büyümeye devam ediyor. Üç milyona yakın nüfusa yeni göçler ekleniyor. Batıdaki şehirleri aratmayan yapıları, alışveriş merkezleri ve tahminlerin çok ötesindeki asayişi ile görülmeye değer. Hiçbir emniyet sorunu yok. Suç oranı çok düşük. Gayet dindar bir halkı var şehrin. Etnik ve dini unsurlar fazlaca. Asuri, Kürt, Türkmen, Ezidi, Süryani, Arap bir arada yaşıyor. Yollarda sıkça pasaport kontrolleri can sıkıcı olsa da, şehre girdikten sonra Türkiye’den geldiğinizi duyan halkın ilgisi sevdiriyor Erbil’i.
Erbil Kalesi içi
Yakın bir tarihte Uluslararası Erbil Havaalanı’na Türkiye’den direkt uçuşların başlaması, konsolosluk ve Türk bankalarının açılması, sınırdan günübirlik ticaretin yoğun olması bölgeye gidenlerin sayısını arttırmış. İstanbul, Adana, Ankara, Mardin, Gaziantep, Diyarbakır ve Batman’dan otobüslerle direkt Erbil’e gidebilirsiniz. Dilerseniz Silopi’den sınıra kadar dolmuş taksilerle, sınırdan sonra da yine dolmuş taksiler ile geçişinizi yapabilirsiniz. 15 günlük ücretsiz vize ile birbirine fazla uzak olmayan şehirleri gezebilirsiniz.
Kaptanımız Mecid bizi gezdiriyor. Caddelerdeki bütün arabalar yepyeni. Cuma günü tam, Cumartesi yarım gün resmi tatil. Konsolosluklar var işlek caddeler üzerlerinde. İş yeri ve kurum levhaları Arapça ve Kürtçe.     
Yukarı Erbil olarak bilinen Erbil Kalesi ve kale içinde şimdilerde boşaltılan mahalle, köni şeklinde yığma bir tepe üzerinde bulunuyor. 15 m. yüksekliğinde surlarla çevrili olan Erbil Kalesi, XIX. yy. da savunmadan çok yerleşme alanı olarak kullanılmış. Geniş duvarların üst kısımları geriye doğru daralan asma katlar şeklinde konak, ev, depo gibi yapılar şekline dönüştürülmüş. Erbil’e gidenlerin uğrak yeri burası. Kale içinde kısa bir tur attıktan sonra müze olarak düzenlenen eski bir Erbil evine uğruyoruz. Prof. Dr. İhsan Doğramacının dedesine ait bir konak mevcut burada. Erbil kalesinde eskiden yerleşim varmış.  Kale içinin turizme kazandırılması amacıyla boşaltılmış durumda. Fakat bir restorasyon faaliyeti göze çarpmıyor.
Düzenlemesi tamamlanan Erbil Meydanı bütünüyle gözler önünde. İbn el-Mustavfî olarak da bilinen ve Sultan Kökböri döneminin Erbil Valisi, Tarihçi Mübarek bin Ahmed Şerafeddin’in (1169-1239) çok büyük bir heykeli bulunuyor kalede. Burada herkes fotoğraf çektiriyor. Bir grup küçük kız öğrenci grubu duvara oturmuş sohbet ediyorlar. Onlardan beni izleyen birine “kız yoksa okuldan mı kaçtınız” diye soruyorum. “valla kaçmadık, okuldan çıktık şimdi” diye atılıyor birisi. Kimi Türkmen, kimi Kürt öğrencilerin arasına girip fotoğraf çektiriyorum. 
Çay ocağının sahibi Türkmen Halil Dede ve çalışanları
Oradan Kayseri Pazarı’na geçiyoruz. Türkiye’ye göre ucuz fiyata elektronik eşya almak isteyen gruptan birkaç kişi ile ayrılıp fotoğraf çekmek için Osmanlı çarşısına giriyorum. Halep’te, Şam’da gördüğüm bedestenlerin aynı burası. Gezmekten, esnafla hoşbeş etmekten çok keyif alırım. Selamımıza içtenlikle mukabeleler alıyoruz. Çarşı içinde terziler, kasaplar, kumaşçılar, hediyelik eşyacılar ne ararsanız var. İşte tam burada çay içmek için kendimize yer ararken Türkmen Halil Dede ile karşılaşıyoruz. 80’lik Dede, Türkiye’den geldiğimiz öğrenince keyifleniyor. L şeklindeki kahvenin duvarları çerçevelenmiş fotoğraflarla dolu. Barzani’nin desteğiyle restore edilmiş dükkan. Sokak içindeki taburelere oturuyoruz. Halil Dede bize Bakan Davudoğlu ile birlikte çektirdiği fotoğrafı gururla gösteriyor. Ardından da, “Tayyip Erdoğan hoş çocuk” diyerek güldürüyor bizi. Bütün Erbil  bir yana asırlık çaycı Halil Dede’nin mütevazı dükkanında çay yudumlamak her şeye değiyor. Titreyen elleriyle bizzat getiriyor arka arkaya içtiğimiz çayları. Ayrılırken para da kabul etmiyor, misafirden para alınır mı hiç diyerek. Her yerde Dolar ve Türk Lirası kullanılabiliyor. Bankacılık sistemi gelişmediğinden kredi kartıyla alışveriş imkanı yok henüz.
Erbil’in modern yüzü düzenli, yemyeşil büyük parklarla da göze çarpıyor. Bunlardan biri de Minare Park. Adını XI. Yüzyılda yapılmış ve hala dimdik ayakta duran bir Selçuklu minaresinden alıyor. Hemen yanında bir teleferik istasyonu bulunuyor.
Erbil Kalesi Önünde
Vakit darlığından çok da uzak olmayan Süleymaniye şehrine, şiddet olayları sebebiyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde olmayan Kerkük’e gidemiyoruz. Irak’ta şiddetin son bulmasını ümit edip başka sefere diyerek Erbil’den ayrılıyoruz.
Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK

0 yorum: