Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

06 Ocak 2008

Kuş Beyinli Olan Asıl Kim

Foto: Nikolay Staykov, from photodom.com (http://www.photodom.com/photo/586308)

2008-01-06 19:53:00

İnsanoğlu hem kendi cinsine hem de yeryüzünün diğer varlıklarına fazlasıyla zarar vermeye devam ediyor. Küresel ısınma, ekolojik bozulma, tarımsal verimsizlik ve su kaynaklarının giderek kısırlaşması yakın zamanların sorunu değil. Çok önce başlamıştı problemler.

Türkiye’ye uğrayan yahut uzun süreli konaklayan göçmen kuş sayısındaki azalma tehdit boyutlarına ulaşmış durumda. Esasen insanın geleceği ile kuş popülasyonu arasında ciddi bir orantı söz konusu. Yaşadığınız coğrafyanın bereketi ile kuşların sayısı arasında bağ kurabilmek için meselenin uzmanı olmanıza gerek yok.

Bunları neden yazıyorum? Son birkaç seneden beri sığırcık kuşu görünmüyor ortalıkta. Benim gibi tabiata, dağa, ormana, çiçeğe, böcü-börtüye meraklı tanıdıklarıma soruyorum. Kimi görmediğini, kimi de dikkatini çekmediğini söylüyor. Bu kuş cinsinin, sürüler halinde bazen bulut kümeleri gibi kent merkezlerinde dolaşıp etrafı kirletmekten başka bir özelliği yok görünürde. Lakin durum hiç öyle değil. Özellikle tarım alanlarında çekirge ve muhtelif haşerelerin istilasını önlemek gibi fıtri çabaları mevcut bunların. Nihayet öğreniyorum bir bilenden. Sığırcık sürüleri, beslenme şartları ağırlaştığı için İç Anadolu Bölgesinden Ege ve Marmara Bölgesine göç etmişler. Geçenlerde tv.de seyrettiğim bir kuş belgeselinden Çukurova havzasında konaklayan göçmen kuşların 50 sene önceki sayılarıyla şimdiki sayıları arasındaki farkı işitince vehameti daha iyi anladım. 3 milyon ile 70 bin arasındaki fark hakkında ne düşünürseniz ben de aynısını düşündüm.

Üyesi olduğum fotoğraf sitelerinde gördüğüm kuş fotoğraflarına diğerlerinden fazla nazar ediyorum. Acaba kaç tane kaldınız diye sorarken içimdeki sıkıntı dolup taşıyor. Bu tür sahneler beni oldum olası eskilere götürür. Çocukken hiç kuş vurmadım ben. Akran çemberinin dışında kalmamak için mevsimi gelince yanımda bulundurduğum ve bir türlü sağlamlaştırmayı beceremediğim bir-iki sapanım oldu. Vurabileceğimi bildiğim halde, sapanın taşını avımın ya üstüne yahut yanına attığımı unutmuyorum. Parmak kadar serçeleri, sığırcıkları vuran arkadaşlarıma sitem etmeden de duramazdım. 30 sene önce onlar birkaç kuşu zayii ederlerdi, şimdi yüz binlerce kuş insan ihtirası yüzünden zayii oldular.
Çocukluğumun kış günlerinde, sığırcıklar için evimizin hayat’ında eski bir kalburdan tuzak hazırlardım. Kalburun altına kuşun fark edip içine gireceği şekilde bir çıta koyar, bir iki avuç buğday serpip beklerdim. Bu düzeneği kalbura bağlı uzunca bir ip tamamlardı. Pek de yüksek olmayan alt odanın penceresi hafif açık, elimde ip beklerdim öylece. Kuş gelince ipi hızla çekeceğim, böylece kuş kalburun altında kalacak. Başarılı denemelerim vardı. Dışarıya çıkar, kuşu sevip okşadıktan sonra bırakır ve nedense sevap işlediğim hissine kapılırdım. Okula giden kızım ne sığırcık gördü, ne bata çıka yürüdüğümüz karı. Ne olduğunu öğrenmesi için göstereceğim kalbur bile yok ortalıkta.

Meram çayına sayıları az da olsa rengârenk kaz sürüleri inerdi o zamanlar. Nils Holgerssons, Uçan Kaz Morton, Carrot ve Martin. Ve siyah-beyaz ekranda ilk gördüğümden beri adını unutmadığım Selma Lagerlöf. Bugün yaşı 20’nin üzerinde olan o günün her çocuğunun bir numarası olan o muhteşem çizgi filmi hatırladınız değil mi? Nills bunlardan birine binmiş, ama muhakkak buraya uğradıktan sonra uzak yerlere gitmiş olurdu. Kafamdaki resimdi bu.

Fırsat buldukça fotoğraf makinemi yanıma alıp dereye iniyorum. Bugünlerde eriyen kar sularını taşımakta nazlanan derenin kenarındaki sazlıkların içine özellikle giriyorum. Daha doğrusu kaybolup gitmek istiyorum. Kendimi kandırdığımı biliyorum elbette. Kamışların boyu bile beni aşmıyor.

Nereden nereye geldim. İnsanın yeryüzünde işlemeye devam ettiği tabiat cinayetini sığırcıkları vesile kılarak anlatacaktım aslında.

Kuşların beyni var ki, bereketi kalmamış toprakları terk edip gittiler. O halde kuş beyinli kim?