11 Ekim 2007

Halk Neyse Devlet de Odur

2007-07-19/20:26:00

Kendimizi geliştirme ve yetiştirme konusunda aile, çevre ve eğitim ortamlarından getirdiğimiz eksilerimizin fazlalığı sebebiyle çok az şeyi bilinç içinde gerçekleştiriyoruz. Söz gelimi, harekete geçmeden önce kimin neleri deneyip de nasıl sonuçlar aldığını beklemek gibi “aşırı faydacı”, belki de bize hiç uymayacak, işe yaramayacak modelleme işlerimiz mevcut.

Kendimizi yenilememizin temel şartı olan “düşünmek” fiiline uzak yaşayış tarzımız, başkalarının ne düşündüğü konusunda bizi tuzağa düşürmeye yetiyor.

Zihnimizi yenilemek için yapmaktan kaçındığımız “okumak” eylemi, başkalarının bize öğrettiği şeyin kâfi geldiği düşüncesine zemin hazırlıyor.

Sınırlarımızı kabullenmeyi başarmanın en müstesna yolu olan “ibadet” konusu, önyargılarla bezenmiş ve önceden öğrenilmiş yanlışlıklar sebebiyle, aidiyeti başkalarına aitmiş gibi bizi metafizikten uzaklaştırıyor.

“Hayatı planlamak” gibi önemli bir meseleyi, sadece çok zor şartları aşabilmenin bir yolu, bir metodu olarak kabulleniyoruz. Bunu mühim adamların ve işlerin çıkar yolu sanıyoruz.

“Hayal kurmanın” aslında insanî gelişmenin en geçerli şartı olduğunu, bütün büyük başarıların altında bunun yattığını ve doğrusu yeryüzünü bu “lüzumsuz işin”! imar ettiği gerçeğini göz ardı ediyoruz.

Ulaşmak arzusunda olduğumuz, başlangıçta tutku derecesinde önemsediğimiz sonra da alışkanlıklarımızdan mülhem kronkleşmiş “erteleme” hastalığımızın önüne geçemiyoruz. Hayatta pek çok kişinin başarısızlığının birkaç sebebinden birinin bu olduğunu idrak edemiyoruz.

Muvaffakiyete bir başka engelin, “peşini bırakmak ve bunu kabullenmek” ile ilgisi olduğunu bilmiyoruz. İşin kötüsü, buna kılıf bulmak konusundaki çabalarımızı öncekine tebdil ettiğimizde gerekeni yapıp tamamlamış olacağımızın farkında olmuyoruz.

“Öğrenilmiş çaresizliklerle” dolu bir hayatı sırtımızda yük gibi taşıyor, bunu içselleştirmiş olduğumuzdan sorgulama gereği duymuyoruz.

“Sorunlar karşısında teslimiyeti” acil çözüm yolu biliyor, bununla psikolojik bir rahatlamaya atlayarak, çözümün parçası olmayı öğrenemiyoruz.

Büyük olmasa da, hedefe giderken “risk almaksızın” hayattan fayda ummak gibi bir hayali peşimize takıyor, “başkalarının yaptığı gibi” yapmaya devam ediyoruz.

“Kendimize güvenmiyoruz”. Sonuçlar sebebiyle kınanmak endişeleri, harekete geçmemize ayak bağı oluyor.

Hayatı en iyi şekilde kotarmaya engel olan adına ardı ardına sıraladığım şu olumsuz tutum ve davranışlarımızın sona ermesi hususundaki çabalarımız bile, sözünü ettiğim küçük kararlarımızın nihai sonuçlarını olması gerekene çevirmeye yetecektir. Yazdıklarımla, “biz başarısız bir toplumuz”a değil, “daha başarılı bir ülke nasıl oluruz”a vurgu yapıyorum. Yazıma başlık yaptığım Socrates’in sözü, şu anlatmaya çalıştıklarımı murad ediyor sanırım.

Küçük kararlarımızın -çoğu zaman- hayatta belirleyici rol oynadığının farkında olmadan yaşayıp gidiyoruz. Bunlardan bazılarının sadece kendimizi değil, bütün toplumu nasıl etkilediğinin de farkında olmuyoruz açıkçası. Oysa, nihai kararlarımızdan doğacak neticelerin bir bütün olarak toplumsala sirayeti azımsanmayacak kadar mühim.

Bilvesile, başlayan üç ayların huzura yol açmasını ve Pazar günü yapılacak genel seçimlerde, kendilerini akıl ve mantığa teslim etmiş oy sahiplerinin kararlarının, aynı karakteri taşıyan vekillere isabet etmesini diliyorum. Mevlâ görelim neyler!


0 yorum: