Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

11 Ekim 2009

Milli Mücadele Yıllarında Konya



24 Nisan 1919 tarihinde Konya istasyonunda başlayan İtalyan işgali günlerinde, Konya’da 1600 İtalyan askeri vardır. İşgalci askerler silahlı gruplar halinde gezmekte, halkı da türlü hareketlerle aşağılamaktadırlar. Bunlardan 6 asker, bir çeşme başında su içmek isteyen bir genci taciz ederler. Yüzüne, üstüne başına su atarlar. Tepki gösteren ve ateşli silahı olmayan delikanlı palasını çıkarınca, askerler kaçarlar. Genç de kaçar. Onu yakalamak için Konya emniyet güçlerine emir verilir. Fakat genç, Muhacir Pazarı’nda bulunan Söylemez Konağı tarafındaki Konya Kuvay-i Milliyecileri tarafına çoktan geçmiştir. İtalyan karargahı Eski Gazi Lisesi’nin içerisindedir. Birbirine yakın bu iki yer bir tür sınır teşkil etmektedir o günlerde. Milli kuvvetlerin baskısı sonucu İstanbul’a kaçmak zorunda kalacak olan Vali “Artin Cemal”in -Damat Ferit Hükümetinde kısa bir süre Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunacaktır- emriyle, İtalyan askerlerinin karargahı Gazi Lisesi’ne taşınmış, okul da kömür işletmesinin bulunduğu yere nakledilmiştir.
İtalyanlar, Çiftemerdiven mahallesi gibi Rum ve Ermenilerin çokça bulunduğu mahallelerde dolaşmayı tercih ederler. Delikanlının palası gibi yeni bir tepkiden korktukları için bu bölgenin dışına çıkmayı düşünmezler. Konya’da İtalyan işgali bir yıl sürer.
30 Ekim 1918, büyük bir savaşın büyük bir yorgunlukla sona erme tarihidir. Canhıraş bir çaba vardır fakat Çanakkale hariç galip geldiğimiz hiçbir cephe de yoktur. İzmir’in işgal edilmesi, Konya’da büyük bir tepkiye sebep olur. Konya’da Kuvay-i Milliye’yi tetikleyen en önemli unsur İzmir’in işgalidir. Konya basını bu duruma geniş yer ayırır. “İzmir’de neler oldu”, “İzmirde vahşet” başlıklı ardı ardına haberler yayınlanır. 2. Ordu Konya’da, 7. Kolordu Ankara’dadır. İç taraflardaki ordu birlikleri boşalır ve bunlar Kuvay-i Milliye’ye Katılırlar. Çünkü bunlar için bir hareket serbestisi söz konusu olmuştur.
Müderris Sivaslı Ali Kemalî Efendi’nin* Konya Kuvay-i Milliye örgütlenmesinde rahmetle anıyoruz– rolü büyük olur. İtalyanlara karşı miting fikri ilk ondan çıkar. “Koca Konya 1600 İtalyan’a boyun eğerse bu vatan nasıl kurtulur!” diyerek hareketin ateşini yakar. Hükümet meydanında büyük mitingler yapılır. Bir İngiliz generalinin isteği üzerine “Öğüt Gazetesi” kapatılır. Bu gazete, ekipmanlarını Söylemez Konağı’nın yanındaki Söylemez Türbesi’ne taşır. Konya’nın dünya ve Türk tarihindeki ilklerinden biri, bir gazetesinin türbe içinde çıkarılmış olmasıdır. Türbenin üç beş metrekarelik alanında matbaa kurulur. Türbe, Kuvay-i Milliyeciler tarafında olduğundan İtalyanlar buraya ilişemezler. 1920’ye kadar günlük olarak çıkan “Öğüt Gazetesi”, Konyalılara müthiş bir bilinç aşılar. O yılların diğer bir gazetesi “Babalık” da üzerine düşeni layıkıyla yapar.
İtalyan işgali Konya’da, diğer şehirlerdeki gibi sert geçmez. Çünkü işgalcilerin Ege ve Marmara şehirlerindeki ortak çıkarı daha fazladır. Konya’da bir tür uyutma taktiği uygulanmaktadır.
Konyalı kadınlar, “Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti”nin Konya Şubesi”ni kurarlar. Büyük bir “Kadınlar Mitingi” yapılmasını sağlarlar. Şehrin muallime ve diğer okumuş kadınları, o günün tâbiriyle “postnişinin haremi şerifi” (eşi) de dahil bu cemiyette örgütlenirler. 8 ocak 1920 tarihinde 5 bin Konyalı kadın, (1923’te şehrin merkez nüfusu 53 bindir) şehitler için Şerafettin Camii’nde mevlit okuturlar. Alaaddin Tepesi’nde miting ve konuşmalar yapar, işgalci güçlerin komutanlıklarına telgraflar çekerler. Yabancı devletlere de protestolarını ulaştırırlar.
Konya’da bu ruhun uyanmasında sinemanın da rolü vardır. Sanayi Mektebi’nin teşhir salonunda, Almanların çektiği Çanakkale Savaşı sahneleri ile şehit görüntüleri gösterilir. Çini mürekkeple yazılmış Eski Türkçe metinler, film makinesinin önüne tutularak seyirciye izlettirilir. Sahnenin hangi görüntüye ait olduğu amaçlanır bununla. Bu görüntüler tahminlerin ötesinde etkili olur. Sanayi Mektebi’ne gündüzleri kadınlar, geceleri erkekler gelirler. Bir taraftan gazeteler, bir taraftan sinema ile uyanış devam eder. Halk içinde bilinçlendirme çalışmaları yapılır. Konya’nın her semtinde Milli bilinç uyandırılır.
Konya, düşman işgalinin sınırı olarak, cephe gerisini turan en önemli şehir olur. Başkent İstanbul, Marmara ve Ege şehirleri işgal altındadır. Cumhuriyeti kurma işi bozkırlara düşer, Anadoluya düşer ve nihayet Konya’ya düşer. Afyon cephesi, Akşehir ve Polatlı sınırdır Konya’ya. Cihanbeyli’nin Böğrüdelik Köyü yakınlarına kadar gelir Yunanlılar. Konya bu haliyle, cephelere asker sevk eden en önemli şehirdir. Kasaba ve köylerinden tabur tabur asker toplanır ve Batı cephelerine buralardan asker sevkiyatı yapılır. Asker elbiseleri halktan temin edilir. Cami önlerinden toplanan gençler “hey on beşli”yi söyleyerek giderler. Bu türkü bir ağıttır aslında. (Bu “on beşliler”, 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdir.) Okullar kapanmıştır. Sadece kız çocukları kalmıştır buralarda. Konya içinde top atışı, Alaaddin’de talimler yapılır. Yaralılar cephelerden Konya hastanelerine getirilir. İstasyon insanlarla dolup taşmaktadır.
Konya, Milli Mücadelede, Cumhuriyetin kuruluşunda ve vatanın kurtarılmasında çok büyük katkılarda bulunmuştur. Şehir ve ilçeler genelinde şehit sayısı 26 bindir. En çok şehit veren ildir Konya. Buna mukabil hakkı en çok yenen şehirdir de. Bir delibaşı olayı 3 gün sürmesine rağmen, şehir cüzzamlı bir hasta gibi anılır olmuştur sonraları. Binbaşı rütbesi verilip kılıç takılan ve her gelişinde törenle karşılanan –vali tarafından şımartılan- Mehmet Ağa, aslıda asker toplamakla görevlidir Kuvay-i Milliye adına. İşi budur. İsyanın bütün Konya’ya mal edilmesi yanlıştır, ayıptır. Olayı çıkaran şahısla halk arasındaki alaka nedir? 26 bin şehit veren halk nasıl isyancı olabilir?
Bu şehir, ilk günden Milli Mücadeleye katkıda bulunup, cephe gerisini tutmuş, lojistik destek vermiş, asker göndererek görevini yapmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Konya’ya 13 defa gelmiştir. Konya’ya gizli gelişleri hariç, İstanbul ve Ankara dışında başka bir yere bu kadar çok gitmemiştir. Sonuçta şehir, Delibaş İsyanı ile cezalandırılan bir şehir haline gelir. Okullar nakledilir. Hak edilen hizmetler Cumhuriyet sonrası bu sebeple gelmez. Oysa, kadını, çocuğu, genci ve ihtiyarıyla Konya, diğer Anadolu kentleri gibi fiilen çabalamıştır.
Milli Mücadelenin 90. Yılı münasebetiyle, TYB Konya Şubesi’nin programında, S.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı’nın dedikleriydi yazdıklarım. Konuşmayı özetlemeye çalıştım fakat başaramadım. Her Konyalının bilmesi ve paylaşması gerektiğine inandığım gerçeklerdi bunlar. Yakın tarihin Konya’sına ışık tutmaya devam eden değerli hocamıza teşekkür etmek borçtur.

*10 Temmuz 1909’da İttihat ve Terakki’nin Konya Teşkilatı’nı kuranlar arasında bulunan Ali Kemali Efendi, 8 Ekim 1919’da kurulan Konya Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığına getirildi. Ali Kemali Efendi, dönemin Konya Valisi tarafından asker toplama izni verilen Delibaş Mehmet’in, 1920’de çıkardığı ayaklanmada, Piri Mehmet Paşa Mahallesi’ndeki evinden alınarak Arslanlı Kışla civarında şehit edilmiştir.

04 Ekim 2009

Erkek Yazar Kadın Okurdu

Fransız Yazar Monteigne demiş ki; “kadın için en önemli bilim, ev bilimidir.” Kadın, evinde oturup dışarıya çıkmasın demeye mi getirmiş sözünü? Kız çocuklarının erken ölümlerini yaşamış bir babanın tecrübesi gibi geldi bana dediği. İlk kızı iki ay, dördüncü kızı üç ay, beşinci kızı beş ay, altıncı kızı da doğumundan birkaç gün sonra ölen bir baba halet-i ruhiyesinin, evde anne rolünü tanımlaması diye düşünmeden edemedim.

Montaigne’in sözünü aktaran Prof. Dr. Emine Yeniterzi, “Kadın Yazar Ne Yazar” başlıklı panelin ilk konuşmacısıydı. Panel’in diğer katılımcıları Nazife Şişman ve Fatma K. Barbarosoğlu’nun mazeret beyan ederek gelemedikleri duyuruldu. TYB Konya Şubesi’nin oldukça ilgi gören programlarından olan bu panelde, Prof. Yeniterzi ile birlikte Vakit Gazetesi Yazarı Avukat Sibel Eraslan ve Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak Hanımefendileri dinleme imkânı bulduk.

Prof. Yeniterzi, “kadın yazar” demekle yapılanın pozitif ayrımcılık içerdiğine vurgu yaparak, panelde konuşan diğer kadın yazarların sözlerinin arasında da bir şekilde geçen bu tamlamaya pek razı olmadı bana göre. Cinsiyet ayrımcılığı kaynağının makablini de ihmal etmeden aslında kabahatin kadınlarda olduğunu söyledi. Türk Edebiyatına izler bırakmış münevver kadınlardan bazılarını eskiden yeniye eserleriyle birlikte zikrederken, Osmanlı ve öncesinde şiir yazma cesareti bulabilmiş kadınlarının ortak paydasının mensup oldukları sosyal sınıf olduğuna işaret etti. Okur-yazar sayısının fazla olmadığı dönemlerde, klasik şiirin üretildiği alanın imparatorluğun yüksek sınıfına mensup insanlarla sınırlı kaldığı, doğal olarak da kadın edebiyatçının neden yetişmediğini kolayca anlaşılıyor.

Halen Vakit Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Sibel Eraslan heyecanlı, iyi bir hatibe. Hukuk tahsili sonrası avukatlık yapmaya zamanı az olmuştur sanıyorum. Onu daha çok kadın hareketleri içinde ve yazarlık yönüyle tanıyoruz. Bir grup edebiyatçı hanımla birlikte gerçekleştirdikleri projelerden söz etti. Kadının eve hapsedilip hayattan koparılmasına tepki verenlerden biri Eraslan. Panel sonrası kendisine yöneltilen dini içerikli sualleri, ilahiyatçı olmadığı gerekçesiyle -haklı olarak- geçiştirdi. Kadına düşen mirasın şer’i taksimi konusunda ne düşündüğünü sormak yerine alanıyla ilgili sorular gelmiş olsa daha iyi olurdu. Bu ülkenin kendisi gibi aksiyoner, cesur kadınlara ihtiyacı var.

Hüzeyme Yeşim Koçak, TYB Konya Şubesi’nin en aktif yazarlarından. Öykü, roman ve denemelerinde kendine has edebi üslup ve dil bulduğumuz Hüzeyme Hanım, 2003 yılından itibaren on kitaba imza attı. Naif şahsiyeti ile örnek bir insan. Son derece bilimsel, bir o kadar da anlaşılır lisan ile aktardığı konuşmasını çok beğendiğimi söylemem gerekiyor. Konuşmasının bir bölümünü, kadın neden yazar sorusuna ayırdı. Küresel depresyonu bertaraf etmek, kaybolup gitmemek, ayrıntıları üçüncü şahıslara göstermek, acı çekenlerle özdeşim kurmak, toplumsal olayların etkilerini aktarmak türünden tecrübelerin okuyan kadını yazmaya yönelttiğini anlattı. Panelin başlığına uygun orijinal tespitler sıralayan ve yazmak yaşamaktır, hayata kayıtsız kalmamaktır diyen değerli yazar, dindar kadın yazarlarla diğerleri arasındaki alanın, geçmişinden gocunmayan, yeniye sahiplenen, bu sebeple de geniş bir zeminde hareket etme rahatlığını yaşayan dindar kadın yazarlar lehine geliştiğini ifade etti. Feminist yazarların 28 Şubat sonrası, sosyal-toplumsal anlatıma yönelmelerinin dikkat çekici olduğunu belirtmesi, yazarın dikkatli bir okuyucu olduğunun da işaretlerini vermiştir sanıyorum.

Öyküleri, makaleleri, kitapları, köşe yazarlığı ve televizyon programları yanında başarılı bir iş kadını olan panel yöneticisi Melahat Ürkmez Hanım’ı ayrıca kutluyorum.

Farklı hayat görüşlerine sahip “yetmiş kadın yazar” sayısı –70 rakamı Hüzeyme Hanım’a ait ve doğru işittimse- yetmiş milyonluk Türkiye için, kadın yazar ne yazardan çok, hatta kadın neden yazmazdan çok, “bu ülkenin kadını ve erkeği neden okumaz” sorusuna mantıklı bir anlam yüklemekle doğru orantılı gibime geliyor.