Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

28 Şubat 2013

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI



Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK

Erzurumlu İbrahim Hakkı, Osmanlı Devleti’nin “Gerileme Dönemi” olarak adlandırılan zaman diliminde yaşamıştır. Onun yaşadığı bu dönemde beş padişahın tahta çıktığı görülmektedir.[1] Coğrafi ve ilmî kayıpları bir arada yaşayan Osmanlı Devleti’nin sorunlardan bir an evvel kurtulabilmesi için birçok alanda reforma ihtiyacı vardı ve bu amaçla bir dizi yenileşme hareketlerine girişildi. Lale devriyle başlayan süreçte Avrupa’daki uygulamalar taklit edilerek okullar ve fabrikalar açıldı, tercüme faaliyetlerine ağırlık verildi, fikir ve kültür hayatında canlanma görüldü.
On sekizinci yüzyıldaki yenileşme hareketleri paralelinde Batıdaki bilimsel çalışmaları aktarmaya çalışan bilim adamlarının yanı sıra, klasik bilgiye itibar eden, daha çok ansiklopedik diyebileceğimiz, birden çok bilim dalı ile ilgilenen düşünürlerden biri olan Erzurumlu İbrahim Hakkı ayrıcalıklı bir yere sahiptir.[2]


İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703’de Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Babası Derviş Osman Efendi, annesi Dede Mahmud’un kızı Şerîfe Hanîfe Hanım’dır. Babası, 1707 yılında Erzurum’a yerleşmiş, burada yörenin ileri gelen ilim ve tasavvuf erbabıyla ta­nışmış ve 1710 hac niyetiyle yo­la çıkmışken Tillo’ya[3] uğ­ramış, yörenin tanınmış mürşidlerinden İsmail Fakîrullah’a intisap ederek buraya yerleşmiştir.[4] Babasının isteği üzerine dokuz yaşında iken amcası Ali tarafından Tillo’ya götü­rülen İbrahim Hakkı, babasıyla karşılaştı­ğında şeyhi İsmail Fakîrullah’ı da orada gördüğünü, içinde ona karşı derin bir sev­gi ve hayranlık duygusu uyandığını ifade eder. On yedi yaşında iken babasını kaybeden İbrahim Hakkı, muhtemelen öğrenimini sürdürmek ama­cıyla aynı yıl Erzurum’a dönerek büyük amcası Molla Muhammed’in evine yerleşti. Öğrenimini tamamladık­tan sonra İsmail Fakîrullah’ı ziyaret etmek üzere 1728-29’da Tillo’ya gitti, ba­basının hücresine yerleşerek tasavvufî ha­yata yöneldi. İbrahim Hakkı ilk eğitimini babasından almıştır. Daha sonra onu etkileyen Şeyhi ve hocası İsmail Fakirullah olmuştur.[5] Ona olan minnet ve sevgisini belirten birçok şiir yazmıştır. Bunlardan birinde şöyle demektedir:
“Ey Fakirullah bu Hakkı bendebi,
Aşık-ı ferzane ettin akıbet”[6]
1734’de İsmail Fakîrullah’ın vefatı üze­rine Erzurum’a döndü. Daha önce baba­sının imamlık yaptığı Yukarı Habib Efen­di Camii’ne imam oldu. Bu arada ilk evlili­ğini yaptı. 1738 tarihinde hacca gitti. 1747 yılında İstanbul’a giden İbrahim Hakkı, şeyhi Fakîrullah’ın Sultan I. Mahmud nezdindeki saygınlığından fay­dalanarak padişahla görüşüp ilgi ve tak­dirini kazandı, saray kütüphanesinde ça­lışmasına izin verildi. Özellikle yeni astro­nomiye ilgisinin bu kütüphanedeki çalış­malarıyla başladığı söylenebilir. İbrahim Hakkı İstanbul’da iken kendisine müder­rislik payesi verildi ve ders okutması şar­tıyla Erzurum’daki Abdurrahman Gazi Dede Tekkesi’nin zâviyedârlığı tevcih edil­di. Erzurum’a döndükten sonra Habib Efendi Camii’ndeki imamlık görevini sür­düren İbrahim Hakkı, bir müddet sonra aynı zamanda iyi bir musikişinas olan oğ­lu İsmail Fehim’in tahsilini tamamlaması üzerine bu görevi ona bırakarak ilmî faali­yetlere daha fazla zaman ayırabilmek için günlerinin çoğunu Hasankale’de geçirme­ye başladı.[7]


İbrahim Hakkı 1755’te resmî bir hizmet için İstanbul’a çağrıldı. İlkinden daha uzun sürdüğü anlaşılan bu ikinci zi­yaret sırasında da kütüphane çalışmala­rı yapmış olmalıdır. Nitekim Ma’rifetnâme’yi İstanbul dönüşünden kısa bir süre sonra tamamlaması onun bu eserle ilgili olarak İs­tanbul’da yoğun bir hazırlık çalışması yap­tığı kanaatini vermektedir. İbrahim Hakkı, Hasankale’ye dönünce bir yandan Ma’rifetnâme’nin telifiyle meşgul olurken bir yandan da öğrenci yetiştirmeye başladı.[8]
1763’te üçüncü defa Tillo’ya giden İbrahim Hakkı, İsmail Fakîrullah’ın oğulları Hamza Ganiyyullah ve Mustafa Fânî tarafından babalarının halifesi olarak büyük bir ilgiyle karşılandı; muhtemelen Tillo’ya yerleşmesini sağlamak üzere onu kız kardeşleriyle evlendirdiler. Ni­san 1764’de ikinci defa hacca gitti ve dönüşte yine Tillo’da kaldı, burada öğrenci okutmaya ve eser yazmaya devam etti. Bir süre sonra da Erzurum’a git­ti. 1768’de Erzurum müftüsü Şeyh Mustafa Efendi ile beraber üçüncü defa çıktığı hac yolculuğu sırasında amcasının oğlu Yûsuf Nesîm’e, Şam’dan yazdığı mek­tupta eserlerinin oralarda bile arandığını ve ilgiyle okunduğunu bildiriyor, kendisin­den bazı kitaplarını temin edip göndermesini rica ediyordu. Yolculuğun ardından Erzurum’a döndü. Yaklaşık üç yıl sonra oğlu İsmail Fehim ile birlikte tekrar Tillo’ya giderek buraya yerleşti. 1775’te altı ay ka­dar süren ağır bir hastalığa yakalandı. Bu arada şeyhinin kızı olan son eşinin genç yaşta ölümü İbrahim Hakkı’yı derin­den etkiledi. Kısa bir süre sonra şeyhinin büyük oğlu Hamza Ganiyyullah’ın ölümü üzerine yalnızlığı daha da artan İbrahim Hakkı, 22 Haziran 1780 tarihinde vefat etti. İsmail Fakîrullah’ın oğlu Mustafa Fânî’nin isteği üzerine şeyhinin türbesine defnedildi.[9]
İbrahim Hakkı, şeyhi için özel mimarisi bulunan bir türbe yaptırmıştır. Tillo’ya yaklaşık 4 km. mesafede bulunan dağın tepesine bir kale inşa ettirmiş ve duvarın ortasına da küçük bir pencere yerleştirmiştir. Her sene Mart’ın 22’sine rastlayan “Nevruz Günü”nde Günesin ilk ışıkları kaledeki bu pencereden geçerek türbenin girişindeki kuleye yerleştirilmiş bulunan prizmaya yansımakta ve oradan da türbenin tepesindeki kubbenin penceresine aksedip, bir mercek yardımıyla İsmail Fakirullah’ın kabrinin başucunu aydınlatmaktadır.[10]
İlmi Yönü
İbrahim Hakkı, ilmi vukufiyeti ve geniş bilgisi ile tanınmaktadır. Zira onun geniş birikimi astronomi, matematik, fizik, anatomi edebiyat, kelam, tasavvuf, felsefe, dil bilimi, coğrafya, yer bilimi vb. alanlarda yazmış olduğu eserlerde de kendini göstermektedir. Kısaca mütefekkir, fizik ve metafizik gibi sahalarda eser veren önemli Türk düşünürlerdendir.[11] İbrahim Hakkı’nın iyi bir tahsil gördü­ğü eserlerinden anlaşılmaktadır. “Bu za­manda en dürüst dost, en uygun meclis arkadaşı, en seçkin yoldaş, yârların en ha­yırlısı ve sevgililerin en sevgilisi kitaplar ol­duğu için bunların sohbetlerine meylimi salmışımdır” şeklin­deki sözleri, onun düzenli öğrenim yanın­da kendi kendini yetiştirmeye de büyük önem verdiğini göstermektedir.[12]
Yeni astronominin verilerinden söz ederken hiçbir ilmî gelişmenin Allah’ın evreni yaratıp yönettiği gerçeğine aykırı olamayacağını belirten İbrahim Hakkı, bütün gelişmelerin bu inanç çerçevesin­de yorumlanması gerektiğini sık sık vur­gular. Ona göre din bakımından önemli olan, âlemin Allah tarafından yaratıldığı­nın kabul edilmiş olmasıdır; bunun öte­sinde yaratılışın ve oluşun keyfiyetine dair ortaya konan teorileri ve ilmî tespitleri benimsemenin bir sakıncası yoktur. Ma’rifetnâme’de Ebû Hanîfe’den “ser-mezhebimiz” diye söz eden İbrahim Hakkı’nın Nakşî veya Kadirî olduğu söylen­mektedir. İbrahim Hakkı’nın tasavvufi görüşleri Osmanlı tasavvufunun tipik ve canlı bir örneğidir. Ona göre ebedî kurtuluşu ka­zanmanın tek şartı Kitap ve Sünnetle amel etmektir. Allah dostlarının hallerine ve kemallerine ulaşmanın yolu onların yo­lunu izlemekten geçer. Her türlü ferdî ve içtimaî problemi aşmanın Kur’an’a uy­makla mümkün olduğuna işaret eder. İbrahim Hakkı, fizik âle­min kavranmasında akıl ve duyu tecrü­belerinin önemini kabul etmekle birlikte dinî ve tasavvufî konularda aşkı felsefe­den üstün tutar. Bu sebeple diğer mutasavvıflar gibi İbrahim Hakkı da ilham yoluyla elde edil­miş bilgiyi kitabî bilgiden üstün görür. Esas İtibariyle Copernicus astronomi­sini yansıtan bilgilere yeni aklî deliller ekleyen İbrahim Hakkı, sistem hakkında­ki bilgileri basite indirgeyerek anlatmaya çalışmıştır. Buna karşılık kelâmcılara dayanarak müneccimlerle tabiatçı filozofların yüce ya­ratıcının bilgisinden mahrum oldukları­nı, bütün olup bitenleri yıldızlara ve ta­biata bağlayarak sapıklığa düştüklerini söyler. Psikolojide büyük ölçüde İbn Sînâcı geleneği tekrar eden İbrahim Hak­kı’nın Ma’rifetnâme’de kişinin saç, göz, kulak, el, baş gibi organlarından ve dış görünüşünden hareketle onun ahlâk ve karakter yapısı hakkında sonuç çıkarma yollarını gösteren bilgilerden oluşan kıya­fet ilmi (physiognomy) konusuna ayırdığı bölüm İslâm ilimler tarihin­de bu alanda yapılmış çalışmalar içinde özel bir yere sahiptir.[13]
İbrahim Hakkı’nın çoğu Türk­çe olan eserlerinin sayısı hakkında deği­şik rakamlar verilmiştir. Bunlardan ikisi hakkında kısa bilgi verelim:
Di­van: 1755 yılında oğlu İsmail Fehîm için tertip edilmiştir. Divan­da Arapça ve Farsça şiirler dahil 500 ka­dar manzume yer almaktadır.
Marifetnâme: 1757’de tamamlanan eser İbrahim Hakkı’nın ismini ölümsüz­leştiren en önemli çalışmasıdır. Dinî ve din dışı ilimlere dair ansiklopedik bir eser olan Ma’rifetnâme, müellifin ilmî ve fikrî kişi­liğini, yetişmişliğini, din ve ilim anlayışını yansıtması yanında dönemin skolastik zihniyetinden kurtulma çabasını yansıtan nâdir örneklerden biri olması bakımından da özel bir değer taşımaktadır.[14] Genel olarak, incelendiğinde Doğu ve Batı bilimini ya da bir başka ifade ile klasik bilimsel sistemlerle ve açıklamalarla yenisini birlikte veren bir eserdir. Eserde ilkin matematikten başlamak üzere, nazari bilimler konusunda bilgi verilmiştir. Bunlar arasında astronomi ayrıcalıklı bir yer işgal eder. Ayrıca biyoloji, psikoloji ve eğitim konularında bilgi vardır. Eserde daha sonra hadislerden başlayarak dini bilimlerle ilgili bilgi verilmektedir.[15]
Bunların dışında İbrahim Hakkı’nın, âlemin yaratılışı, arş-ı azam, kürsü, levh-i mahfuz, kalem, sidretülmünteha, tuba ağacı, meleklerin vasıfları, tavus kuşuna benzeyen melek, cennet ve vasıfları vs gibi hususlarda israiliyattan mülhem olduğunu düşündüğümüz kimi bilgileri Ma’rifetname’de kullandığı da görülmektedir.[16]
İbrahim Hakkı’nın İnsâniyye, Mecmûatü’l-meânî, Meşûriku’l-yûh, Seîînetü’r-rûh min vâridâtil-fütûh, Kenzü’l-fütûh, Defînetü’r-rûh, Rûhu’ş-şürûh, Urve-tü’1-İslâm, Hey’elü’1-İslâm, Tuhfetü’l-kirâm ve Nuhbetü’l-kelâm gibi daha birçok eseri mevcuttur.

Kaynakça
-Esin Kahya, “Erzurumlu İbrahim Hakkı”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9502.pdf
-Hayrettin Karadeniz, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Ahlak Felsefesi, Doktora Tezi, Konya, 2006.
-Mustafa Çağrıcı, “İbrahim Hakkı Erzurumî”, DİA, İstanbul, 2000, c.21, s. 305-311.
-Şâkir Diclehan, Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı, Er-Tu Matbaası, İstanbul 1980.


[1] Bunlar III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa, I. Abdulhamit’dir.
[2] Esin Kahya, “Erzurumlu İbrahim Hakkı” http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9502.pdf
[3] Siirt’in günümüzdeki adıyla Aydınlar ilçesi
[4] Mustafa Çağrıcı, “İbrahim Hakkı Erzurumî”, DİA, İstanbul, 2000, c.21, s. 305-311
[5] Çağrıcı, a.g.md., s. 305
[6] Kahya, a.g.m.
[7] Çağrıcı, a.g.md
[8] Çağrıcı, a.g.md.
[9] Çağrıcı, a.g.md.
[10] Şâkir Diclehan, Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı, Er-Tu Matbaası, İstanbul 1980, s.134
[11] Hayrettin Karadeniz, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Ahlak Felsefesi, Konya, 2006, s. 5
[12] Çağrıcı, a.g.md.
[13] Çağrıcı, a.g.md.
[14] Çağrıcı, a.g.md.
[15] Kahya, a.g.m.
[16] Marifetname’nin dördüncü madde’sinden bir örnek verelim: “Bu safların gerisinde bir büyük yılan vardır ki, arş-ı âzamı kuşatır. Yılan, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Onun yüz bin kanadı vardır ki, kanatlarının her saçağının yanında bir melek tesbih eder bulunmuştur. O sarı yılanın tesbihinin sadasından melekleri titreme alır. Zira bu, bütün meleklerin tesbihinin sadasına galip gelmiştir. Ağzını açtıkça, gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük yılan tesbihinde taltif ile ilham olunsaydı, onun sadasının mehabetinden bütün yaratıklar helak olurlardı…”