Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

11 Mayıs 2008

Sultaniye Yahut Karapınar



09.05.2008 09:10:41
Doğudan batıya, kuzeyden güneye tarihi, kültürel ve coğrafî bakımdan eşsiz özelliklere sahip kocaman bir ülkemiz, gidilip görülecek, hakkında yazılar yazılacak müstesna yörelerimiz var. Fırsatlar bizi buldukça yahut biz onları yakaladıkça bahar mevsiminin ayağımızı yorgandan çıkaran kışkırtıcılığına kapılarak koşturup duruyoruz. İyi de yapıyoruz hani.

Pazar günü Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu ve Bizim Karapınar Gazetesi’nin misafiri olarak 1934 yılına kadar “Sultaniye” adıyla maruf Karapınar’daydık. Geldiğimden beri kulağımda hoş tınılar bırakan bu adın neden değiştirildiğini düşünüp duruyorum. Sultaniye, sultana ait, sultana has demek. Karapınar’a sultaniye denmesi, sanıyorum Anadolu Selçukluları dönemi ile Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’in Konya Valiliği sırasında buranın imarına önem verilmesinden kaynaklanıyor. O dönemde, şimdilerde restorasyonunun büyük bir kısmı tamamlanmış 39 dükkânlı bir bedesten, Selimiye Camii, kervansaray, han, hamam, 2 yel değirmeni ve 5 çeşme inşa edilmiş. 1868 yılında ilçe olan Karapınar’da 1882’de ilk belediye teşkilatı kurulmuş ve benim serzenişime konu olan ismi de 1934’de değiştirilmiş.
Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu ile Bizim Karapınar Gazetesi’nden Hikmet Peker ve Mithat Korkusuz, Konya’dan gelen kalabalık bir basın grubuna kusursuz ev sahipliği yaptılar. Yerel yönetimlerin ciddi tanıtım eksiklikleri bulunduğunu öteden beri yazıyorum. Saklı doğal güzelliklere, tarih ve kültür mirasına sahip onca yöremiz var. Görsel ve yazılı basının desteğini kullanmadan bunların tanıtımını tek başınıza kotarmanız zor iştir. Elbette sözüm söz konusu değerlerin farkında olan yönetimler içindir. Çağrımı yenilememde fayda var: Sizin anlatılmaya değer yerleriniz; yazarları, fotoğraf dernekleri, bilim adamları ve kültürel kuruluşları ile Türkiye standartlarının çok üstünde olan bir Konya var yakınınızda.
Karapınar’ın bilinen en önemli özelliği erozyon gerçeği. Türkiye’de erozyona maruz kalan 510 bin hektar alanın 103 bin hektarı burada. Bu rakam ülke genelinin % 27’sine karşılık geliyor. Erozyon önleme bölgesinin hakim tepesi Kartalyuvası’ndan geniş bir alana bakıyoruz. Erozyonla mücadelenin en yoğun geçtiği 1962-1972 yıllarından günümüze, toprakla buluşan fidanın ormana dönüşme yolunda olduğunu memnuniyetle görüyoruz. Son yıllardaki yağış düzensizliği baharlık bitkilerin çimlenmemesine yol açmış. Karapınarlı Zıraat Mühendisi Mustafa Okur, arge-özel sektör işbirliğinin çalışmaları güçlendirdiğini ifade ederek, bölgedeki sorunu şöylece özetliyor: “Çok ağaç, az erozyon.” Buradaki problem nasıl çözülür diye soruyorum, “personel sayısının arttırılması ve yeni sulama teknikleri” diyerek cevaplıyor. “Burada çalıştığım seneler boyunca binlerce fidan diktim, adam çalıştırdım, işten hiç yılmadım” diyen rahmetli Kayınpederim Zıraat Teknisyeni Ahmet Demirhan aklıma düşüyor.
Aynı bölgede, 1959 yılında büyük kum fırtınalarının ardından çöl halini alıp terk edilen 165 bin dekarlık “Gındam Yaylası”na uğruyoruz. Güneydoğunun kimi köylerini andıran kerpiç yapılı ve artık harabeye dönmüş evler var burada. Küresel iklim değişikliğine örnek gösterildiğini öğrendiğim yayla, adeta bir ibret manzumesi gibi karşımızda duruyor. Baharın diriltici mucizesi, kesif kekik kokuları ile rengârenk çiçekleri bir araya getirmiş.
Başkan Mugayıtoğlu, oturulur durumdaki 336 konutluk Toki’yi göster, ikinci etabın çalışmaları hakkında bilgi veriyor otobüsün en ön koltuğundan. Kısa şehir turunda başkan, yaptıkları icraatları sıralarken Karapınar’ın emin ellerde olduğuna kanaat getiriyorum.
Karapınar’a hakim “Ali Tepesi”ndeki çevre düzenleme çalışmalarını yerinde görüp “Meke”ye hareket ediyoruz. Google’dan arama yapmak için kutucuğa “meke gölü” yazdığınızda karşılaştığınız sonuç sayısı 34 bin civarında. Bu, Meke’nin ne kadar ünlü olduğunu göstermeye yetiyor. Özellikle yabancı turistlerle fotoğraf sanatçılarının gözdesidir Meke. Su yok denecek kadar az. Nazar boncuğuna nazar değmişler. Bir Meke hatırası fotoğrafı sonrasında “Acıgöl”e doğru yola koyuluyoruz. Bu gezinin doğal güzelliklerle ilgili detaylarını bir gezi yazısı olarak düşündüğümden kısa geçiyorum.
Ereğli güzergâhından otobüsle ilerleyip Oymalı Köyü yoluna dönüyoruz. “Oymalı Akören Yeraltı Şehri”ne de bir hayli yürüyüşten sonra ulaşıyoruz. Ardımızda bıraktığımız dümdüz, uçsuz bucaksız Ereğli Ovası. Yeraltı Şehri, sanıyorum ilk kez bu geziye katılanların yazılarına konu olacak.
Bahar güneşiyle başlayıp güz yağmurlarıyla sona eren gezilerimizin en güzellerinden biri oldu bu. Başta Başkan Mehmet Mugayıtoğlu, Hikmet Peker ve Mithat Korkusuz olmak üzere bize görmediklerimizi izleme fırsatı verenlere teşekkürlerimi sunuyorum.