Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

29 Temmuz 2015

On Yıl Arası Takvİmİmden Notlar


“Küçük kızım Nevra’ya, aman büyüme derim bazen.” 

Kendi halinde çocuklardık. Beş sınıflı eski bir okula gider gelir, boş zamanlarımızda mevsim oyunları oynar, oyunlar icat eder, aylak aylak dolaşırdık.  Ne olduysa o günlerde oldu. Orta mektep başladı. Magirus’tan Mercedes’e çevrilmiş otobüse ömrü boyunca birkaç defa binen ben, yeni alınmış yeşil renkli Süper Man’la sabah gün doğmadan okula gidiyor, akşam karanlığında eve dönüyordum. Otobüste sürekli ayakta olmaktan gına geliyordu. Hayli uzakta bulunan okula gidişlerde arkadaşım Ali ile birlikte kendimizin bile inanamayacağı espriler yapıyor, kahkahalar atıyorduk. Azar bile yemiştik huysuz bir uncudan. Hay sizi yetiştiren hocaların diye başlayan homurdanmalar hiç eksik olmuyordu. 
 
3 yaşında olmalıyım, 1972
Okul çantam umumiyetle benden öncekilerden tevarüs eden çakıt şeylerdi. Bu defaki de böyle oldu. Kilidi bozuk siyah bir ceymis bonddu bu. İkide bir açılır, içindekiler de etrafa saçılırdı. Attarlar içinden aldığım bir don lastiğiyle sorunu çözmüştüm. Küçük meseleler böyle çözülüyordu. Hani şu eskiyen ayakkabıları çöpe atmak yerine tamirciye götürmek cinsinden yani.
Çelik Blek ve Rodi hayatımızdan çıkmış gibiydi. Eskisi gibi Saray Sinemasının önündeki sergilerden değiş tokuş yapamaz olmuştuk. 


1975, Postane civarı
Okulda gayet sert hocalar vardı ve ben en çok parasız yatılı okuyan garibanların yediği dayaklara üzülüyor, aynı akıbete uğramamak için yaşımın üzerinde olgun davranmak zorunda kalıyordum. Ana babalarından uzakta, kocaman bir şehirde yalnız başına bu yoksul köy çocukları için hayat kim bilir nasıl da zordu.
Karma Ortaokulunun görevlendirmeli Sosyal Bilgiler hocası “Karma’lı Mesut” teneffüslerde içeri girerek olur olmaz bahanelerle sınıfımın küçük insanlarına zulmediyordu. Muhtemelen mü’min biri değildi. Müstahdem Oruç Efendi, okul çıkışlarında sınıf ve koridorları temizlemeye gerek bile duymuyordu. Etrafı kirletmek, duvar ve sıra üstlerine çizikler atmak akıl kârı değildi. Sınıfın mümessili vazifesini en iyi şekilde yaparak adımızı tahtaya yazabilir, siygaya çekilebilirdik. Bizler örnek insanlar olmak üzere yetiştirildiğimizi duyuyorduk sürekli. 

 
1983
Bekir Hoca “lamelif” harfini inanılmaz güzel yazıyordu tahtaya. Kocaman cüssesinden beklenmedik bir hareketle yapıyordu bunu. Kravatını gömleğinin yakaları arasına muazzam bir titizlikle sıkıp yerleştiriyor, ceketini sürekli ilikli tutuyordu. Kalın boynu zarar görmüyor muydu ne? Dersteyken saate bakılmasını şiddetle yasaklamıştı. Bunun, “şu herif bi gitse de rahatlasak” demek olduğunu söylemişti. Bu sebeple saate bakmakla bakmamak arasındaki tereddüt büyük bir stres sebebi oluyordu. Saati çıkarıp cebe koymak en iyisiydi. Tok sesiyle bugün öğrettiklerini yarın soracağını söylüyordu bir de. Feale’nin mâzî ile muzârîsini, bir de ism-i fâilini gururla çekebiliyorduk mecburen. 


Erol Bey Resim hocamızdı. Sağ mı sol mu unuttuğum yanağında kocaman bir ben vardı. Temiz yüzlü bir adam. Her gün gördüğümüz tiplere hiç benzemiyordu. Türkçeyi hiç duymadığımız kadar güzel konuşuyor, muhtelif ressamların albümlerini göstererek ruh dünyamızda estetik sayılabilecek devrimler yapıyordu. İlk mektepte patates, soğan ve mevsim yapraklarının baskısı yapmaya alışkın hale getirilen ve asla tükenmeyen sulu boya kutumuzu daima yanımızda taşımamız söylenen bizlerden, bu defa, natürmort denen işler çıkarmamız, kara kalem çalışırken kâğıdı delmememiz isteniyordu. 
1987


Lakin bir türlü beceremiyorduk. Müzikçi Erdoğan Bey, nota çizgilerini eğri büğrü de olsa çiziyor, notaların her birinin karnını tebeşirin burnuyla dolduruyordu. Güfteleri flüt marifetiyle hatasız çalmak için çabalamamız görülmeye değerdi. Bir türlü beğenmiyordu bizi. En çok da ön sırada oturan cılız talebeler muzdariptiler. Ara sıra tokat akşediyordu. Müzikçiler naif kimseler olurdu normalde. Komşumuz Hilmi amcaların evindeki siyah beyaz televizyonda görmüştüm. Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Nevzad Atlığ’ı hiç örnek almamıştı sanırım. 

Çocukluğumla ergenliğim arası beni görüntüsüyle, tevazuuyla, tavırlarıyla, öğrettikleriyle en çok etkileyen Gönül Hanım’dır. Halide Nusret’in talebesi olan hocamız çalıkuşunun bizim versiyonuydu. Onu anlatırken bazı şeyleri ihmal etmek korkusu duyarım bugün bile. Yazılı sınavlarda “ben size güveniyorum, yanınızdakine bakmaz, imtihanı güzelce başarırsınız” diyerek çekip gidiyordu sınıftan. Gerçekten de öyle oluyordu. Yanındakinin kâğıdına bakmaya yeltenen yoktu. Muhtemel bir bakma durumunda, çocuk masumiyetiyle uyarılar geliyordu kendiliğinden. Güvenilmek inanılmayacak kadar güzel şeydi. 

1992

Memlekette ülkücülerle solcular hapistelerdi. Her yer inzibat, polis. Bizim mezarlığa hayli kitap gömdüler, ekmek tandırlarında yaktılar. Mahallenin Akıncı Ocağı ile Ülkücü Ocağı arasında gidip gelmelerimiz eksik olmazdı. Dumanı tütmez olmuştu kocaman kitaplıkları olan bu ocakların. Eskisi gibi taka arabaların camlarından atılan parti broşürlerini toplamanın keyfi çoktan bitmişti. Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin boynuzlu koçunu unutmam hâlâ.
80li yılların başı korkuyla geçti. Mahalle bekçilerinin selahiyeti arttı, karakollarda işi olmak eve dönememek endişesiyle birleşti. Karaoğlan zamanından kalma gazyağı, benzin ve et kuyrukları giderek azaldı. Toprak ve kamış çelenli bahçe duvarlarını yıkmaya başladılar sonra. Mahalleli, çok katlı binalara girerek duvarların arasına hapsetti kendini.
Seneler geçiyor okulu sevemesem de alışıyordum. Seyyid Kutub diye birini ilk defa o zaman duydum. Ali Şeriati, Hasan el-Benna, Mevdudî, İran devrimi, filan. İyi kötü giden bir öğrenciliğimiz vardı. Neler oluyordu? Rusların Afganistan’ı işgali sürüyordu. İhvan üyeleri -tam da şimdiki gibi- Mısır’da her daim hapislere dolduruluyordu. Yeni bir dünya için bir şeyler yapılması gerekiyordu. Çay ocaklarında alıyordum soluğu. Mektep gibiydi oralar. Gazeteler, dergiler okunuyor, yeni çıkanları ilgiyle takip ediliyordu. Bunlardan birine ilk yazımı göndermiştim çoktan. Gizli şeyler yapıyor olmanın verdiği heyecanla başka türlü büyüyordum artık. Düzenli sayılmasa da okumalar yapıyor, olup bitene kayıtsız kalmıyor, şiirler, öyküler yazıyordum. Fakat kafamda inşa ettiğim dünyanın rol modelleri memleket dışındaydı.

2008

Okulda bilgisayar kursu açılmıştı o aralar. Ne büyülü kelimeydi o. Masaların üzerine sıra sıra konmuş 10 kadar bilgisayar. Hafta sonları gittiğimiz kursta kılıflarını özenle açıyor, bozulacak korkusuyla tuşlarına dokunmaya korkuyorduk. Fakat bu aletin ne işe yaradığını kestiremeden kurs çoktan bitmişti. Cobol dedikleri fevkalade zor programın gayet zeki öğrencilerin işi olduğuna vehmetmiştim.
Aradan bir sene geçti, geçmedi, bir pasaj kitapçısında “Erbain”i gördüm. Sonra Mayakovski, Rainer Maria Rilke ve Rimbaud. Durmadan şiirler yazıp tandıra attım. Şiirlerim ve ortalık sakinleşti.

 
2013, Erzurum
Bizden bir önceki kuşağın gözünde bütün yeni yetmeler “eyyamcıydı.” Özal, ne biçim bir adamsa “American way of life”ı kopyalayıp yapıştırıyordu hayatımıza. Azalmış korkular, giderek artan bir tür “kendini gerçekleştirme”ye tebdil ediyordu. Değişmeyen hayli şey de vardı aslında. Bunlardan biri mesela, üstlerine medrese kokusu sinmiş ve emeklilik yaşını çoktan geçmiş hocaların tavırları diğeri de Edebiyatçı Şevket Hocanın İspanyol paça pantolonlarıydı. İstasyondan tiyatro binasına doğru gitmekte olan dolmuş yolcuları “heykel”de inecek var demeye çekiniyorlardı. Anıt demelilerdi. Güvenlik kurulu yasaklamıştı çünkü. Çocukça şeylerdi ama gündelik hayatın bir yerini meşgul etmeye yetiyordu.
İlk mekteple lise sonu arası zamanlarım gibi bütün memleket, değişim ve dönüşümlere sahne oldu. Ne olduysa işte ondan sonra oldu… 

22.10.2013

Hah Köyünde Bİr Sonbahar Günü




Hah Köyündeyim, Eylül 2013
2013 yılı Eylül ayının 9. günüydü. Midyat’ta her zamanki yerimde çayımı içerken kaldırımdan gelip geçenleri uzun uzun seyrettim. Burada olmak başka yerlerde olmaktan hep farklı gelir bana. Farklı lisanlar, kültürler, dinler ve yaşamların hayata kattığı desenlerin orta yeridir buralar. İkinci çaydan sonra kalkıp Hah köyüne doğru yola koyuldum.


Değiştirilmiş köy adları yerine eskisini kullanmayı tercih ettiğimden Anıtlı demeyeceğim. Dargeçit yolundan doğuya doğru 20 kilometre kadar gitmem lazım. Yol boyunca gördüğüm üzüm bağları çoktan bozulmuş. Ortalık sararıp solmuş. Sonbahar yakışmış topraklara. Şimdilerde köylerde pekmezler kaynatılıyor olmalı. 

 
Yevnon Cepe
Meryem Ana kilisesine geldiğimde kimseler yoktu. Avluya girip konuşacağım birini aradım. Az sonra orta yaşlı bir papazla 10 kadar rahibe avludan geçip kiliseye girdiler. Biraz sonra da siyah takım elbiseli, kravatlı, siyah fötr şapkalı biri geldi. Avluda başka kimse yok. Birbirimize baktık. 


Yaşlı Süryaniler hep bu mevsimde, Eylül’de gelirler Tur Abdin’deki köylerine. Muhtemelen İsveç’te yaşayan ve uzun öyküleri olan biridir dedim. Şapkasını çıkarıp takkesini geçirdi başına. Birbirimize doğru birkaç adım attık. Adım Yevnon Cepe dedi, ruhaniyim. Kartını uzattı. Küçük bir broşüre benzeyen böylesi bir kartı ilk kez gördüm. Bir yüzünde Tur Abdin sınırları kırmızıya boyanmış Türkiye haritası, diğer yüzünde kilisenin fotoğrafı var. Adının altında Pfarrer der Syrisch-Orthodoxen Kirche ibaresi. Almanya’ya seneler önce gidip yerleşmiş. Doğduğu köye her yıl olduğu gibi ziyarete gelmiş. Bir süre avluda dolaşıp konuştuk. Sonra da yanımıza manastırın görevlisi Aziz geldi. Yaşlı ruhani diğer yaşıtlarına çok benzeyen öyküsünü uzun uzun anlattı.  
 Eski adı Hubhi olan Hah köyünün değiştirilmiş adı Anıtlı.


Kadim Tur Abdin topraklarında hayli yer gördüm. Camilere, manastırlara, hanlara, saraylara uğradım. Buralarda yaşadığım sürece de artan merakıma uymaya devam edeceğim.
Ben, Çetin Ekin, Hahlı Aho Akyüz, Öğrencilerim İsmet Akan, Gökhan Yeşilmen




19 Temmuz 2015

Türkİye'dekİ en eskİ Türkçe Kİtabe Bulundu


Bu yazı alıntıdır..

drs. Mehmet Tütüncü

(orijinal metne  2015 Mayıs ayı Tarih ve Düşünce  dergisinden ve sayfanın altındaki linkten ulaşılabilir.)

1. Giriş
Kitabeler dayanıklı taş üzerine yazılmış ve umuma
açık yerlere konularak halkı bilgilendirmeye yarayan
yazılardır. Kitabelerin başka bir görevi de zamanın
hükümdarları ve yöneticilerinin egemenlik sembolleri
olmalıdır. Selçuklular zamanında kullanılan
Es-Sultani başlıklı kitabeler ve daha sonraki devirde
Osmanlı sultanlarına ait tuğralar bunlara örnek
gösterilebilir. Dayanıklı maddelere yazıldıkları için
bengi taşlar olarak da anılan bu taşlardan Türk tarihi
bakımından en meşhurları Orhun Abideleri’dir.
Orhun Abideleri gerek içerikleri gerekse yazıldıkları
Türkçe ile Türk tarihi ve dilinin temel taşlarıdır.
Orhun Anıtları’nda kullanılan Türkçe aynı zamanda
elimize geçen en eski Türkçe metinlerdir. Daha
sonra Türklerin İslamiyet’e girişinden itibaren kullanılan
kitabe dili ise Arapça olmuştur. Böylece Or-
1. Bu makale 8-10 MAYIS 2014 tarihlerinde Kütahya’da
yapılan Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür
ve Medeniyeti Sempozyumlarının ikincisi olan Germiyanoğulları
Beyliği Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuş ve
makale olarak sempozyum yürütme kuruluna baskı için verilmiştir.
Fakat kitabın ne zaman çıkacağı belli olmadığından
ve konunun önemine binaen kamuoyuna daha erken duyurulması
amacıyla Düşünce ve Tarih Dergisi’nde yayımlanması
uygun görülmüştür.
2. SOTA / Türk ve Arap Dünyası Araştırmaları Merkezi, Hollanda
Eposta: m.tutuncu@gmail.com
hun Yazıtları’nın dili uzun yıllar kültür değişimi ve
göçler nedeniyle unutulmuş ve kullanılan yazılar
genelde Arapça veya Farsça olmuştur. Selçukluların
yazdıkları bütün kitabeler Arapçadır. Keza Memlukler
ve başka Türk beylikleri de yine öyle. Karamanoğlu
Mehmet Bey’in Türkçe kullanma fermanı ise
en azından kitabede kullanılan dil bakımından bir
değişikliği yol açmamıştır. Anadolu’da ve tüm Türk
coğrafyasında Türkçenin kullanılmaya başlanması,
İstanbul fethinden sonra çoğalmış ve devam etmiştir.
Anadolu’da ilk Türkçe kitabe hangisidir? Hangi
şartlarda yazılmıştır? Bunlar hâlâ tarihimizin bilinmezleri
arasında yer almaktadır.
Beylikler devrinin yazılı kaynakları oldukça kısıtlıdır.
Kitabeler bu yazılı kaynaklara ek olarak kullanılan
ve çoğu zaman yazılı kaynaklarda bulunmayan
bilgileri barındırmaları bakımından çok önemlidir.
Özellikle Germiyanoğulları Beyliği kitabeleri devrin
kültür hayatı bakımından ve beyliğin silsilesini ve
aile fertlerini ortaya koymaları bakımından kullanılmalıdır.
Bahsedeceğimiz kitabede Anadolu’nun hem
en eski Türkçe kitabesi olması bakımından hem de
yazılı kaynaklarda bulunmayan bilgileri ihtiva etmesi
bakımından iyi bir örnektir
2. Germiyan Beyliği Kitabeleri
Türk Beylikleri arasında, yeniden kitabelerde
Türkçe kullanma geleneğini Germiyanoğulları baş-
TÜRKİYE’DE EN ESKİ TÜRKÇE
KİTABE ESKİŞEHİR SEYİTGAZİ
İLÇESİNDE BULUNDU1
(Seyitgazi Kurd Abdal Vakfiyesi - 1369 Yılı)2
Dr. Mehmet TÜTÜNCÜ
Orhun Abideleri’nden Sonra En Eski Türkçe Kitabe,
Arap Harfleriyle Taşa Yazılan En Eski Türkçe Metin,
Anadolu’da Türkçe İlk Kitabe
Mayıs - 2015
16
latmıştır. Kütahya’da Germiyanoğlu Yakup Bey Medresesinde
bulunan ve 817 / 1414 tarihli taş vakfiye Türkçe
olarak yazılmıştır. Bu uzun ve muhteşem kitabe Orhun
Anıtları’na benzeyen bir üslupla yazılmıştır. Son Germiyan
Hükümdarı II. Yakup Çelebi tarafından yazdırılan
bu kitabe Anadolu’da bulunan en eski Türkçe kitabe
kabul edilmektedir.
II. Yakub Çelebi Külliyesine (imaret) ait, H 817/ M
1414 tarihli, dönemin Türkçesiyle yazılmış, hâlen bir
tas vakfiye (kitabe) bulunmaktadır. Medrese yanındaki
eyvan içinden 1935 yılında alınarak, imaret mescidinin
giriş revakının güney duvarına yerleştirilen 39 satırlık
vakfiyenin ancak 30 satırı okunabilmiş, diğer satırlar
silinmiştir. Kitabede, imaretin H 814 / M 1411 yılında
tamamlandığı, beş ay isledikten sonra Karamanoğlu
işgali nedeniyle iki buçuk yıl muattal kaldığı ve Yakub
Bey’in ülkesine sahip olması üzerine, tekrar hizmet vermeye
başladığı kaydedilmektedir. Fakat gerek yazıdaki
mükemmeliyet gerekse metnin uzunluğu bundan önce
başka yazıtların olması ihtimalini gündeme getirmiştir.
Anadolu’daki bir kitabe envanterimiz olmadığından
kronolojik bir sıralama yapmak mümkün değildir
3. En Eski Kitabenin Bulunuşu
Yapmış olduğumuz kitabe araştırmalarında, Anadolu’daki
en eski kitabenin Yakub Bey’in Vakfiyesinin
olmadığı bundan daha eski başka bir kitabe olduğunu
tespit etmiş bulunuyoruz.
Kitabeyle ilk tanışmamız 18 Ekim 2011 tarihinde
oldu. Orta Çağ kazıları için geldiğimiz Eskişehir’den Seyitgazi’ye
hareket ederek uzun zamandır görmek istediğim
Seyitgazi Külliyesini inceledim. Daha önce yayımladığım
Hacıbektaş Külliyesinin kitabeleri gibi Seyitgazi
Külliyesinin kitabelerini de yayımlamak istiyordum.
Kitabelerin resimlerini çekmeye başladım. Camiye giriş
kapısında bir korkuluk ve pencere duvarına inşa
malzemesi olarak kullanılmış ve birbirine dikey olarak
yerleştirilmiş yazılı iki taş dikkatimi çekti, okumaya çalıştım.
Taşların birinin üzerindeki yazı oldukça açık ve
okunaklı yazılmıştı. Çok eski olduğu anlaşılan yazıyı
17
Mayıs - 2015
18
19
okumaya çalıştım, biraz bakınca kitabelerin Türkçe olduğunu
anladım.
Daha önce yayımlanan Seyit Gazi Kitabeleri’nde3 hiçbir
Türkçe kitabeye rastlamamıştım. İlginç bir kitabe
olduğunu hemen hissettim. Ve eve dönünce kitabeyi
tekrar inceledim. Yeni ve çok önemli bir şey bulduğumu
anlamıştım. İki gün sonra tekrar giderek kitabelerin
daha iyi fotoğraflarını almaya gayret ettim.
4. Anadolu’daki En Eski Kitabe: Kurd Abdal
Vakfiyesi (1369 Yılı)
Kitabenin bulunduğu yer Seyitgazi. Eskişehir’in Seyitgazi
ilçesi adını burada kurulan Seyid Battal Gazi
Külliyesinden almaktadır. Anadolu’da kurulan en eski
külliyelerden olan bu külliye içerisinde birçok kitabe de
barındırmaktadır.
Seyyitgazi Külliyesinin mescidine girişte önce dış
kapıdan geçilmekte. Buradan içeri girince kubbeli bir
mekândan geçilerek ikinci bir kapı ve kapının iki yanındaki
demir parmaklıklı düzenleme ve yarım duvar
bulunmaktadır. Bu kapı ve duvar güneydeki diğer iki
bölümden ayırmaktadır. Bu düzenlemenin kapısı üzerindeki
kitabede; “Seyyid Sultan Gazi sevgisinin Türbedârı
Miskin Dede bu kapıyı 921/1516-17 yılında yeni-
3. Wulzinger, Karl, Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens, Verlag Von
Ernst Wasmuth, A.-G., Berlin 1913. Külliyede bulunan bütün kitabeleri
yayımlamışlardır.
ledi. Allah toprağını güzel eylesin.” metni yazılıdır. Bu
kapıyı geçince ikinci bir mekâna girilmektedir. Kitabeler
ise bu mekânda yer almaktadır. Kitabeler (bk. Resim 1
ve 2) demir parmaklıklı duvarın güney tarafının doğu
kısmında köşede yer almaktadır. Kitabenin yanında bulunan
bir kapıyla kubbe ile örtülü (türbedar) zikir odasına
geçilmektedir. Sofanın orta bölümünün batı duvarına
açılmış bir kapıyla Mihaloğulları Türbesi’ne, güney
bölümünün batı duvar eksenine açılmış bir kapıyla Seyyid
Battal Gazi Türbesi’ne, güney duvar eksenine açılmış
bir kapıyla camiye geçilmektedir. Güney bölümün, doğusunda,
üst katı sivri kemerle eyvan biçiminde sofaya
açılan iki katlı Kesikbaşlar Türbesi, orta bölümün doğusunda
çilehane odaları yer almaktadır.
5. Fiziki
Özellikler
Yazılar taş üzerine kabartma tekniği ile yazılmış ve Seyitgazi
Külliyesi Camisi’nin giriş kapısının sol tarafında
bir pencerenin yanına monte edilmişlerdir.
Taşın cinsi kalker taştır. Taşlar yer yer aşınmış olsa da
yazılar oldukça iyi korunmuş ve önemli kısımları hâlâ
gözle okunabilecek durumdadır.
Yazıda kullanılın hat Memluklü neshi olarak bilinen
ve 13-14. yüzyılda Anadolu’da da çok kullanılan nesih
hattır. Germiyanlılar ve Osmanlılarda bu hat oldukça
20
sık kullanılmıştır. Satırlar oldukça kısa ve sık yazılmış
ve harfler istiflenmiştir. İlk başlarda seyrek yazılan yazı
ileriki satırlarda sıkışarak ve istiflenerek devam ediyor.
Birinci taşın yazı alanı ikinci taştan daha geniştir. 1. taşın
1. satırında 14 harf varken 3. satırda 26 harf bulunmaktadır.
2. taşta ise harfler satırlara daha eşitçe dağıtılmıştır.
Satırlarda 10-14 harf sıkıştırılmıştır.
6. Metinler
Kitabe 8 satırdan oluşuyor. Transkripsiyon aşağıdaki
şekildedir.
1. Sebeb-i şerʿ-i oldur ki
2. Ṣatun aldı Ḳurd Abdāl
3. İbn Cihān-dār Süleymān Şāh ibn Meḥmed Beg
4. Aḳ buñar adlu bir mezraʿayı ḥudūdları taʿyīn
5. Ḥadd-i evvel Aḳçabel’dür, Çerībāşı’ndan
6. ṣınūrdır. Ḥadd-i sānī Aşçabend nām bende.
7. Ḥadd-i ṣāliṣ bend-i mezbūrdan Aḳbuňar’a.
8. Şehede bî mā fīhi Mevlānā Ḳāsım ibn Mesʿūd
Bunun yazılmasının sebebi odur ki Mehmed Beğ oğlu
Cihandar Süleyman Şah oğlu Kurd Abdal Satın aldı. Akpınar
adlı mezrayı hudutları şöyledir: Birinci sınır Akçabel’dir,
Çeribaşı’ndan sınırdır. İkinci sınır Aşcabend
adındaki bende kadardır. Üçüncü sınır bu bendden
Akpınar’a kadardır. Mevlana Kasım ibn Mesud bunun
içindekilerin hepsini tasdik etti.
21
1. Mezbūr Ḳurd Abdāl
2. Aḳbuñar’ı vakf
3. İtdi ḥadd-ı ṣınūrla
4. Seydī Gāzī ka-
5. pusına. Rıẓā vire
6. Allah Teʿāla. Şehede bi-zalike
7. Murād ibn Baḥşāyis
8. Cemī-i Dervīşān. Tāʿrīḫen
9. fī receb, sene sebʿīn ve [sebʿa māʿe] 770.
İsmi yazılı olan Kurd Abdal Akpınar’ı vakfetti Seyyid
Gazi kapısına. Allahutaala kabul etsin. Murad ibn Bahşayiş
ve bütün dervişler bunu tasdiklediler (şahitlik ettiler).
770 yılının Recep ayında. (1369 yılının Şubat-Mart
aylarında).
7. Açıklamalar
Kitabenin İçeriği
İki ayrı taşa yazılmasına rağmen kitabeler bir bütündür.
Kitabelerde iki hukuk işlemi yansıtılmış. Birinci
kitabede Kurd Abdal’ın Akpınar adlı bir mezrayı satın
aldığı ve ikinci kitabede ise bunu Seyid Gazi Dergâhı’na
(kapısına) vakfettiği kaydediliyor. Birinci kitabede satın
alınan mezranın sınırları dikkatli bir şekilde belirtiliyor.
Burada sınırlar tayin edilirken hudut, had ve sınır kelimeleri
yan yana kullanılıyor. Bu da Türkçenin o yıllardaki
kelime zenginliğine işaret eder. Akpınar’ın ilk sınırı
Akçabel’dir. İkinci sınır Aşcaband adındaki bir benddir.
Üçüncü sınır ise bu bendden Akpınar’a kadar olan çizgidir.
Bu satın alma işleminin Mevlana Kasım ibn Mesud
adlı bir kadının huzurunda yapmıştır.
İkinci kitabe ise daha kısa ve daha özdür. Burada Kurd
Abdal’ın sınırları birinci kitabede belirtilen vakıf mallarını
Seyid Gazi Dergâhı’na vakfedilmiştir. Buradaki
bütün dervişler ve Murad bin Bahşayiş bunu tasdiklemişlerdir.
Tarih
Son satırda ise bu satın alma ve vakıf etme işlemin 770
yılının Recep ayında yapıldığı kaydolunmuştur. Kitabedeki
tarih kısmını ve yüzler hanesini maalesef okumak
mümkün değildir. Kitabenin bu kısmı büyükçe bir taşın
(bk. Resim 1, 2 ve 4) arkasında kalmıştır ve muhtemelen
kesilmiştir. Son satırda Receb ayı ve sebʿīn yani
70 kelimesi okunmaktadır. Arapça seneler yazılırken
1’lerin rakamları ilk önce, onlar rakamı daha sonra ve
yüzler rakamı ise en son olarak yazılmaktadır. Metinde
1’ler rakamı yazılmamıştır ve sadece onlar rakamı yazılmıştır.
Yüzler rakamının yeri ise daha önce bahsettiğimiz
sebepten okunamamaktadır. Fakat kitabede ismi
anılan Kurd Abdal’ın babası Süleyman Şah Germiyan
hükümdarı olarak (1361-1387 Miladi ve hicri olarak
762-788) yıllarında hüküm sürmüştür. Kitabe bu şekilde
onun iktidarının 770 yılında yazılmıştır. Kitabeyi bu
şekilde tarihlendirerek Anadolu’daki en eski Türkçe kitabe
ile karşılaşmaktayız.
Kitabede geçen insan isimleri:
Kurd Abdal: Kitabeyi yazdıran kişi. Germiyan Bey’i
Süleyman Şah’ın oğlu. Başka kaynaklarda adı geçmiyor.
Sadece bu kitabeden tespit ediyoruz. Diğer kardeşleri
Yakub, İlyas ve Hızır başka kaynaklardan biliniyor. Akpınar
adlı mezrayı satın alarak gelirlerini Seyidgazi Dergâhı’na
vakfediyor.
Cihandar Süleyman Şah: Germiyan Beyi 1361-1387
yıllarında Germiyan Beyliğinin başında bulunan bey.
Kurd Abdal’ın babası
Mehmed Beğ: 1340-1361 yıllarında Germiyan Beyinin
başında bulunan bey. Kurd Abdal’ın dedesi.
Mevlana Kasım ibn Mesud: Akpınar adlı mezranın
alım ve satım işlemini gerçekleştiren kadı.
Murad bin Bahşayiş: Akpınar’ın gelirlerinin Seyid
Gazi Dergâhı’na vakfedilmesi kaydını gerçekleştiren
kadı.
Abdallar ve dervişler: Seyid Gazi Dergâhı’ndaki dervişler
vakıf işlemine şahitlik etmişler ve bu şekilde kitabeye
de yazılmış.
22
Kitabede geçen yer adları:
Seyid Gazi Kapısı: Seyit Gazi Dergâhı.
Akbunar: Eskişehir ile Seyitgazi arasında şimdi Eskişehir’in
bir mahallesi olan mezra. Kurd Abdal tarafından
satın alınarak Seyit Gazi Dergâhı’na vakfediliyor.
Akçabel: Yeri şimdilik tespit edilemeyen ve Akbınar’ın
sınırlarını belirleyen bir yer adı.
Aşcabend: Yeri şimdilik tespit edilemeyen ve Akbınar’ın
sınırlarını belirleyen bir yer adı.
Burada dikkat çeken husus Kurd Abdal ismidir. Kitabeden
anlaşıldığına göre Kurd Abdal Süleyman Şah’ın
oğludur. Bu bilgi ilk defa bu kitabede ortaya çıkmaktadır.
Başka kaynaklarda Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın
Kurd Abdal isminde bir çocuğu olduğu yazılı değildir.
Süleyman Şah’ın bilinen oğulları Hızır Paşa, İlyas Paşa
ve II. Yakub Beylerdir.
Germiyanoğulları’nın silsilesine bakılırsa şöyle bir
tablo ortaya çıkmakta
Yakub I (1300-1340)
Mehmed Bey (1340-1361)
Şüleyman Şah (1361-1387)
Yakub II (1387-1421) Kurd Abdal ???
Taş Vakfiye (1414) / Vakfiye (1369)
Kurd Abdal’ın dikkat çeken ikinci bir özelliği ise kendisini
Abdal olarak tanıtmasıdır. Buradaki abdal ismi
şüphesiz Anadolu’daki Abdallar cemaati ile bir bağlantıya
işaret ediyor.
8. Dil Özellikleri
Muğla Üniversitesinden Prof. Dr. Ali Akar’a kitabe
metnini göndererek özellikleri hakkında fikirlerini sordum.
Ali Akara tarafından belirtilen görüşler şöyledir.
“Metnin içeriğine gelince; Bu metin Eski Anadolu
Türkçesinin karakterini yansıtıyor. Bunun en önemli
belirtileri olarak; “satun” kelimesindeki “u”nun yuvarlak
olması. Bu dönem metinlerinde yuvarlaklık karakteristiktir.
“Kurd Abdal” tamlamasındaki “kurd” kelimesi
önemli. Bu dönemdeki isimler Asya orijinli hayvan
isimlerinden oluşabilir. Arslan, Tuğrul, Kurt gibi. Bu
da önemli bir belirti. Bu kelimeyi “kürt” kelimesiyle
karıştıranlar vardır. “Kürt” kelimesi “kef ” ile yazılır.
Burada açıkça “kaf ” ile yazılmış. Metnin Eski Anadolu
Türkçesi dönemine ait olduğunu gösteren bir diğer belirti
“buñar” kelimesidir. Bu kelime Anadolu sahasında
kullanılmaya başlayan “p” ile değil de “b” ile yazılmış olması
önemlidir. Zira, Anadolu’da yazılan ilk Türkçe metinlerde
“b” kullanılmış, “p” daha sonradan Farslardan
alınmıştır. “b”li metinler daha eskidir, bu da metnin eskiliğini
gösteriyor. Bu iki husus yanında eklerdeki ünlü
uyumunun bozuk olması da ilk dönemlere ait olduğunu
gösterir: kapu-sı-, ol-dı, yüz-i, ad-lu (metinde ad-lı şeklinde
çevrilmiş!).Evet, benim tespitlerim metnin Eski
Anadolu Türkçesinin özelliklerini tam olarak yansıttığı
23
yönündedir. Tabii, ben bir dil tarihçisi olarak metinden
hareketle bu yargıya varıyorum. Son söz her zamanki
gibi tarihçilerindir!.”
9. Sonuç
Burada yayımladığımız iki kitabe Anadolu’daki en
eski Türkçe kitabe olma özelliği bakımından olağanüstü
önemlidir. Kitabe 1369 yılının Şubat/Mart aylarında yazılmıştır.
İçindeki bilgiler bakımından da Germiyanoğulları
Beyliği tarihi için oldukça değerli başka kaynaklarda
olmayan veriler sunmaktadır.
Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın başka kaynaklardan
bilinmeyen Kurd Abdal adında bir oğlunun Seyit Gazi
Dergâhı’na yaptığı bir bağıştan söz edilmekte bunun
yanında devrin önde gelen kadılarının isimleri de zikredilmiş
ve tarihsel topografya için bazı yere isimleri ve
hudut tayinleri yazılmıştır.
Kitabenin tüm sırlarının çözümlendiği söylenemez.
Özellikle bazı kelimelerde ve yer isimlerinde yer yer
okumada problemler vardır. Burada bizim verdiğimiz
şüphesiz bir ilk okuma ve değerlendirmedir. Başka kaynaklardaki
verilerle karşılaştırılarak kitabenin sırları ortaya
çıkacaktır.
KAYNAKÇA
Altınsapan, Erol.1999, Ortaçağ ‘da Eskişehir ve Çevresinde Türk Sanatı
(1.Baskı). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, No:1091.
Altınsapan, Erol ve Parla, Canan. Eskişehir Selçuklu ve Osmanlı Yapıları
(1.Baskı). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, No:1548. 2004.
Altun, Ara, “Kütahya’nın Türk Devri Mimarisi Bir Deneme”, Atatürk’ün
Doğumunun 100. Yılına Armağan Kütahya, İstanbul, 1981-1982, S. 288-
304 özellikle s. 193-195.
Balhasanoğlu, Un Inscription Turque a Kütahja, KSz, VI, Budapest,
1905, s. 351-359.
Çetin Varlık, Mustafa, Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara,
1974, s. 147-149.
Gülensoy, Tuncer, “II. Yakup Bey’in Taş Vakfiyesinin Dil ve İmla Özellikleri
ile Tarihi Açıdam Değerlendirilmesi”, VII: Türk Tarih Kongresi, Ankara,
11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bidiriler, II. cilt, Ankara, 1981,
pp. 613-644.
Halil Ethem Bey, “Al-i Germiyan Kitabeleri”, Tarih-i Osmani Encümeni
Mecmuası, Yıl 1, (İstanbul, 1329-1911), s. 113-120.
Jacob, Georg, “Sejjid Gazi”, Zeitschrift für Assyriologie und Vorderasiatische.
Archäologie. 1912, Volume 26, Issue 1-3, Pages 240–248 kitabenin tanıtımı.
Küçükcan, İlyas, Seyyid Battal Gazi ve Külliyesi (3.Baskı). Ankara: Gazi
Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları:
2.
Küçükcan, İlyas, Tarihsel Gelişim Sürecinde Seyitgazi. ESKİyeni Dergisi,
Eskişehir, 2010, Sayı 19, 66-71.
Menzel, Theodor, “Das Bektāši-Kloster, Sejjid-i Ghâzi”, Mitteilungen
des Seminars für rientalische Sprachen, 28 (1925): pp. 92–125.
Parla, Canan, “Seyitgazi Külliyesi”, ESKİyeni Dergisi, Eskişehir, 2010
Sayı 19, 59-65.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kütahya Şehri, İstanbul, 1932 (s. 79-89).
Uzluk, Feridun Nafiz, “Germiyanoğlu Yakub II. Bey’in Vakfiyesi”, Vakıflar
Dergisi, C. VIII.
Wulzinger, Karl, Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens, Verlag Von Ernst
Wasmuth, A.-G., Berlin, 1913.
Yenişehirlioğlu Filiz, ‘The Tekke of Seyyid Battal Gazi”. Anadolu ve Çevresinde
Ortaçağ , 2, 122–165, Ankara, AKVAD.
Yurdaydın, Hüseyin Gazi, “Seyit Gazi Bölgesinin Bazı Önemli Abdideleri”,
İslami Araştırmalar Dergisi sayı 3-4 1999 pp. 241-246.
Yürekli, Zeynep Architecture and Hagiography in the Ottoman Empire
The Politics of Bektashi Shrines in the Classical Age, Ashgate London,
2012.

Türkiyedeki en eski Türkçe olarak yazılmış kitabe hakkında yaptığım bir keşif Mayıs ayında Tarih ve Düşünce  dergisinde yayınlandı. Başka bir Ülkede olsa (mesela Almanya veya İngilterede olsa ) epeyce ilgi çekecek olan bu araştırma ve keşif Türkiye'de  hiç bir şekilde ilgi görmedi. Ne bir gazete konuya el attı, ne Türk Dil Kurumu Anadolu'da dilimizin bu en eski yadigarı hakkında herhangi bir açıklama yaptı, ne de Tarih Kurumu herhangi bir ilgi gösterdi. Velhasıl demek ki Türkiye'de Türk tarihine ve diline olan ilgi(siz)liğide böylece görmüş olduk.
Araştırmalrınızda kullanmak isterseniz bu yazının basılmış halini aşağıdaki bağlantıdan indirebilirsiniz.  

TÜRKİYE’DE EN ESKİ TÜRKÇE KİTABE ESKİŞEHİR SEYİTGAZİİLÇESİNDE BULUNDU
(Seyitgazi Kurd Abdal Vakfiyesi - 1369 Yılı)  

Kaynak: https://www.academia.edu/12623053/

drs. Mehmet Tütüncü
Türk ve Arap Dünyası Araştırma Merkezi
Research centre for Turkish and Arabic World
Adres: Scheveningseweg 15
2517 KS Den Haag

12 Temmuz 2015

Mustafa Kemal Atatürk Adına Uydurulmuş Bİr metİn



Uyanığın! biri yazmış aşağıdaki metni. Can Dündar filan diyen de var, fail-i meçhul diyen de..
Sonra kendini “Kemalist Devrimci (Bilimsel Sosyalist)” olarak tanımlayan İsmail Aydın adında birinin herkese açık paylaşımını gördüm. Bu yazıya ulaşır da kaldırılmasını talep ederse kaldıracağım.
Şöyle analiz ediyordu metni:

UYDURMA BİR METİN VE ANALİZİ
internette dolaşan uyduruk metin

Efendiler
Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil
Bilakis bu tip yapılar din ve devlet düşmanı oldukları
Selçuklu ve osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık.
Çok değil yüzyıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat
Etmezseniz göreceksiniz ki: bazı kişiler bazı cemaatlarla
Bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne
Sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra
Devleti bölüşmeğe geldiğinde bir birlerine düşeceklerdir.
Ayrıca unutmayın ki; o gün geldiğinde, her bir taraf
Diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.
Mustafa kemal atatürk
17 aralık 1927.ankara


İnsanlığın yazılı tarihi boyunca muhayyel bir tanrı/tanrılar, ‘peygamber’ denilen şahıslar, padişahlar, askerler, devrim önderleri, felsefe ve bilim insanları.. adına kitaplar ve sözler uydurulmuştur. Son yıllarda bu sahtekarlık Atatürk, (Hz.) Muhammed, Einstein, İlber Ortaylı.. isimleriyle kaleme alınan düzmece söz ve metinlerle berdevamdır.

Yukarıdaki uyduruk metni tahlil edelim/sorgulayalım:

• Dil ve üslup Atatürk’ün değildir.
• Kaynak belirtilmemiştir. (Tarih yazmak kifayet arzetmez!)
• Selçuklu tekke ve zaviyeler yüzünden değil, taht kavgaları ve Moğollar yüzünden çökmüştür. O devirde tarikatlar cenin halindeydi, fazla tekke yoktu. Osmanlı’nın çöküşü ise tekkelerden ziyade medrese ile irtibatlandırılabilir. Bunları Atatürk’ün bilmemesi mümkün değildir.
• Tarikatların ve onların kurumları olan tekke ve zaviyelerin dini temelleri ve dejenere oluşları sorgulanabilir, lakin ‘din ve devlet düşmanı’ nitelemesi abestir. Atatürk’ün böyle bir ibare kullanması mantıksızdır.

Şimdi de metin uydurukçusunun iptidai muhakemesini ve amacını analiz edelim:
• Dine, Allah’a inanmaktadır. Ama aynı zamanda ‘Atatürkçü’ olduğundan Atatürk’ün Allah’a inanmadığı ve ‘din düşmanı’ olduğu söylemlerinden rahatsızdır. Bunu kabul edememektedir.
• Atatürk’ü siyasete alet etmektedir: İktidar partisi ve bir cemaat arasındaki işbirliği ve muharebe vetîresini (sürecini) ‘gördüğünü’ yazıp onu ‘şeyh’ yapmaktadır. Atatürk’ü yücelttiğini sanmakta, fakat çelişkiye düşmektedir (Bunun farkında bile değildir!)

Bilgi:

• Mustafa Kemal’in, 3 Ağustos 1925’te, Kastamonu’da, Halk Fırkasında verdiği nutuktan: “Efendiler, ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, mensublar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır!”
• Tekke ve zaviyeler Aralık 1925’te çıkan kanunun ardından kapatılmıştır.

Uyarı:

• Bilgisi ve zekası ilköğretim seviyesindeki kimselerin yazdıklarının düzmece idiği tespit edilemezse, ustaca kaleme alınanlara teveccüh kaçınılmazdır ve neticeleri vahim olabilir. Bunları üretenlerin gösterilen ilgiye (‘inanışa’ ve paylaşıma) çaylarını-kahvelerini veya viskilerini içerek kıs kıs güldükleri de ihtimal dahilindedir.

Yolumuz dersin akıl, bilim, medeniyet
Zihninde hala ruh, menkıbe, hurufat

Orijinali de burada:
Kendi sayfamdan yaptığım Pr/Sc



                                                                                                

09 Temmuz 2015

Elektronik İmza Hakkında Bilgiler ve Temin


1.Elektronik imza (e-imza) nedir?
Elektronik imza kısaca elektronik veriye eklenen ya da mantıksal bağlantısı bulunan,
kimlik doğrulama amacıyla kullanılan elektronik bir veridir. Islak imza nasıl bir kâğıda
atılan imzanın size ait olduğunu ispatlamaktaysa, elektronik imza da herhangi bir
elektronik dokümana eklenen imzalama verisinin size ait olduğunu ispatlamaktadır.
Elektronik imza, imzalayan kişinin kimlik doğruluğunu ispatlar; imzalanan verinin
içeriğinin başka bir şahıs tarafından değiştirilmediğini (bütünlüğünün bozulmadığını)
ortaya koyar. Elektronik imzanın atılabilmesi için kişiye ait bir Nitelikli Elektronik
Sertifika'nın (NES) olması gerekir.

2.Nitelikli elektronik sertifika (NES) nedir?
Elektronik sertifikalar bir varlığın kriptolojik doğrulama verisi ile kimlik bilgilerini
birleştiren yapıdır. Nitelik Elektronik Sertifikalar ise içinde 5070 sayılı kanunun
9.maddesinde belirtilen ifadeleri içeren, X.509 standardına uygun olarak üretilen ve
bu standartla uyumlu olan akıllı kartlara yüklenebilen sertifikalardır. 5070 sayılı
kanuna uygun güvenli elektronik imza, nitelikli elektronik sertifika kullanılarak
oluşturulur. 5070 Sayılı Elektronik İmza Kanununa göre gerçek kişiler elektronik imza
oluşturabilir. Bunun için kişinin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından
yetkilendirilmiş bir Elektronik Sertifika Hizmet Sağlayıcısından (ESHS) Nitelikli
Elektronik Sertifika (NES) alması gerekir. İlgili kanun ve mevzuatlar güvenlik
sebebiyle NES'in ve ilgili anahtarların güvenli elektronik imza oluşturma aracına
yüklenmesini şart koşmaktadır. Günümüzde bu şartları akıllı kartlar sağlamaktadır.
Bu nedenle bir ESHS'den NES alan kişiye sertifikası akıllı kart içinde teslim
edilmektedir. Bu akıllı kartı bilgisayar ile beraber kullanmak için bir akıllı kart
okuyucusunun kullanılması gereklidir. NES, akıllı kart ve akıllı kart okuyucunun
bilgisayar ortamında kullanılması için bunları destekleyen yazılımlar kullanılır.

3. Elektronik sertifika hizmet sağlayıcı (ESHS) nedir?
Açık elektronik ağlardan sayısal imzalı bilgi gönderen kişinin imzasının
geçerliliğinin/doğruluğunun saptanması için, imzayı atanın açık anahtarı gereklidir. Bu
nedenle hangi açık anahtarın hangi kullanıcıya ait olduğunun belgelenmesi çok
önemlidir. Bunun için kullanıcıların açık anahtarlarını ve kimlik bilgilerini onaylama
yetkisine sahip bir kuruluşa, bir otoriteye gereksinim vardır. Elektronik sertifika hizmet
sağlayıcıları kişi ve kurumlara sertifika üreten, dağıtan ve belgelerin yönetimini
üstlenen güvenilir kurumlardır.

4. Elektronik imza sertifikası nasıl alınır?
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından yetkilendirilmiş Elektronik Sertifika
Hizmet Sağlayıcılarından alınmaktadır. Ancak Başbakanlık Genelgesi gereğince
herkes istediği ESHS’ den talepte bulunamamaktadır. Başbakanlık genelgesi göre
kamu çalışanları Kamu Sertifikasyon Merkezinden, kamu çalışanı olmayan
vatandaşlar ise (http://www.tk.gov.tr/bilgi_teknolojileri/elektronik_imza/eshs.php)
adresinde belirtilmiş olan ESHS’ lerde Kamu Sertifikasyon Merkezi ve Emniyet Genel
Müdürlüğü Sertifikasyon Merkezi hariç elektronik sertifikalarını talep edebilirler.

5. Elektronik imza mevzuatına nasıl erişebilirim?
Elektronik imzaya ilişkin mevzuata Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna ait web
sitesindeki http://www.tk.gov.tr/bilgi_teknolojileri/elektronik_imza/mevzuat.php
sayfasından erişebilirsiniz.

6. Nitelikli elektronik imza için gerekli programlar nelerdir?
Nitelikli elektronik sertifikanızı kullanarak imzalama işlemini gerçekleştirebilmeniz için
kullanmış olduğunuz kart okuyucunun, akıllı kartın ya da token'ın sürücülerinin
sisteminize doğru olarak kurulmuş olması gerekmektedir. Kurulum işlemleri ile ilgili
detaylı bilgi ve yardıma e-imza sertifikanızı temin etmiş olduğunuz sertifika hizmet
sağlayıcınızın web sayfasından veya yardım merkezinden erişebilirsiniz.

7. E-İmza Uygulamasının Kontrol Edilmesi:
E-imzaların kullanılacağı uygulamanın kullanımdan önce e-imza uygunluk testinden
geçmiş olması gerekmektedir. Bu zorunluluk Başbakanlık genelgesinde belirtilmiştir.
Ayrıca oluşturulan imzaların geçerli imzalar olması ve daha sonra doğrulanması için
e-imza testlerinin kullanıma geçilmeden yapılması gerekmektedir.

8.Elektronik imzanın temini:
Kamu kurumu başvuru sahipleri http://www.kamusm.gov.tr adresindeki elektronik
imza başvuru süreci ile elektronik imzaya sahip olabilirler.

Kaynak:TÜBİTAK Araştırma Destek Programları Başkanlığı

TÜBİTAK e-imza alınması nasıl yapılacak?
Değerli Araştırmacılar,
TÜBİTAK ARDEB, TEYDEB ve BİDEB’e başvuru süreçlerini kolaylaştırmak ve kısaltmak için, başvurularının elektronik imza (e-imza) ile alınması çalışmaları yapılmaktadır. Bu kapsamda,
  • 01 Eylül 2015 tarihi itibari ile ARDEB’de 1002 (Hızlı Destek) ve 3001 (Başlangıç Ar-Ge Projeleri Destekleme) programları proje başvuruları,
  • BİDEB’de 2237 (Proje Eğitimi Etkinliklerini Destekleme) programı başvuruları ve TEYDEB’de 1602 (Patent Destekleme) programı başvuruları elektronik imzalı veya ıslak imzalı olarak seçenekli alınacaktır.
  • 2016 yılı Ocak ayı itibari ile tüm programlara yapılacak başvurular elektronik imza ile alınmaya başlanacaktır.

Dolayısıyla bu yılsonuna kadar;
  • Üniversitelerdeki tüm akademisyenlerin, proje önerisini imzalayan kurum kuruluş yetkilisi yöneticilerin (Rektör/yetki verdiği Rektör Yardımcısı, Dekan, Bölüm Başkanı vb) ve doktora öğrencilerinin, Nitelikli Elektronik Sertifikaya (NES) sahip olmaları,
  • Sertifikaların kullanılabilmesi için bilgisayarlara gerekli yazılımların yüklenmesi ve donanımların (kart okuyucu, kart) temin edilerek kurulması,
  • Tüm bu işlemlerin ardından, sistemin test edilmesi ve doğru çalıştığından emin olunması,
  • Projenin gerektirmesi durumunda, alınacak Etik Kurul Onay Belgesi ve Yasal/Özel İzin Belgesi’nin geçerli olabilmesi için, belgenin, onaylamaya yetkili kişi tarafından elektronik imza ile imzalanması(kurul üyelerinin imzaları elektronik ya da ıslak imza olabilir; bu belgeler taranarak sisteme yüklenecektir.)

beklenmektedir. Proje başvurularında sıkışıklık yaşanmaması için, NES (Nitelikli Elektronik Sertifika) almak üzere, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından yetkilendirilmiş Elektronik Sertifika Hizmet Sağlayıcılarına yeteri süre kadar önceden başvurulması önem arz etmektedir. Başvurular bireysel olabildiği gibi kurumsal da yapılabilmektedir. Buna istisna olarak Başbakanlık Genelgesi gereği Kamu Sertifikasyon Merkezine yapılacak olan NES başvuruları yalnızca kamu kurumları tarafından kurumsal olarak yapılabilmektedir.
(Bu duyuru tüm üniversite rektörlüklerine yazılı olarak gönderilmiştir.)
Bilgilerinize sunarız.