Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

16 Nisan 2009

Bolay Yaylası’nda Bir Bahar Günü




-Ilıcapınar Yaylalarında-

“Erisin dağların karı erisin
İnsin seli düz ovayı bürüsün
Türkmen eli yaylasına yürüsün
Ak kuzular melesin de gidelim.”
Karacaoğlan

Eski adı Pirlerkondu Taşkent’in. Barcın Yaylası, Göksü Irmağı, Dedemli, Taşeli Platosu, Gevne Vadisi ve Karacaoğlan’ın dizelerine sahne olan yörelere uzanan güzergâhın kavşak noktası burası. Ilıcapınar hemen ötede. Birkaç yıldır sıkça gider oldum bölgeye. Bolay Yaylası’nın baharını görmek Nisan’ın ilk haftasına kısmet oldu. Sonbaharının hüznü ile yazının sıcak renklerini nev bahar ile tamamlamayıp görülecek bir kış mevsimi kalsın istercesine yol aldık Toroslar’a doğru.

Yol kenarlarına çiğdemler, papatyalar serilmiş, badem ağaçları çiçekleriyle güne çoktan merhaba demişler. Baharın en güzel zamanında oralarda olmanın keyfini çıkarıyoruz. Biliyoruz ki, en fazla üç hafta sonra yaylasında, dağında yörenin ne nevruz, ne de kardelen kalacak. Hava bir kapanıp bir açıyor, yağmur iniyor kimi zaman, sonra duruyor. Kısa molalar verip tabii güzellikler kaçıp gideceklermiş gibi objektiflerimizi çeviriyoruz.

İlk çay molası her zamanki gibi Sarıoğlan’da. Hava serin. Evden çıkarken kabanımı almadığıma hayıflanıyorum. Bereket ki, arabanın bagajından eksik etmediğim yağmurluğum var. Karazorlar’ın tesisinden kuşluk vakti çıkmadan ayrılıyoruz tanıdık yüzlere hoşçakalın diyerek.

Ilıcapınar’ın Elmaağaççığı yaylası ve Gevne sırtları karla kaplı. Vadilerden çağıl çağıl sular akıyor. Yol boylarında rastladığımız çeşmelerin çoğunun borusu patlamış. Geçen onca kurak baharın ardından böylesini görmek nasıl bir mutluluktur anlatılmaz.

Yamaçlarda karlar erimeye yüz tutmuş. İlk nevruzla Feslikan Yaylasına giden tepede karşılaşıyoruz. 21 Mart’ta Tatköy’ün dağlarında bulduğumuz tek nevruzla avunmak zorunda kalışımızı hatırlıyorum. Toprak ısınmıştı henüz. Burada gördüğüm ilk nevruzun kaç kare fotoğrafını çektiğimi bilmiyorum. Vakit kaybetmeden tepeyi aşıp Bolay’a ulaşıyoruz.

Yol kenarındaki caminin önüne çekiyoruz arabamızı. Benim isli çaydanlıktan çay yudumlamamıza izin vermiyor ıslak çalı çırpı. Çay elbette vazgeçilmezidir gezginlerin. Lakin manzara unutturmaya yetiyor çayı kahveyi. Ayboğazı Şelalesi ile aramızda kalan vadiden Bolay Çayı’nın suları delirmiş gibi akıyor. Önümüzde binlerce sarı çiğdem. Ekin tarlası gibi. Aralarına karışmış kardelenler ve nevruzlar. Toprağın suya doyduğu geniş yaylada ayakkabılarımız çamur içinde kalıyor. Batıp çıkıyoruz. Karlı dağlar, ara sıra üstümüze inen yağmur, ötede göğün maviliğine izin veren doygun bulutlar çiçeklerin arka fonunu oluşturuyor. Zeki Oğuz ve Mustafa Karaçelebi vadinin başka yerlerinde bir kaybolup bir görünüyorlar. Saatlerce, saatlerce fotoğraf çekiyoruz.


Yayladaki evlere uğruyoruz ikindi sonrası. Ortalıkta kimseler yok. Ermenek tarafına gidip gelen tek tük vasıtadan başka sadece biz varız yaylada. Gönül ayrılmak istemiyor buralardan. Taşkent’e geri dönüyoruz sonra. Kıble Kayasının altındaki çağlayan köpükler saçarak köprünün altından akıyor. Taşkent buradan kartal yuvası gibi görünür. Bir kahvehaneye uğrayıp yaylada hasret kaldığımız çayın tadını çıkarıyoruz.

Sanıyorum her bahar, Nisan ayının ilk haftası, Bolay uğrak yerlerimizin ilki olacak.