Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

31 Mart 2017

Dante’nin ‘İlâhî Komedya’sına ilham veren cennet ve cehennem günlüğü

Murat BARDAKÇI
Akşam, 24 Temmuz 2011 Pazar

İSTANBUL’da, geçtiğimiz İran’da İslamiyet’ten önce yaygın olan Zerdüşt dininin yazılı kaynakları arasında “Ardâvîrâfnâme” adında çok önemli bir eser vardı ve bu eser geçtiğimiz günlerde ilk defa Türkçe olarak yayınlandı. Bazı edebiyat çevrelerinde, Ardâvîrâfnâme’nin Batı klasiklerinin en önemli örneklerinden olan Dante’nin İlâhî Komedya’sına kaynaklık ettiğine inanılıyor.

İSTANBUL’da, geçtiğimiz günlerde “Ardâvîrâfnâme” adında son derece ilginç ve gayet önemli bir eser yayınlandı ama bu önemine rağmen eser hakkında ne tek bir satır yazı yazıldı, ne de bir söz edildi...
 
Eser, adından da belli olduğu gibi “Ardâ Vîrâf” diye birine aitti ve Zerdüşt inancının en önemli kaynaklarından idi... Zerdüşt inancının, daha doğrusu Zerdüşt dininin ne olduğunu, bilmeyenler yahut az bilenler için kısaca izah edeyim: İran’ın Türkiye sınırına yakın Urmiye şehrinde akan Derece çayının sahillerinde milâttan önce beşinci asırda yaşayan Proşaspa ile karısı Dokdo’nun, “Zerdüşt” adını verdikleri bir oğulları olur. Kaynaklarda, Zerdüşt’ün doğum tarihi konusunda değişik bilgiler verilir, bu tarih milâttan önce 3500’ler ile beşinci asır arasında değişir ve İran’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir alan da Zerdüşt’ün doğum yeri olarak gösterilir. “Ahuramazda” adındaki tanrı ile temas ederek yeni bir din kurduğuna, “Avesta” adındaki kutsal kitabı getirdiğine ve “Gata” denen kendi şiirlerini de Avesta’ya dahil ettiğine inanılan Zerdüşt’ün inancı, dünyanın ilk tek tanrılı dinlerindendir. İyilik ile kötülüğün sürekli olarak savaş halinde bulunduğunu anlatan Avesta, insanlara iyiliğin tarafında olmalarını emreder, iyilik edenlerin ruhlarının cennete, kötülük yapanların ruhlarının ise cehenneme gideceklerini söyler.

YERİNİ İSLÂMİYET’E BIRAKTI

Zerdüştlük zamanla İran’da hüküm süren Pers İmparatorluğu’nun resmî dini oldu. İskender’in milâttan önce 330’larda İran’ı işgali sırasında bu dinle ilgili herşeyi ortadan kaldırmaya çalışması yüzünden zayıflayan inanç daha sonra Ardavîrâf’ın eserinin ilk Türkçe tercümesi.

yeniden toparlandı ve milâdî sekizinci asırdan itibaren yerini İslâmiyet’e bıraktı.

BİR HAFTA UYUDU

Ardâ Vîrâf, Zerdüşt dininin yokolma tehlikesi geçirdiği Makedonyalı İskender yani Büyük İskender döneminden hemen sonra yaşamış yüksek rütbeli bir din adamıydı. İskender‘in kaynakların çoğunu yoketmesi yüzünden Zerdüşt dininin mensupları bildikleri birçok şeyi unutmuş, halkın inancında gerileme meydana gelmişti ve Ardâ Vîrâf, bu yüzden uykusunda yedi gün yedi gece devam eden bir “ahret yolculuğuna” çıktı. Dinin kutsal kişisi Surûş ile tanrı Âzer, yolculuğu sırasında Ardâ Vîrâf‘a refakat ettiler; cenneti, cehennemi ve Zerdüşt dinindeki ölümden sonraki hayatın diğer mekânlarını gösterdiler ve büyük tanrı Âhura Mazda’nın huzuruna çıkarttılar. Ardâ Vîrâf, öteki dünyada gördüklerini ve öğrendiklerini dönüşünde kâtiplere yazdırdı ve “Ardâvîrâfnâme” denen eseri sayesinde Zerdüşt inanışının önemli bilgileri unutulmaktan kurtuldu. Ardâvîrâfnâme’nin bir diğer özelliği de, yazdıklarının kendisinden bin küsur sene sonra kaleme alınan bir başka esere, Dante’nin meşhur “İlâhî Komedya”sına ilham vermiş olduğu söylentisi idi... Bu sayfadaki kutularda Ardâvîrâfnâme’den bazı bölümler ve İlâhî Komedya ile benzerliği konusundaki tartışmalardan örnekler yeralıyor. Binlerce sene öncesinden kalmış bu son derece ilginç metni ve Ardâ Vîrâf‘ın gidip geldiği öteki dünyanın nasıl bir yer olduğunu merak edenler, Prof. Dr. Nimet Yıldırım’ın Türkçe’ye çevirdiği ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan Ardâvîrâfnâme’yi okuyabilirler.
Dante, Mirâcnâmeler’i acaba makasladı mı?

ARDÂ Vîrâf‘ın eseri, asırlar boyunca hem İslam, hem de batı dünyasında tartışma konusu oldu. Zerdüşt inancının yüksek rütbeli din adamı Ardâ Vîrâf, öteki âleme yaptığı yolculuğa Çekâ Dâitî dağından ve Çinvâd köprüsünden başlıyordu. Zerdüştlük’te önemli yeri olan Çinvâd ile İslamiyet’teki Sırat Köprüsü arasındaki benzerlik hakkında asırlar boyunca çok sayıda eser yazıldı. Ama, asıl tartışma Ardâvîrâfnâme ile 1265 ile 1321 seneleri arasında yaşamış olan Dante’nin İlâhi Komedya’sının mukayesesi konusunda çıktı, zira her iki eserde de birbirine çok yakın ifadeler vardı. Meselâ, Ardâ Vîrâf‘ın sözünü ettiği “ârâf” yani günahları ile sevapları eşit olanların bekletildiği mekân ile Dante’nin aynı anlama gelen “purgatorio”su, kurulu oldukları yerler ve sâkinleri bakımından birbirlerine çok benziyorlardı. Dante, Ardâvîrâfnâme’de anlatılan her üç mekânı yani ârâfı, cenneti ve cehennemi çok daha geniş ve teferruatlı bir şekilde ele alıyordu ama cennetin bazı bölümleri ile tanrıya mahsus katın aydınlığından sözeden cümleler her iki eserde de neredeyse aynı gibi idi. Bugün, İlâhî Komedya ile Hazreti Muhammed’in mirâcını anlatan “Mirâcnâme”ler arasında da benzerlik kuruluyor ve Mirâcnâmelerden yeni haberdar olan Batılı edebiyat tarihçileri, Dante’nin bu eserleri ve Ardâvîrâfnâme’yi çok büyük bir ihtimalle bildiğini söylüyorlar.
Ardâ Vîrâf’ın ahıret günlüğünden rengârenk ve kanlı canlı cehennem enstantaneleri

“...O ilk gece kutsal Sûruş ve tanrı Âzer beni karşılamaya geldiler. Bana selâm verdiler, benim için dua ettiler, ...elimden tuttular. İlk adımı güzel düşünceyle, ikinci adımı güzel sözle ve üçüncü adımı da güzel işle yüce makamlara atarak çok geniş ve sağlam Çinvâd Köprüsü’ne vardım... ...Orada ölülerin ruhlarını gördüm. İlk üç gecede ruhlar bedenlerinin yanıbaşına oturmuş, “İyilikleriyle herkesin iyiliklere kavuştuğu kişilere ne mutlu” ...duasını okuyorlardı. ...Bir yere vardık. Yanyana ayakta durmakta olan birkaç kişinin ruhunu gördüm. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer’e “Bunlar kim ve neden ayakta duruyorlar?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer cevapladılar: “Buraya ‘Hemistekân’ derler ve bu ruhlar kıyamet gününe dek burada ayakta durarak beklerler. Bunlar sevaplarıyla günahları birbirine denk olan insanların ruhlarıdır. ...Kıyamet gününe dek burada ayakta bekleyecekler”. ...Dördüncü adımı aydınlıklar yurdu, mutluluk ve huzur diyarı yüce Arş’a doğru attım. Ölülerin ruhları aydınlıklar içerisinde bizi karşılamaya geldiler. Bizi selâmlıyorlar, bize dua ediyorlardı. ...İlginç bir yere götürdüler. Orada bir ırmak vardı. Çok tehlikeli, alabildiğine derin, zor geçit veren ve cehennem gibi karanlıklara gömülmüş bir ırmaktı. Ruhların çoğu bu ırmağın içerisinde bulunuyordu.

Bazı kişilerin ruhları bütün gayretlerine rağmen o ırmaktan asla geçemiyorlardı. Bazı ruhlar da büyük zorluklar ve eziyetlerle düşe kalka karşı kıyıya ulaşabiliyor, bazıları da hızla ve rahatlıkla geçiyorlardı... ...Başaşağı asılmış bir erkeğin ruhunu gördüm. Dev iriliğinde elli tane yaratık, ellerinde engerek yılanları ile onun bütün vücudunu durmadan kamçılıyorlardı. “Bu beden ruhuna böyle cezalar çektirecek ne günah işledi?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer Şöyle cevap verdiler: “Bu, dünyada kötü idarecilik yapan, insanlara karşı bağışlayıcı davranmayan, onları azarlayan, hatalarını affetmeyen, onlara türlü türlü zararları dokunan, şiddetli işkenceler yapan, suçlarından kat kat fazla cezayla onlara eziyet eden günahkâr bir adamın ruhudur”. ...Bir kadının ruhunu gördüm. Sürekli ağlayıp inliyor, şaşkın bir şekilde aşağı-yukarı gidip geliyordu. Başından aşağı kar ve dolu yağıyordu. Ayaklarının altında eritilmiş çok kızgın çinkodan bir ırmak akmaktaydı. Kafasını ve yüzünü bıçakla parçalıyordu. “Bu beden nasıl ağır bir günah işledi de karşılığında böyle ağır bir cezaya çarptırıldı?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer şöyle cevap verdiler: Bu, dünya hayatında yabancı erkeklerle gayrımeşru yollardan gizli ilişkiler kurarak hamile kalmış, çocuğunu da kimsesiz ve sahipsiz bırakmış bir kadının ruhudur. O kötü kadın, işlediği günahların karşılığında çarptırıldığı cezaları çekerken, azabın şiddetinden çocuğunun sesini işittiğini zanneder ve sesin geldiği yöne doğru koşar. Ancak koşması da son derece zor ve eziyet vericidir, çünki erimiş çinkonun üzerinde koşmaktadır. Ama, çocuğuna kavuşacağını hayâl ederek ona gitmek zorundadır. Başını ve yüzünü elindeki bıçakla paramparça etmekte, bunlara rağmen çocuğunu bir türlü görememektedir. Yaptıklarının karşılığı olarak kıyamete dek bu cezayı çekmesi gerekir”.

Tarihi Fotoğraflar

Âşık Veysel'in ilk fotoğrafı, 1931

Bestekâr Neveser Kökdeş (sağda) bir tiyatro oyununda

Sabahattin Ali

Gül Esin, Türkiye'nin seçilmiş ilk kadın muhtarı.

Mardin'in ilk kadın esnafı Şero teyze1970

Neyzen Tevfik… Eski yazıyla boynunda ”hiç” yazıyor.

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali

Ömer seyfettin edirne askeri idadisi 1899

24 Mart 2017

Kâtib Çelebi'nin Fezleke'si

Fezleke I-II (Osmanlı Tarihi (1000-1065/1591-1655))

Kâtib Çelebi Fezleke isimli eserini hayatının son yıllarında Türkçe olarak telif etti. Savaşlar, barışlar, isyanlar, tayin ve aziller merkezli olmak üzere 1591-1655 yılları arasındaki Osmanlı tarihini tafsilatlı bir şekilde ihtiva etmektedir.
Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'nun belirttiği üzere, tamamen orijinal bir kaynaktan çok “ciddi bir derleme”dir Fezleke. Yazarın yararlandığı kaynakların isimlerini açıkça bildirmesi, kaynakları arasında mukayeseye girişerek hangi rivayetin daha muteber tutulması gerektiği konusunda okuyucusunu bilgilendirmesi, bazı kritik mevzularda ise tenkitte bulunmasıFezleke'yi ayrıcalıklı kılan özellikler arasında zikredilmelidir. Bir tarihçi olarak Kâtib Çelebi'nin metodunun üstünlüğü, eserde yer alan, tıpkı modern bir çalışmadaki dipnotlara benzetebileceğimiz  kenar notlarında açıkça görülmektedir.
Fezleke'nin 1869-1870 yıllarında yapılmış baskısının çok sayıda hata ve eksiklerle dolu olduğu tarih araştırıcıları tarafından öteden beri bilinen bir gerçekti. Sıhhatli bir Fezleke metni kullanmak isteyen araştırıcılar, doğal olarak eserin Âtıf Efendi Kütüphanesi, nr. 1914'teki müellif hattı müsvedde nüshasına  yönelmekteydiler. Ancak ekseriyetle gözden kaçmış olan bir başka gerçeklik, söz konusu bu müsvedde nüshaya da tamamen güvenle yaklaşılamayacağıdır. Nüshanın bazı yerlerinin, son üçte birlik kısmının ise tamamının, Kâtib Çelebi'ye ait olmayan bir el yazısı ile kaleme alınmış olması, Fezleke'nin diğer nüshalarına kıyasla bu kısımların çok sayıda eksik, fark ve hata içeriyor bulunması düşündürücüdür. Âtıf Efendi Kütüphanesi, nr. 1914'teki müellif hattı müsvedde nüshanın, şimdiye kadar zannolunanın aksine, bütünüyle orijinal bir Fezleke metni ihtiva etmediği anlaşılmaktadır.
Bu neşirde, mevcut Fezleke nüshaları arasında, müellife ait bir mukaddime içeriyor olması ile diğerlerinden ayrılan Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 3153'teki bir nüsha daha esas alınmış, her iki nüsha birbiriyle mukayese edilerek mümkün mertebe orijinal bir Fezleke metni tesis edilmeye çalışılmıştır.
Prof. Dr. Abdülkadir ÖZCAN danışmanlığında Yrd. Doç. Dr. Zeynep AYCİBİN tarafından doktora tezi olarak hazırlanan Fezleke, ÇAMLICA BASIM YAYIN tarafından ilim aleminin istifadesine sunuldu. Hayırlı olması temennisiyle...
(ALINTIDIR)