11 Ekim 2007

Nesir Azlığı ve Şiir Çokluğunun Anlamı

2007-02-15/19:23:00
Müstakbel neslini geleceğe hazırlama konusunda aciz kalmış yaptırım kudretinin (kural koyanlar, iktidar olanlar ve bunları icra edenlerin) sonraya emaneti; eskinin izlerini sürdüğünden, aynı döngünün muhafazasını başarmış olma neşesi yaşayan yeni bir nesil olarak ortaya çıkar. Her yeni olana sert tepkiler verme âdetini zihnine işlemiş ve akıl süzgecinden geçirmeksizin reddetmeye hazır hale gelmiş bu yeni nesil için terakki, seleflerininki gibi mevcudu muhafaza olduğundan, işlerin iyi gitmediğini düşünenlere fırsat vermek niyetinde olmaz. Bu hal içinde, halinden memnun olan ve kendilerinden “hareket” beklenen lakin harekete geçmek azmini yitirmişlerin, yahut bunun ne demek olduğunun idrakinde olmayanların sayısal çoğunluğu da, kudret sahiplerinin alanını genişletir. Böyle bir coğrafyada ilerleme olmaz.

Bilmem kaç sene sonra altını çizdiğim yerleri yeniden okumak amacıyla elime aldığım “Sosyoloji Notları”nda Cemil Meriç; “her asırda birkaç kişi düşünür, gerisi düşünenleri düşünür. Geri kalan Heidegger’in, Kirkgeegard’ın “on” dediği kaz sürüsüdür” demiş. Birkaç sayfa geride, “bir ülkede şair ne kadar çoksa, o ülke düşünce bakımından o kadar geridir. İnsanlar ve milletler yaşlandıkça şiirin yerine nesir geçer. Düşüncesi henüz pozitifleşmemiş medeniyetlerde nesir çok ağır ilerler. Bir 18. asır Fransa’sında şiir susar, hakikatin haşin sesi, şüphenin ve aklın çığlığı konuşur” demek suretiyle, dünyada ne kadar az sayıda yüksek düşünen insan bulunduğunu resmetmiş. Şimdi kendimize bakarak bu hayli ilginç tespit hakkında bir habere bakarak kafa yoralım.
Kural koyucuların rutin işlerine mukabil, cesareti ve elde ettiği makul bilgi birikimini ortaya koyacak kimselerin olmayışı/azlığı, bizim cephede/ülkede değişen bir şey olmadığının göstergesi. Ulusal bir gazetenin Pazar günkü sayfalarından birinde, “2 akademisyene 1 makale” başlıklı haberi –buna benzer haberleri basında sıkça görmek mümkün- izaha çalıştığımız meseleyi ortaya koymaya yetiyor. YÖK’ün istatistiğine göre 2005’te 17 bin 391 olan toplam yayın sayısı, 2006’da 16 bin 807’ye gerilemiş. Bu, öğretim üyesi başına düşen yayın sayısının “1”i geçemediği anlamına geliyor. Dört üniversitede ise, öğretim üyelerinden hiçbiri eline kalem veya karşısına bilgisayarı almamış.
Nesir çok ağır ilerlememiş, neredeyse hiç ilerlememiş. Bu doğal olarak, bilimsel rutini aşarak kendine has, yenilikçi, iddiası olan, değer ortaya koyan, çözümcü bir görüş, anlayış ortaya konamamış mı demek olur? Bir kısmı emek verip terleyerek maaşa hak kazanmış bu meslek sahiplerinin faaliyeti; bilgiye ulaşımın neredeyse sorun olmaktan çıktığı şu devirde düşünmek, sezmek, mukayese etmek, yeni görüşler ortaya koymak, yazmak, bunları seslendirmek olmayacaksa, benim gibi “düşünenleri düşünenleri düşünecek” (ikinci düşünenleri kelimesi bir yazım hatası değil) adamların hayatını zihinsel anlamda kim etkileyecek? Bütün lügatimiz işte bu yüzden rivayettir demiş olsak hata yapmış olur muyuz? İddialı teorileri olan bir akademisyeni konuşmaktan alıkoyan ne? Kaldı ki merakı olanlar, iddiası olanları makul basın ve yayın vasıtalarında takip edebiliyorlar. Buna ilaveten, nesri sadece akademisyenlik rütbeleri alanlar yazabilir türünden bir iddiamız da yok. İşi düşünmek, üretmek ve öğretmek olanların gayretsizliği bu durumda, yaptırım kudretine angaje olmaktan başka bir şey değil.
Kelimelerini kaybetmiş mevcut neslin şiire ilgisinin ise giderek arttığını görme imkânımız var. Çünkü şiir, düşünenler tarafından değil de, bir bakıma “hassasiyeti kendine” olanlar tarafından yazılmışsa, derde derman olmak gibi bir amaç taşımaz. Şiirlerini beğendiğim, ancak, defaatle altını çizerek “artık içe dönük hesaplaşmalarınızı yazmayı bırakın” uyarısına kızdığım bir şairin sözlerine, Cemil Meriç zaviyesinden baktığımda hakkını teslim ediyorum. Nesir azlığına karşılık, şiir çokluğunun, bir medeniyet göstergesi/ölçüsü olduğu tespitini hiç düşünmemiştim. Sosyal bilimcilerin ilgi çekici öngörüleri oluyor. Belki de onlar realiteleri düşünmekten şairleri es geçip kızdırmış oluyorlar. Bir zamanlar antropologlar, meslektaşları İngiliz Andrew Lang’in öne sürdüğü görüşleri şair olduğu gerekçesiyle güvenilmez bulmuşlardı.
Düşünmek ve yazmak için “bir mecburiyet gerekliliği”ni öngören Cemil Meriç’in ne demek istediğini, şiirin çokluğu ve nesirin azlığına bakarak daha iyi anlamak mümkün.

0 yorum: