Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

25 Ocak 2016

Koca Bir Çınardı Dedem


Annemin babası Mehmet Ali Dedem 1894 doğumlu idi. Üzerimde çok emeği vardır. Değirmencilikten emekli maaşını hak ettiği halde, tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır, günahtır diye hiç almamış. Askerliği Filistin ve Kafkas cephesinde yapan hacı dedeme gazi olduğundan gazi maaşı bağlamışlar. Ondan başka geliri yoktu. Yalansız, plansız dosdoğru koca bir çınardı.
Ne bileyim, devrilip gitmiyorsak onun gibiler sebebiyle demek geliyor içimden.
Nur içinde yatsınlar. Allah gani gani rahmet eylesin hepsine...

11 Ocak 2016

Ne Olmuşsa En Mükemmel Olmuş

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye. "Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.


Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur. Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı. Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..

"Amor Fati - Nietzsche "

Kütüphane Var mı? Evinizde Yani?

Çevremde nice insanın okuyarak rahatladığını, sorunlarıyla baş etme gücü kazandığını yakından gözlüyorum. Okumak, ruhsal sorunları tamamen gidermese bile, onlarla baş etmeyi kolaylaştırıyor, kişilerin ufuklarını zenginleştiriyor, insan ilişkilerinde başarılı, yaşamda dirençli olmalarına katkıda bulunuyor.



İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya yerle bir olmuştu, insan kaybı da büyüktü. Ancak yirmi yıl sonra Almanya’yı bir sanayi devi olarak ayakta gördük. Bu nasıl oldu? Bu durumun birkaç nedeni olabilir. Kanımca bunlardan en önemlisi, Almanya’nın bilgiye dayalı oturmuş bir sistemde iyi eğitim almış insanlara sâhip olmasıydı.

Biz nasılız? Fena okumuyoruz, ancak daha iyi okuyabiliriz. Azerbaycan’da yüz evden ellisinde piyano var, yüz evden yüzünde kütüphane var. Evinizde bir kütüphane var mı? Evinizde iki kütüphane var mı?
İstanbul’da Maçka’da açık hava tiyatrosunun yanındaki küçük parkta metal bir heykel var. Sanırım heykelin bir parçası olarak metal kalemle şöyle bir yazı yazılmış üzerine: “Bugüne kadar hiç kimse benden evi için bir kütüphane tasarlamamı istemedi. İmza: Bir iç mimar.” Heykelin üzerinde aynen böyle yazıyor. Ev yaptıranlar, fayanslara filan çok dikkat ederler ama galiba kütüphaneler unutulmuş.
Plajlarda, tatil köylerinde bakıyorum, yabancı turistler sürekli kitap okuyorlar. Belki hepsi çok derin şeyler okumuyorlar, ama okuyorlar. Yani iki ellerini birbirine yaklaştırıp kitap okuyorlar. Plajlarda zaman zaman bizim insanımızın ise iki kolunu yanlara açıp dirseklerinin iç tarafını güneşe tuttuklarını görürsünüz. (Dirseğin iç bölümü yansın diye böyle yaparlar.)
Okumak için iki eli bir araya gelmeyen milletin iki yakası da bir araya gelmez.
(alıntı)

Dostluk İpi

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...


Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Kendime Notlar

Ömrümüz olursa şayet, yaşlılık zamanlarımızda anılarımızla birlikte olacağız muhakkak. Hele okuyor, yazıyor ve fotoğraflar çekiyorsak. Bunun için kaybolup gitmesine razı olmadığımız şeyleri bir yerde toplamak gerekiyor. Bloglarımı ondan yazmaya çalışıyorum ayda bir kere bile olsa. Kotaları dolduran e-posta sayfalarını silmeden evvel bakayım dedim, buraya taşıyacağım neler var.
Eğitimci-Yazar dostum Duran Çetin, halen Kon Tv'de programlarına devam ediyor. 15 Ocak 2010 tarihinde bir google grubunda şu duyuruyu yapmış:

"Kültür Dünyamız" programının bu haftaki konuğu Eğitimci Yazar Dr.
Muammer Ulutürk.
"Kültür Dünyamız" programı her Pazar saat 16.05'te KONTV'de. Programda
kültür, edebiyat, sanat ve kitap dünyasına pencere aralanıyor.
Yazar Duran Çetin'in hazırlayıp sunduğu "Kültür Dünyamız" programının
17 Ocak 2010 Pazar günkü konuğu Eğitimci-Yazar Dr. Muammer Ulutürk.
Ulutürk, kültür-sanat alanındaki faaliyetlerinin yanı sıra Ekim ayı
içinde çıkan iki kitabından biri olan "Havariler"i anlatacak, yanlış
bilinen bazı konulara açıklık getirecek.
Programda, Konuk Eğitimci Yazar Dr. Muammer Ulutürk'ün kitapları ile
birlikte haftanın kitapları tanıtılacak. Ayrıca her hafta olduğu gibi
yine bir dergi tanıtımı da programda yer alacak. Program Pazar günü
saat 16.05'te KONTV'de.

Daha dün gibi ama aradan tam 6 sene geçmiş.

04 Ocak 2016

Tahtalı’dan Akdeniz’e: Dağlardan Denize Bakmak



Dünyanın en uzun ikinci, Avrupa`nın en uzun Teleferiği ile Tahtalı Dağı’nın zirvesine çıkmak heyecan verici bir serüven. Dört yıl aradan sonra, Antalya’nın Kemer ilçesinden teleferik istasyonuna doğru bindiğim minibüs aheste giderken yol kenarlarında onlarca farklı renkte çiçek görüyorum. Yaz mevsiminin kavurucu sıcaklarına kalmadan baharda buralarda olmak, Akdeniz florasının en canlı zamanlarını görme imkanı veriyor.  
 “Antik çağda adı “Solyma” olan Tahtalı Dağından ilk söz eden antik yazar Homeros’tur. Onun anlatımına göre Tanrı Poseidon, Aithioposlulara yaptığı bir ziyaretten dönerken Solyma Dağı’na geldiğinde, düşmanı olduğu Odysseus’un tekrar denize açılmakta olduğunu fark eder. Amacı Truva Savaşı sonrası ülkesine dönmek isteyen Odysseus’a mani olmaktır. Phaselis önünde deniz karışır; dalgalar birkaç gemi yüksekliğine ulaşsa da Odysseus, bu tehlikeden de kurtulmayı başarır. Homeros bu olayı bize şu sözlerle aktarır: 
Bulutların Üzerinde

Tahtalı'dan Akdeniz

“Yanık Yüzlüler ülkesinden geri dönen Poseidon o ara gördü onu Solyma Dağları’nın tepesinden, ilişti gözüne denizde yüzen sal, yeri sarsan tanrı öfkelendi yüreğinde adamakıllı, söylendi kendi kendine, sallaya sallaya başını: “Odysseus için verilmiş kararı tanrılar ben Yanık Yüzlülerdeyken değiştirdiler demek! Phaiak’ların toprağına yanaşacak neredeyse, orda kurtulacak başına gelen belalardan. Ama ben daha bir sürü bela getirebilirim onun başına”.
Yine Homeros bölgedeki Solymler halkından söz ederken Likyalıların kendilerinin atası saydıkları efsanevi  kahraman Bellerophontes’in Solymlerle sürdürdüğü savaşları anlatır: Bellerophontes tanrıların isteğine uydu ve azgın Chimaira’yı bir anda yere serdi. Sonra ünlü Solymler’le savaştı. Girdiği savaşların bu en çetiniydi”. Antik coğrafyacı Strabon’un kitabında Tahtalı Dağı’nın adı, Phaselis kentini anlatırken geçer: “Korykos’tan sonra Phaselis Gölü ve söz edilmeye değer üç limana sahip Phaselis kenti gelir. Bu kentin üzerinde Solyma Dağı yükselir. Tahtalı, antik çağda “Tanrılar Dağı” olarak isimlendirilmiş. 

Bahar sona ererken
Mitoloji’de” Olympos” olarak bilinen Tahtalı, Antalya ile Finike arasında Beydağları Milli Parkı’nın en yüksek ikinci dağı. “Olympos dağ kenti M.Ö. II. yüzyılda refah dönemini yaşamış, M.Ö. 1. yüzyılın başlarında da bölgede egemen olan korsanların başı Zeniketes’e başkentlik yapmış. Romalıların doğu Akdeniz’i korsanlardan temizlemek amacıyla denizden yapılan bu harekâtta Zeniketes, Roma Donanması ile baş edemeyince intihar etme yolunu seçmiş. Zaten ulaşımı zor olan Olympos dağ kenti, Zeniketes’in ölümü ile terk edilerek, kentin 4 km güneyindeki kentin limanı olan Korykos’a taşınmış. Böylece eski Korykos Limanı, Olympos kentinin yerini almış. Olympos antik kentinin, Musa Dağı eteklerinde kurulmuş olan asıl Olympos kentinin devamı olduğu ancak son yıllarda yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış. Bölgede bulunan yazıt ve sikkelere bakıldığında bir zamanlar bu yörede yaşayan halkın Solymos adında efsanevi bir kahramanı ataları olarak kabul ettikleri ve en yüksek tanrı olarak Zeus Solymeus’a taptıkları anlaşılmış. Hatta yapılan araştırmalar Zeus Solymeus’un Luvi-Hitit diline dayandığı ve hava tanrısı ile özdeş olduğu ve taptıkları tanrıların “Tanrılar Dağı” Olympos’ta değil, Solyma Dağı’nda oturduğunu göstermektedir. Tahtalı Dağı’nın batı eteklerinde, Beycik ile Üçoluk Yaylası arasında deniz seviyesinden 1500 m yükseklikte bir mevkide Roma dönemine ait bir yol kalıntısı mevcut. Özenle inşa edilmiş olan 2,30-2,50 m genişlikte olan bu döşeme yol 1-1,50 m yüksekliğe varan ve büyük taşlardan oluşan duvarlarla desteklenmiş. Bu yolunun büyük bir bölümü zamanımızda yol yapımında ortadan kalkmıştır. Tahtalı Dağı’nın eteklerinde yetişen güllerin İlkçağ’da ünlü olduklarını Plinius’un “Phaselis’in zambakları övgüye layık bulunur” cümlesinden öğreniyoruz. Tahtalı Dağı eteklerinde yetişen güllerin Phaselis’te işlenerek ticari bir ürün olarak satıldığından tarih kitapları söz eder.” (kaynak: Hüseyin Çimrin; http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=43123&start=5

Sahile doğru bakayım istedim
İsveçli bir firmanın büyük zahmetlerle yaptığı anlaşılan yüksek emniyetli bu muazzam teleferiğin alt (biniş) istasyonu denizden 726 metre yükseklikte. Çam ormanları arasındaki ilk istasyon harika bir manzaraya sahip. 80 kişi kapasiteli teleferik 4 taşıyıcı direkle 2365 metre yükseklikteki zirveye ulaştırıyor. Tahtalı Dağı, Ocak-Nisan arası karlarla kaplı zirvesinden Akdeniz’e doğru dünyanın en güzel doğa koruma alanları üzerinden sarp kayalıklar, sedir ormanları ve gözünüz ilişirse vahşi hayvanlar görmenize imkan sağlıyor. Finike’den Side’ye uzayıp giden sahil şeridi, yeşil farklı tonlarını sisin gizemiyle örtüyor kimi zaman. Sedir ormanları iki bin metrenin üzerinde dağları adeta kaplamış. Karlı tepeler zirveye uzaklardan görülüyor bahar aylarında. 

Uzaklardan Tahtalı Dağı

Yaz döneminde her sabah 09:00 akşam 19:00 arası, saat başı ve buçuklarda zirveye hareket eden teleferikle 10 dakikalık heyecanlı bir yolculuk yapılabiliyor. Zirvede büyük bir tesis mevcut. İkinci katında bir alakart restoran ve bir kafe bulunuyor. Bütün güzellikleri ise teras kata çıkarak temaşa ediyorsunuz. Tesisin arka tarafından dağların düzlüklerinde kalan yaylalar ve uçsuz bucaksız dağ silsileleri görülüyor. Beydağları’nın zirvelerine dokunacak kadar yakınsınız adeta. Buradan Tunçdağı (2649 m.), Bakırtepe (2547 m.) ve Antalya’nın en yüksek tepesi olan Kızlarsivrisi (3070 m.) rahatlıkla görülebiliyor. Terastan kıyıya bakıldığında üç adalar, Tekirova, Çamyuva ve Kemer, Phaselis, Olympos, Porto Ceneviz Limanı ve Adrasan Koyu’na kadar olan sahil kuş bakışı görünüyor. Öğle sonrası gitmişseniz bulut kümeleri ayağınızın altında kalıyor. Dünyanın en uzun yamaç paraşüt uçuşu da buradan yapılıyor.
Yükseklik korkusu olanlar için teleferiğin yükseklik farkının 1639 metre olduğunu belirtmemde fayda var. “Sea to Sky” sloganına yakışan bir serüvenin içinde olmak, deniz kenarından kısa bir kaçış planınızla mümkün. Alternatif günübirlik seçenek arayan tatilci ve gezginler için de son derece ideal.