Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

27 Ocak 2008

Rumeli’den Kamusal Alana

2008-01-27 18:10:00
Bizim bir zamanlar “Cihan Hakimiyeti Mefkûremiz” vardı. Bütün dünyayı önce insanî, sonra da cebr ve hileye başvurmaksızın kalplerin rızasına uygun şekilde Müslüman kılacak büyük ideallerimiz, dolayısıyla yeryüzünü barış ve esenlik içinde yaşatacak önemli projelerimiz mevcuttu. Hayvanat, nebatat ve hatta cemadat için hayatı yaşanır hale getirecek organik çabalarımız bile. Siz kimdiniz diye soracak olanlara, “bizden önceki hayırlı nesillere” vurgu yaptığımı ve onları hatırlarken utandığımı söylemek isterim.

Fethe gider, 5 kuruş vergiye bağladığımız ülkelere 25 kuruşluk yatırımlar yapardık. Kimsenin burnunun kanamasına izin vermezdik. İsteseydik tebaanın kiliselerini, havralarını, ibadethanelerini başlarına yıkar, inandıklarını unuttururduk. Anavatanlarını değiş tokuş yoluyla değiştirir, nesillerini birbirine katar soylarını başkalaştırırdık. Lisanlarına, alfabelerine yasaklar koyar, dünyanın ortak lisanını Türkçe yapardık. Böylece onların bugünkü nesilleri Türkçe öğrenmek için lisan kurslarına koşar, İstanbul’u görmek için can atar, sonra da “Anadolu rüyası”nı gerçek kılmak için benzincilerimizde pompacılık, lokantalarımızda bulaşıkçılık, hava alanlarında çöpçülükle başlayan iş hayatı ve öğrencilik serüvenleri olurdu. Enderun’a devşirme yolu ile değil de sınavla öğrenci alır, beyin göçü denen şeyin lehimize olacak neticelerinden limitsiz faydalar sağlardık.

Bizim iflasımızdan sonra topraklarımızda 65 devlet kurdular. Üzerlerinde hayat süren halkların tadı tuzu kalmadı. Toprakların bereketi, suyun safiyeti, delikanlılığın raconu, ilacın şifası, sanatın inceliği velhasıl her iyi iş, tarih sayfaları arasına hapsoldu. Güzel adamlar birer masal kahramanı gibi oralarda kalıverdiler.

Cihan hakimiyeti mefkûresi diye başlamıştık. Bugünün gençleri ile orta yaşı çoktan geçmişlerimizin bu üç kelimeden oluşan terkibin ne anlama geldiği konusunda ne bilmediklerini tahmin etmek pek de zor değil. Artık bugün cihan, hakimiyet ve mefkûre kelimelerinin karşılıkları için bile sözlüklere bakılması gereği hâsıl olmuştur diye düşünüyorum. Bu mesele millet, memleket ve tarih hassasiyeti olanlarımızın canını sıkacak, üzecek hatta bunalıma sokacak boyuttadır. Söz gelimi okumuş, mühim yerlere gelmiş zevatın kahir ekseriyetinin bir önceki yazıma konu olan “Rumeli” neresi sorusuna verecek cevabı olmadığına bahse girerim.

Şimdi ben buradan şuraya gelip muradım olan asıl şeyi söyleyeceğim.
Senelerden beri, kamusal alan denen ve artık çoktan kutsiyet kazandırılmış yerlerde çalışan yahut okuyan başı örtülü kadınların ve kızların bunu hangi niyetle örttükleri birtakım erkeklerin öncelikli gündemini meşgul ederken sözünü ettiğim mefkûreden kime ne? Böyle ucube bir meseleyi halledememiş bir toplumun hiç, büyük projeleri olabilir mi? Kendisiyle barışamamış insan kitlelerinin büyük hayalleri, yüksek amaçları bulunabilir mi? Böyle bir toplum hangi evrensel idealleri seslendirebilir?

Bu sorunu rejim ile ilişkilendirenlerin, siyasete alet edenlerin ve diğerlerinin performansıyla, annesini Fransız kalleşlerinin tecavüzünden korurken öldürülen Küçük Şehit Kamil’in akıbet sahnesini yan yana getiren yanım, canımı acıtıyor. Siyasi tercihini bir kenara koyarak iki dakikalığına iyi düşünsün herkes. “Başörtüsünü rejim sorunu görenlerle, Fransız askeri arasında fark yoktur” şeklindeki bir önermenin doğru/yanlış sonuçlarına ulaşmak için çıkarımlar yapsın. Geçmişin ittihatçılarının her daim hortlayıp memleket üzerine kara bulut gibi çöken zamane gölgelerinin farkına varsın. Artık bıkıp usandık ikili oyunlardan. Ya Kuzey Afrika’daki bazı harami yönetimler gibi yasaklayın toptan, yahut da bırakın bu oyunu da, millet işine gücüne baksın.

Keşke İstanbul’un yüksek zamanlarında yaşasaydım da ölüp gitseydim. Ah ben bazen boş işlere ne kadar kafa yoruyorum. Atalarla övünmenin çaresizlik, ihtimal ihtiva eden sözlerin noksanlık, mağlubiyet ve pişmanlıklarla dolu olduğunu bir türlü öğrenemedim.


24 Ocak 2008

BAK, SONUNA KADAR OKUNACAK TAMAM MI?

İlk defa, e-posta kutuma gelen bir iletiyi, sonuna kadar hak verdiğim bir "iğnelemeyi" paylaşacağım. Hepsi doğrudur ve abartı yoktur. Şöyle başlıyor:

BAK, SONUNA KADAR OKUNACAK TAMAM MI? YOK ÖYLE HEMEN PES ETMEK.....
BİZ ÖĞRETMENLERE NE GÜZEL İŞİNİZ VAR BOL TATİLİNİZ VAR, YATA YATA PARA KAZANIYORSUNUZ DİYENLER HAKLI. AŞAGIDA ÖĞRETMENLERİN YAPTIKLARI İŞLERİ OKUYUNCA ÖĞRETMENLİĞİN GAYET BASİT BİR MESLEK OLDUĞUNU SİZ DE GÖRECEKSİNİZ.

1- Toplantılara katılınacak,

2- Yıllık plan yapılacak

3- Günlük plan yapılacak

4- OGYE çalışmasına katılınacak

5-TKY çalışmalarında bulunulacak

6- Nöbet tutulacak

7- Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak

8- Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak

9- Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,

10- Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak

11- Envai çeşit tören, kutlama vb. proğrama katılınacak.

12- Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları

doldurulacak.

13- Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.

14- Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.

15- Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere

çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.

16- Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.

17- Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.

18- Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak

19- Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize

okuyarak 'bak okuyan toplumuz' imajı veren insanların zorunlu

seminerlerine katılınacak.

20- Pansiyonda nöbet esnasında

öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı, aileden

ayrılık sendromu, koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil

olunacak.


21- Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise

ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla

suçlanılacak.

22- Öğrencilere çalışma kâğıdı hazırlanacak

23- Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek

24- Velilerle görüşülecek

25- Teneffüslerde çocukların şikâyetleri dinlenecek

26- Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak

27- Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak

tutulacak

28- Toplum hizmeti için zaman yaratılacak

29- 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek

30- Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman

yapılacak,

31- Değerlendirme testleri hazırlanacak

32- Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,

33- Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,

34- Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,

35- Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,

36- Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula

getirecek,

37- Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para

toplanılacak,

38- Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,

39- Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,

40- Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.

41- Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,

42- Öğrencilere katılım için yalvarılacak,

43- Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,

44- Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.

45- Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek

46- Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle

rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek,

hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke

yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor

acaba).

47- Veli toplantıları yapılacak.

48- Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları

dinlenecek.

49- Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak

hazırlanacak.

50- Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.

51- Gözlem dosyaları tutulacak

52- Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)

53- Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip

görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.

54- Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler
bu

kişiler tarafından dikkate alınmayacak.

55- Gelen giden evrak defteri doldurulacak

56- Laboratuar düzenlenecek, temizlenecek

57- Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler

yapılacak

58- Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.

59- Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.

60- Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.

61- Başarısızlığın sebebi

araştırılacak.

62- Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.

63- Müdür Beye hesap verilecek.

65- Dersi boş olan, derslerine branş

öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler,

''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin

derslerine girilecek.

66- Birilerine ek ders ücreti verebilmek için

açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup

olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında

katılmak zorunda kalınacak.

67- Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak.

68- Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde

öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.

69- Müdür ve müdür yardımcılarının

imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.


70- Spor parası toplanacak.

71- Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için

yalvarılacak

72- Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak

73- Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü

yapılacak

74- Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri

imzalanacak.

75- Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak

76- Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu

eşyalar ailelerine teslim edilecek.

77- Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak

78- Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.

79- Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar

80- İş Günü Takvimi

81- Ünite Süre Çizelgesi

82- Yıllık Çalışma Programı

83- Haftalık Ders Programı

84- Ünite Çalışma Dosyası

85- Sınıf Ders Defteri

86- Deney defteri Raporu

87- Gezi Planı

88- Öğrenci Kişisel Robşayanı

89- Öğretmen Not Defteri

90- Kitaplık ve Defteri

91- Çevre İncelemesi

92- Tebliğler Dergisi Fihristi

93- Sınıf Demirbaş Listesi

94- Ders Dışı Etkinlik Dosyası

95- Yazılı Kağıt ve Cevapları

96- Ödev Listesi-Ödevler

97- Dershane Araçları

98- Koordinasyon Kurulu Kararı

a. Cümle Listesi

b. Metin Defteri

c. Metinler

d. Kontrol Tablosu

99-?????????????????????

BİR DE BİZ ÖĞRETMENLER ÇOK YORULUYORUZ DERİZ.

ŞUNCACIK İŞ YAPMAKLA HİÇ İNSAN YORULUR MU?

Böyle de sona eriyor...

20 Ocak 2008

Merhaba Rumeli


2008-01-20 19:04:00
Bazı kitaplar olur, sayfaları arasında gezinirken yazarından editörüne, tasarımcısından ciltcisine velhasıl emeği geçen herkese, onların haberi olmasa da uzaklardan selamlarınızı muhabbetlerinizi gönderirsiniz. Ortaya çıkan emek için birkaç kelam etmek boynunuzun borcu olur. Hele ki kültür varlıklarına benim gibi hassasiyeti olan bir fotoğraf amatörü için bu daha anlamlı, daha keyifli bir yazma vesilesidir.

Hacimli bir kitabın tanıtımını yapacağım: “Rumeli’de Osmanlı Mirası”.
Konyalı bir grup fotoğrafçı, yazar ve tasarımcının ciddi emek ürünü olan “Rumeli’de Osmanlı Mirası”, “Haznedaroğlu İnşaat Grubu” kültür yayınlarının ikincisi olarak karşımıza çıktı. Meraklılarını heyecanlandıracağından hiç şüphem olmayan bu ansiklopedik eser, tertemiz baskısıyla satır satır okunmayı, kusursuz fotoğraflarıyla uzun uzun izlenmeyi ve netice itibarıyla büyük bir teşekkürü hak ediyor.

Konyalı fotoğrafçılarımız İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş ve Feyzi Şimşek, Rumeli topraklarını adım adım dolaşmak suretiyle tarih hafızamızın tazelenmesine vesile olmuşlar. Aralık 2007’de Meram Belediyesi Konevi Araştırma Merkezi (MEBKAM) tarafından yayınlanan ve bu üç fotoğrafçının eserlerinin yer aldığı “Meram Kitabı” da, teknik olarak bu eserle benzerlikler gösteriyor. Bunların dışında sanatçıların 11 ülke gezerek 14 Mevlevihaneyi fotoğrafladıkları bir çalışmaları daha var. Zamanın Evliya Çelebileri misali oradan oraya koşturuyor olmaları, seyahati seven fotoğraf amatörlerini hatta profesyonelleri bile nasıl kıskandırıyor anlatamam. Böyle bir işim olması için içimden geçenleri yazmaya niyetim yok. Aşikar olmuştur sanırım.

Bu kitabın mimarı olan İlhan S. Ergelen, sunuş yazısında şu satırlara yer vermiş:
“1364 yılında Edirne’nin fethi ile başlayan ve 1912 tarihinde Balkan Harbi’ne kadar olan zaman süresince hakim olduğu Rumeli’nin aynı zamanda hadimi de olan Osmanlı’nın bıraktığı eserler ne yazık ki tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün kurbanı olarak tahrip edildiler. Bugün o muhteşem maziyi hatırlatan cami, zaviye, medrese, han, hamam, çeşme, su kemeri, bedesten ve kalelerin ne yazık ki çoğu ayakta değildir. Geri kalanları da muhteşem bir maziyi boynu bükük ve mahzun bir şekilde yâd etmektedir.” Bunlara ilaveten sunuş yazısında dikkati çeken en önemli cümle şu: “…En azından daha fazla tahrip edilmelerini ve yok olmalarını önlemek için, bu eserlerin 2007 yılındaki mevcut durumlarını tespit gayesi ile üç fotoğraf sanatçısı dostumuz günlerce bu ülkelerde, şehirlerde, kasabalarda hatta köylerde dolaşarak fotoğraf çektiler.” Bu ifadeler, eserin hem Rumeli’deki Osmanlı mirasıyla ilgili ilk olmasa da en yeni kayıt olmak özelliği olduğunu hem de bunların takibi için mühim bir kaynak teşkil ettiğini ortaya koyuyor.

Kitaba hayat veren Ergelen, aslen bir Rumeli’li olarak hem ecdadına hem de bu topraklara vefa borcunu böylece ödemiş. Gelecekte bu eserlerin başına istenmeyen bir iş gelmesi halinde arkasına düşüp soruşturulacak bir kaynak bırakıyor olmanın mutluluğunu da yaşıyor olmalı. Özel sektörün pek de umurunda olmayan kültür yayıncılığı kimi zaman işte böylesine önemlidir.

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin Bey, bu kitabı Arnavutluk’un Berat Şehri Belediye Başkanı’na armağan ettiklerinde, başkanın gözlerinin dolup hislendiğini anlatmıştı geçenlerde. Demek ki, kalıcı işler peşinde olanlar sadece kendi medeniyetlerine değil, bizim medeniyetimizin özlemini çekenleri de mutlu etmiş oluyorlar.

TYB Konya Şubesi’nin web sayfasındaki söyleşiden öğrendiğime göre bu eser üç cilt olarak tasarlanmış. Toplam 3 ciltte en azından Osmanlı’nın Rumeli’deki eserlerinin yüzde 95’i 2010 yılına kadar kayıt altına alınmış olacak. Fotoğrafçılar bu söyleşide, daha sonra bu coğrafyada çalışma yapacak olanlara bir çeşit yol haritası, rehber olacaklarını da ifade etmişler.

Emeği geçen herkesi tekrar kutluyor, yeni çalışmalarını sabırsızlıkla beklediğimizi bilmelerini istiyoruz.




13 Ocak 2008

TYB Konya Şubesi 7. Genel Kurulu’nun Ardından

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi 7. Olağan Genel Kurulu, geçtiğimiz Cumartesi günü Ticaret Odası’nda gerçekleştirildi. Yoğun ve süreklilik arz eden kültürel faaliyetleri sebebiyle sadece şehrimizin değil, ülkemizin siyaset, ilim, fikir ve sanat adamlarının takdirine mazhar olan TYB Konya Şubesi, bir şehrin olmazsa olmazını ifa ederek mühim çalışmalara imza atmaya attı, atmaya da devam edecek.

Modern zamanların türlü vasıtalarının ezici gücüyle körelen, unutulan yahut unutturulan kültür ve geleneğimizi, “bir bilen” kanalıyla ilgisi olanlara ulaştıran Konya TYB, geçtiğimiz dönem her kültür kuruluşunda görmeye alışık olmadığımız “takvimli çalışmalar”ını başarıyla sürdürdü. Bu gayretin, şube etrafında kümelenen memleket ve kültür sevdalısı insanlar tarafından meccanen yapılıyor olması, kadim şehrimize vefayı borç bilenlerin asil yüreklerinin tezahüründen başka ne olabilir? Toplumsal sorumluluk ile tarih ve medeniyete vefa borcunu ödeme azmiyle burada yönetici, üye ve konuşmacı olarak bir araya gelenleri, bilmediğini öğrenme iştiyakıyla programlara katılan herkesi takdir ve tebrik etmek lazım gelir.

Bir milyon nüfuslu şehirde, başkalarından daha fazla zaman sorunu ve belki her an seslendirilmeyi bekleyen bahanelere sahip olduğu halde, kültür yapımıza koyacak tuğlası bulunan şubemizin güzide topluluğu, 2006-2007 arasında 48 program icra etti. Bu sayıyı, büyük bütçelere sahip sivil toplum örgütlenmelerinin etkinlikleri ile mukayese ettiğimizde, ortaya konan çaba daha iyi anlaşılmış olacaktır.

Kapısını bütün Türkiye’ye açık tutan TYB Konya Şubesi, sadece sözü olanı değil, yerel yöneticileri de misafir ederek onların sosyal ve kültürel faaliyetlerinin tanıtımlarına katkıda bulundu. İdealleri aynı kavşakta birleşen insanları, eski Konya evinin bahçesinde büyük bir şevk içinde bilgi paylaşımında bulduk. Kimi zaman, yerel yönetimin kaldırım taşı döşemekten daha başka şeyler de ifade ettiğinin farkında olan “farklı” şehir yönetimlerinin misafiri olduk. Söz gelimi, İscehisar’ın mermerin kalbi olduğunu, Kulu-Düden Gölü’nün toy kuşlarıyla filamingolara ev sahipliği yaptığını öğrendik. Unutulmaz bir Suriye gezisine iştirak ederek Türkiye ile Suriye arasında boyutları küçük de olsa köprü olduk. İnsanlar arasına sınırlar koyan, birbirleriyle iletişimi koparan temel unsurun aslında bizden olmayan sebeplerin marifeti olduğunu gördük. Gördüklerimizi kayıtlayıp insanların istifadesine sunduk. Etkinliklere vesile olan yönetime bir kez daha teşekkür etmek isterim.

Bizi biz yapan değerlerin paylaşıldıkça artacağını, kültür ve geleneğin gelecek kuşaklara intikalinin ancak bu yolla tevarüs edeceğinin idrakiyle planlı bir gayretin içinde bulunmak evvelen Konya için kıvanç vericidir. Kongrede kendileri de TYB Konya Şubesinin üyesi olan bazı vekiller, yaptıkları konuşmalarda bunu özellikle dile getirdiler. Ben şahsen milletin temsilcilerini bu tür kuruluşların müdavimi görmeyi her şeyden önce bütün memleketin hayrına sayıyorum. Zira özüne dönmeyi hedefleyen sosyal amacın, sivil örgütlenmeler kadar onların da işi olduğunu düşünüyorum.

7. Olağan Genel Kurul’un Konya’ya ve ülkemize hayırlı sonuçlar getirmesini niyaz eder, Sayın Ahmet Köseoğlu ile birlikte yeni yönetime başarılar dilerim.



(Y) TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ KONYA ŞUBESİ YÖNETİM KURULU LİSTESİ
1. Ahmet Köseoğlu
2. İbrahim Demirci
3. M. Ali Köseoğlu
4. Haşim Karpuz
5. Hayri Erten
6. Ümit Savaş Taşkesen
7. Bekir Biçer

8. Hakkı Biçer
9. Duran Çetin
10. Ali Işık
11. Saffet Yurtsever
12. Mustafa Durdu
13. Muammer Ulutürk
14. Ahmet Aksoy

Denetim Kurulu
1. Mustafa Demirci
2. Oktay Sarı
3. Abdullah Harmancı

4. Bekir Şahin
5. Zeki Oğuz
6. Ömer Özdemir



06 Ocak 2008

Kuş Beyinli Olan Asıl Kim

Foto: Nikolay Staykov, from photodom.com (http://www.photodom.com/photo/586308)

2008-01-06 19:53:00

İnsanoğlu hem kendi cinsine hem de yeryüzünün diğer varlıklarına fazlasıyla zarar vermeye devam ediyor. Küresel ısınma, ekolojik bozulma, tarımsal verimsizlik ve su kaynaklarının giderek kısırlaşması yakın zamanların sorunu değil. Çok önce başlamıştı problemler.

Türkiye’ye uğrayan yahut uzun süreli konaklayan göçmen kuş sayısındaki azalma tehdit boyutlarına ulaşmış durumda. Esasen insanın geleceği ile kuş popülasyonu arasında ciddi bir orantı söz konusu. Yaşadığınız coğrafyanın bereketi ile kuşların sayısı arasında bağ kurabilmek için meselenin uzmanı olmanıza gerek yok.

Bunları neden yazıyorum? Son birkaç seneden beri sığırcık kuşu görünmüyor ortalıkta. Benim gibi tabiata, dağa, ormana, çiçeğe, böcü-börtüye meraklı tanıdıklarıma soruyorum. Kimi görmediğini, kimi de dikkatini çekmediğini söylüyor. Bu kuş cinsinin, sürüler halinde bazen bulut kümeleri gibi kent merkezlerinde dolaşıp etrafı kirletmekten başka bir özelliği yok görünürde. Lakin durum hiç öyle değil. Özellikle tarım alanlarında çekirge ve muhtelif haşerelerin istilasını önlemek gibi fıtri çabaları mevcut bunların. Nihayet öğreniyorum bir bilenden. Sığırcık sürüleri, beslenme şartları ağırlaştığı için İç Anadolu Bölgesinden Ege ve Marmara Bölgesine göç etmişler. Geçenlerde tv.de seyrettiğim bir kuş belgeselinden Çukurova havzasında konaklayan göçmen kuşların 50 sene önceki sayılarıyla şimdiki sayıları arasındaki farkı işitince vehameti daha iyi anladım. 3 milyon ile 70 bin arasındaki fark hakkında ne düşünürseniz ben de aynısını düşündüm.

Üyesi olduğum fotoğraf sitelerinde gördüğüm kuş fotoğraflarına diğerlerinden fazla nazar ediyorum. Acaba kaç tane kaldınız diye sorarken içimdeki sıkıntı dolup taşıyor. Bu tür sahneler beni oldum olası eskilere götürür. Çocukken hiç kuş vurmadım ben. Akran çemberinin dışında kalmamak için mevsimi gelince yanımda bulundurduğum ve bir türlü sağlamlaştırmayı beceremediğim bir-iki sapanım oldu. Vurabileceğimi bildiğim halde, sapanın taşını avımın ya üstüne yahut yanına attığımı unutmuyorum. Parmak kadar serçeleri, sığırcıkları vuran arkadaşlarıma sitem etmeden de duramazdım. 30 sene önce onlar birkaç kuşu zayii ederlerdi, şimdi yüz binlerce kuş insan ihtirası yüzünden zayii oldular.
Çocukluğumun kış günlerinde, sığırcıklar için evimizin hayat’ında eski bir kalburdan tuzak hazırlardım. Kalburun altına kuşun fark edip içine gireceği şekilde bir çıta koyar, bir iki avuç buğday serpip beklerdim. Bu düzeneği kalbura bağlı uzunca bir ip tamamlardı. Pek de yüksek olmayan alt odanın penceresi hafif açık, elimde ip beklerdim öylece. Kuş gelince ipi hızla çekeceğim, böylece kuş kalburun altında kalacak. Başarılı denemelerim vardı. Dışarıya çıkar, kuşu sevip okşadıktan sonra bırakır ve nedense sevap işlediğim hissine kapılırdım. Okula giden kızım ne sığırcık gördü, ne bata çıka yürüdüğümüz karı. Ne olduğunu öğrenmesi için göstereceğim kalbur bile yok ortalıkta.

Meram çayına sayıları az da olsa rengârenk kaz sürüleri inerdi o zamanlar. Nils Holgerssons, Uçan Kaz Morton, Carrot ve Martin. Ve siyah-beyaz ekranda ilk gördüğümden beri adını unutmadığım Selma Lagerlöf. Bugün yaşı 20’nin üzerinde olan o günün her çocuğunun bir numarası olan o muhteşem çizgi filmi hatırladınız değil mi? Nills bunlardan birine binmiş, ama muhakkak buraya uğradıktan sonra uzak yerlere gitmiş olurdu. Kafamdaki resimdi bu.

Fırsat buldukça fotoğraf makinemi yanıma alıp dereye iniyorum. Bugünlerde eriyen kar sularını taşımakta nazlanan derenin kenarındaki sazlıkların içine özellikle giriyorum. Daha doğrusu kaybolup gitmek istiyorum. Kendimi kandırdığımı biliyorum elbette. Kamışların boyu bile beni aşmıyor.

Nereden nereye geldim. İnsanın yeryüzünde işlemeye devam ettiği tabiat cinayetini sığırcıkları vesile kılarak anlatacaktım aslında.

Kuşların beyni var ki, bereketi kalmamış toprakları terk edip gittiler. O halde kuş beyinli kim?