Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

27 Ocak 2008

Rumeli’den Kamusal Alana

2008-01-27 18:10:00
Bizim bir zamanlar “Cihan Hakimiyeti Mefkûremiz” vardı. Bütün dünyayı önce insanî, sonra da cebr ve hileye başvurmaksızın kalplerin rızasına uygun şekilde Müslüman kılacak büyük ideallerimiz, dolayısıyla yeryüzünü barış ve esenlik içinde yaşatacak önemli projelerimiz mevcuttu. Hayvanat, nebatat ve hatta cemadat için hayatı yaşanır hale getirecek organik çabalarımız bile. Siz kimdiniz diye soracak olanlara, “bizden önceki hayırlı nesillere” vurgu yaptığımı ve onları hatırlarken utandığımı söylemek isterim.

Fethe gider, 5 kuruş vergiye bağladığımız ülkelere 25 kuruşluk yatırımlar yapardık. Kimsenin burnunun kanamasına izin vermezdik. İsteseydik tebaanın kiliselerini, havralarını, ibadethanelerini başlarına yıkar, inandıklarını unuttururduk. Anavatanlarını değiş tokuş yoluyla değiştirir, nesillerini birbirine katar soylarını başkalaştırırdık. Lisanlarına, alfabelerine yasaklar koyar, dünyanın ortak lisanını Türkçe yapardık. Böylece onların bugünkü nesilleri Türkçe öğrenmek için lisan kurslarına koşar, İstanbul’u görmek için can atar, sonra da “Anadolu rüyası”nı gerçek kılmak için benzincilerimizde pompacılık, lokantalarımızda bulaşıkçılık, hava alanlarında çöpçülükle başlayan iş hayatı ve öğrencilik serüvenleri olurdu. Enderun’a devşirme yolu ile değil de sınavla öğrenci alır, beyin göçü denen şeyin lehimize olacak neticelerinden limitsiz faydalar sağlardık.

Bizim iflasımızdan sonra topraklarımızda 65 devlet kurdular. Üzerlerinde hayat süren halkların tadı tuzu kalmadı. Toprakların bereketi, suyun safiyeti, delikanlılığın raconu, ilacın şifası, sanatın inceliği velhasıl her iyi iş, tarih sayfaları arasına hapsoldu. Güzel adamlar birer masal kahramanı gibi oralarda kalıverdiler.

Cihan hakimiyeti mefkûresi diye başlamıştık. Bugünün gençleri ile orta yaşı çoktan geçmişlerimizin bu üç kelimeden oluşan terkibin ne anlama geldiği konusunda ne bilmediklerini tahmin etmek pek de zor değil. Artık bugün cihan, hakimiyet ve mefkûre kelimelerinin karşılıkları için bile sözlüklere bakılması gereği hâsıl olmuştur diye düşünüyorum. Bu mesele millet, memleket ve tarih hassasiyeti olanlarımızın canını sıkacak, üzecek hatta bunalıma sokacak boyuttadır. Söz gelimi okumuş, mühim yerlere gelmiş zevatın kahir ekseriyetinin bir önceki yazıma konu olan “Rumeli” neresi sorusuna verecek cevabı olmadığına bahse girerim.

Şimdi ben buradan şuraya gelip muradım olan asıl şeyi söyleyeceğim.
Senelerden beri, kamusal alan denen ve artık çoktan kutsiyet kazandırılmış yerlerde çalışan yahut okuyan başı örtülü kadınların ve kızların bunu hangi niyetle örttükleri birtakım erkeklerin öncelikli gündemini meşgul ederken sözünü ettiğim mefkûreden kime ne? Böyle ucube bir meseleyi halledememiş bir toplumun hiç, büyük projeleri olabilir mi? Kendisiyle barışamamış insan kitlelerinin büyük hayalleri, yüksek amaçları bulunabilir mi? Böyle bir toplum hangi evrensel idealleri seslendirebilir?

Bu sorunu rejim ile ilişkilendirenlerin, siyasete alet edenlerin ve diğerlerinin performansıyla, annesini Fransız kalleşlerinin tecavüzünden korurken öldürülen Küçük Şehit Kamil’in akıbet sahnesini yan yana getiren yanım, canımı acıtıyor. Siyasi tercihini bir kenara koyarak iki dakikalığına iyi düşünsün herkes. “Başörtüsünü rejim sorunu görenlerle, Fransız askeri arasında fark yoktur” şeklindeki bir önermenin doğru/yanlış sonuçlarına ulaşmak için çıkarımlar yapsın. Geçmişin ittihatçılarının her daim hortlayıp memleket üzerine kara bulut gibi çöken zamane gölgelerinin farkına varsın. Artık bıkıp usandık ikili oyunlardan. Ya Kuzey Afrika’daki bazı harami yönetimler gibi yasaklayın toptan, yahut da bırakın bu oyunu da, millet işine gücüne baksın.

Keşke İstanbul’un yüksek zamanlarında yaşasaydım da ölüp gitseydim. Ah ben bazen boş işlere ne kadar kafa yoruyorum. Atalarla övünmenin çaresizlik, ihtimal ihtiva eden sözlerin noksanlık, mağlubiyet ve pişmanlıklarla dolu olduğunu bir türlü öğrenemedim.