24 AÄŸustos 2015

Mevlana hakkında yanlış bildiklerimiz






Yıllardır 17 Aralık’ta yapılan Åžeb-i Arus törenlerine rastlayan günlerde Mevlana hakkında bir yazı yayımlamaya niyetlenirim ama gündemi meÅŸgul eden bir baÅŸka konu beni yolumdan döndürür. Bu yıl böyle olmayacağına dair kendime söz vermiÅŸtim ama bu sefer de bu devasa hayat hikâyesini gazete sayfasına sığdırma sorunu yolumu kesti. Sonunda, Mevlana hakkında doÄŸru bilinenleri deÄŸil de yanlış bilinenleri (elbette uzmanları bunları biliyordur) esas alan bir yazıda karar kıldım.

BU DÄ°ZELER MEVLANA’YA MI AÄ°T?

Önce defalarca düzeltilmesine raÄŸmen ‘galat-ı meÅŸhur’ haline gelen bir yanlış bilgiyle baÅŸlayalım.

“Gene gel, gene gel!
Her ne olursan ol, gene gel!
Kâfir isen de, Mecûsî isen de, putperest isen de gene gel.
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil;
Yüz kere tövbeni bozmuÅŸ olsan da gene gel!”

Bu dizeler Mevlana Celaleddin Rumi’ye atfedilir, ama bu doÄŸru deÄŸildir. Ziya PaÅŸa’nın topladığı Harabat adlı antolojide bu rubai, Orta Asyalı Sufî ÅŸair Ebu Said Fazlullah bin Ebu’l-Hayr’a ait olarak kaydedilmiÅŸ. Ãœstelik Ebu’l Hayr’ın daveti Ä°slam’a deÄŸilmiÅŸ. Yanlış bilgi, Konya Mevlana Dergâhı’nın kütüphane memuru Necati Bey’in, bu rubaiyi araÅŸtırmadan ‘Mevlana rubaisi’ diye etrafa yaymasından kaynaklanmış.

Söz edebi kimliÄŸinden açılmışken birkaç baÅŸka yanlışı daha düzeltelim. 1258-1273 yılları arasında iki yıl bir duraklama hariç 13 yılda yazılan 25.618 beyitlik Mesnevi’nin sadece ilk 18 mısraını (‘Mesnevi’nin Fatihası’ denilen bölümü) Mevlana yazmış, geri kalanı o söylemiÅŸ, son halifesi Çelebi Hüsameddin ve diÄŸer dostları yazmıştır.

Mevlana’nın pek ünlü sözlerinin yer aldığı Divan-ı Kebir adlı eser de tümüyle Mevlana’ya ait deÄŸildir. Bazı basımlarında 60 bin, bazı basımlarında 15 bin kadar dizeden oluÅŸan, konunun uzmanı Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre ise aslı 43.561 beyit olan ve 18 veya 21 ayrı ÅŸair tarafından yazılan rubailerin toplandığı bir ÅŸiir antolojisi olan Divan-ı Kebir’de Mevlana’ya atfedilen gazeller, eserin en fazla üçte birini oluÅŸturur.

1.753 rubaiyi içeren Rubailer’in de sadece bazılarının Mevlana’ya ait olduÄŸu kabul edilir ama bunların kalitesi uzmanlarca Mesnevi’dekilere uzak bulunur.

Mevlana’nın dost ve akrabalarına, özellikle de Selçuklu emir ve vezirlerine nasihat için yazdığı (dördü Arapça, diÄŸerleri Farsça) 147 adet mektuptan oluÅŸan Mektubat da sonraki dönemlerde toplanmıştır. Bu mektupların hepsinin otantikliÄŸi henüz tam tespit edilememiÅŸtir.

MEVLANA ‘DEHRÄ°’ MÄ°YDÄ°?

Ä°slam düşünürleri, giriÅŸte sözünü ettiÄŸim yanlış atıftan dolayı Mevlana’nın ‘dehri’ (materyalist, dinsiz) ya da Ä°slamiyet’ten baÅŸka bir meÅŸrepte bir kiÅŸi olarak algılanmasından dolayı rahatsızlar.

Gerçekten de Mevlana Sünni itikadına baÄŸlıdır. Hanefi mezhebindendir. Dahası Mesnevi’nin (kelime anlamı ‘bir ÅŸeyi bir ÅŸeye katmak, bükmek’ demektir) I. cildinin dibacesinde de bu eserinin ‘Kessaf’ül-Kur’an’ yani Kuran’ın sırlarını açtığından bahseder. Nitekim çaÄŸdaÅŸ Mevlana uzmanlarından Muhammed Taki Caferi’nin hesaplarına göre Mesnevi’de 2.200’den fazla atıf, alıntı veya açıklama Kuran’la ilgilidir. Hadi Hairi adlı bir baÅŸka araÅŸtırmacı bu sayıyı 6 bine çıkarır. Öyle ki, 19. yüzyılda basılmış Hindistan taÅŸbaskısında Mesnevi için ‘Farsça Kuran’ tanımı yapılmıştır.

Sünni-Hanefi vurgusunu yaptım çünkü Mesnevi’de (VI: 777-805) Halep’teki Åžiilere ve 680’deki Kerbela olayının yasını tutanlara ise müsamahalı olmayacağını söyler: “Kendi harap dinine, harap gönlüne aÄŸla” (802), “Åžia’ya Ömer’den bahsedilebilir mi? Sağırın yanında kopuz çalınabilir mi?” (III: 3201).

Buna karşılık, Mevlana, 1244’te Åžems-i Tebrizi ile tanışmasından sonra büyük bir deÄŸiÅŸiklik geçirmiÅŸtir. Bu karşılaÅŸmadan önce binlerce insanın izlediÄŸi örnek bir Hanefi imam olan Mevlana, Åžems’le karşılaÅŸtıktan sonra sıra dışı ve geleneklere meydan okuyan biri olmuÅŸtur.

Bazı kaynaklara göre 40 gün, bazılarına göre üç ay, bazılarına göre altı ay süren bir halvet döneminden sonra Mevlana’nın artık tüm zamanını Åžems’le geçirmesi, ders ve vaaz vermeyi kesmesi, Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi külah giymeye, sema ve raksa baÅŸlaması hem Sünni ulemayı, hem ailesini, hem öğrencilerini hem de halkı rahatsız etmeye baÅŸlar. Bu rahatsızlık giderek Åžems’e kine dönüşür. Öyle ki, Åžems 1 Mart 1246’da (yani karşılaÅŸmalarından 15 ay 20 gün sonra) Konya’dan ayrılıp Åžam’a gitmek zorunda kalır. Ancak Mevlana bu ayrılığa dayanamaz. Åžems’e durmadan mektuplar yazar. Sonunda babasının haline dayanamayan oÄŸlu Mehmed Bahaeddin (Sultan Veled) Åžam’a gidip Åžems’i bulur ve Konya’ya getirir. Yıl 1247’dir. Ancak tepkiler devam eder çünkü Mevlana sema ve raksa devam etmekte, bu sefer de yas tutanlara has siyah giysilerle gezmektedir. Ãœstüne üstlük testilerle ÅŸarap içmektedir. Ä°ddialara göre bu iÅŸret âlemlerine karısı ve oÄŸlunu da katmaktadır. Sonunda olan olur. Åžems 1247 yılının sonunda ortadan kaybolur. (Ahmet Eflaki’ye göre, Mevlana’nın oÄŸlu Alaeddin ve arkadaÅŸları tarafından öldürülmüştür. Bazı kaynaklara göre uzun yıllar Ä°ran’da yaÅŸamış, doÄŸal yollardan ölmüştür.) Åžems’in kayboluÅŸunun 40. gününde başına duman rengi bir sarık saran ve Yemen ve Hint kumaşından bir ferace giyen Mevlana, bu giysileri ölünceye kadar üzerinden çıkarmaz. Büyük kaybının acısıyla yaptığı semalar öylesine cezbedicidir ki birçok kiÅŸi onun semasının arkasından gitmeye baÅŸlayınca Sünni ulema iyice kızmaya baÅŸlar. Sema bidat sayılmaya baÅŸlar.

Son olarak, Mesnevi ve Fihi Ma Fih (‘onun içindeki içindedir’ ya da ‘ne varsa içindedir’ diye çevrilebilir) adlı eserlerinde ise onun Ä°slamcı yanına vurgu yapanların yüzünü kızartacak kadar müstehcen hikâyeler bulunur. Sadece Mesnevi’dekiler biraz daha ince bir dille, ikincisinde ise halk diliyle yazılmıştır. Bunların Hint, Yunan ve Roma edebiyatındaki hayvan hikâyelerinden (fabl) alındığı ve kıssalar çıkarmak için yazıldığı ileri sürülür. Bir fikir vermesi için bir tanesinin baÅŸlığını vereyim: “Bir eÅŸekle cariyenin iliÅŸkisine imrenen bir sahibenin durumu.”

Özetle Mevlana, Ä°slam düşünürlerinin iddia ettiÄŸi gibi ne heterodoks mezheplere hoÅŸgörülü, ne ‘ortodoks’ Sünni biri ne de ‘dehri’dir... Belki de zaman zaman hepsidir.

MEVLANA NEREDE DOÄžDU?

Mevlana ile ilgili bir diÄŸer yanlış bilgi doÄŸum yılı ve yeri ile ilgilidir. Mevlana’nın 6 Rebiü’l-evvel 604 (30 Eylül 1207) yılında, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan’daki Belh ÅŸehrinde doÄŸduÄŸu söylenir. Nitekim bazı yazarlar kendisine Mevlana Celaleddin-i Belhi derler. TÄ°KA (Türkiye Ä°ÅŸbirliÄŸi ve Kalkınma Ajansı) da sırf bu nedenle Belh ÅŸehrinde büyük restorasyonlar yapmayı düşünmektedir.

Ä°lk olarak Abdülbaki Gölpınarlı’nın üzerinde durduÄŸu gibi biyografisindeki bazı tutarsızlıklar yüzünden Mevlana’nın bu tarihten 5-10 yıl önce doÄŸmuÅŸ olması muhtemeldir. Bu şüpheyi bir yana bırakarak devam edersek, doÄŸum yeri Belh deÄŸil, babası Bahaeddin Veled’in 1204-1210 yılları arasında yaÅŸadığı Tacikistan’ın VahÅŸ kasabasıdır. Nitekim Bahaeddin Veled, Maarif adlı risalesinde “biz VahÅŸ’ta iken...” ÅŸeklinde cümleler kurmuÅŸ, Mevlana da Mesnevi’nin IV. cildinde bir yerde VahÅŸ’a duyduÄŸu özlemi dile getirmiÅŸtir. Ama ilginçtir, bunun dışında bir atıf yoktur. Babası, Mevlana 5 yaşında iken (yani 1212’de) Semerkand’a göç eder. Semerkand’ın dört yıl HarzemÅŸahların kuÅŸatması altında kalması üzerine aile 1216 veya 1217’de Horasan’ı terk eder.

MEVLANA FARS MI, TÜRK MÜ, RUM MU?

Mevlana, doÄŸduÄŸu yer Horasan Fars ülkesi olduÄŸu ve ÅŸiirlerini, mektuplarını Farsça yazdığı için Fars (Ä°ranlı), Rubailer’deki (günümüz Türkçesiyle) ÅŸu dizelerinden dolayı Türk kabul edilir: “Beni yabancı yerine koymayın ben bu mahalledenim/Ben sizin mahallenizde kendimi arıyorum/Düşman gibi görünüyorsam da düşman deÄŸilim/Hintçe konuÅŸuyorsam da aslım Türk’tür.”

Bazılarına göre bu beyitteki ‘Hintçe’ sözcüğünün aslı ‘Farsça’dır. Ancak bu doÄŸru olmasa gerek çünkü o devirde kimse kimseyi Farsça konuÅŸtuÄŸu için kınamazdı, Selçuklu devletinin resmi diliydi. Ancak o dönemde Türk kelimesi ‘güzel, talep edilen, âşık olunan’ anlamına geldiÄŸi ve Hindu terimi siyah, karanlık, çirkin anlamına geldiÄŸi için acaba “Çirkin göründüğüme bakmayın aslım güzeldir” mi demek istiyordu? ÖrneÄŸin Åžirazlı Hafız’ın ÅŸu dizelerindeki gibi: “EÄŸer o Åžirazlı türk (güzel), gönlümüzü hoÅŸnud ederse/Onun hindu (siyah) benine Semerkand ve Buhara’yı bağışlarım...”

Peki, Mevlana Türk ise Celaleddin-i Rumi’deki Rumi nereden gelir? 11. yüzyıl yazarı KaÅŸgarlı Mahmud ya da 13. yüzyıl yazarı Yunus Emre için de, 15. yüzyıl yazarı Nizameddin Åžami için de, 16. yüzyıl yazarı Gelibolulu Mustafa Ali için de Anadolu ‘Rum ili’, ‘Rum diyarı’dır. Dolayısıyla Mevlana’yı Anadolu’ya mal etmek isteyen eski yazarların taktığı addır bu.

Ancak Mevlana kendisini sahiplenen Afgan, Tacik ve Türklere, Divan-ı Kebir’deki ÅŸu gazelle (ona aitliÄŸi kesin kabul edersek elbette) cevap vermiÅŸtir aslında: “Türk kim, Tacik kim, Rum kim, Zenci kim?/Sen, mülk sahibisin; her gizliyi, her açığı çok iyi bilirsin/ Åžiirim, ÅŸiirin elbisesidir; fakat ÅŸiirin içinde kim var?/Ya elbiseyi süsleyen huri, yahut da elbiseyi soyan ÅŸeytan/Åžeytanın ÅŸiirini başımızdan atalım, huriyi baÄŸrımıza basalım.”

BABASI KÄ°MDÄ°?

Bu noktada bir baÅŸka yanlış bilgi ile karşılaşırız. Göçün nedeni olarak, Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in, Belh’te dönemin sultanına hocalık yapan ve Aristotales ve Ä°bni Sina felsefesini reddeden felsefeci Fahreddin Razi’ye ağır eleÅŸtirilerde bulunması gösterilir. Öncelikle Bahaeddin Veled’in Fahreddin Razi ile karşılaÅŸtığına ve daha önemlisi onunla felsefi tartışmalar yapabilecek bir bilgiye sahip olduÄŸuna dair elimizde hiçbir veri yok. Bahaeddin Veled fıkhi görüşlerini ‘Sultan’ül-Ulema’ diye imzalamasına raÄŸmen daha önce de söylediÄŸim VahÅŸ gibi küçük bir kasabada vaizlik yapan biridir. Nitekim Razi’nin din ve felsefe üzerine görüşlerini topladığı Muassil Ekarü’l-Mutakaddimin ve’l-Muta’ahhirin’de Bahaeddin Veled’den söz etmez. Kaldı ki Fahreddin Razi ile çatışma iddiası doÄŸru olsa idi bu göçün Fahreddin Razi’nin ölümünden (1209) önce olması gerekirdi. Halbuki daha önce söylediÄŸimiz gibi aile 1216 veya 1217’de göç etmiÅŸtir. EÄŸer göçün tarihi doÄŸruysa, Abdülbaki Gölpınarlı’nın önerdiÄŸi gibi Mevlana’nın doÄŸum tarihini geriye çekmek gerekecektir.

FERÄ°DÃœDDÄ°N ATTAR’LA KARÅžILAÅžTI MI?

Bir diÄŸer yanlış bilgi, Mevlana’nın 10 yaşında iken yolculuk sırasında NiÅŸabur’da babasını ziyaret eden ünlü tasavvufçu Feridüddin Attar’ın Mevlana’ya ilerde büyük bir insan olacağını söyleyerek Esrâr-nâme adlı eserini hediye etmesidir. Halbuki ne baba Bahaeddin Veled, ne Mevlana, ne oÄŸlu Sultan Veled, ne ilerde hayatının en önemli figürü olacak Åžems-i Tebrizi, ne Mevlana’dan 40 yıl sonra yazmış olan Sipehsalar ne de Mevlana’dan bir asır sonra yazmış Ahmet Eflaki’nin eserlerinde Mevlana’nın Attar ile karşılaÅŸtığından bahsedilir. Bu iddia ilk kez Mevlana’nın ölümünden iki yüzyıl sonra ortaya atılmıştır. BuluÅŸmaya dair birincil kaynak olmadığı gibi, MoÄŸol tehlikesinden kaçan Bahaeddin Veled ve ailesinin tehlikenin tam kalbinde olan NiÅŸabur yoluyla BaÄŸdat’a gitmesi mantıksızdır. Yolculuk muhtemelen Merv-Herat yoluyla BaÄŸdat’a yapılmış olmalıdır.

CENAZE NAMAZINI KÄ°M KILDIRDI?

Çok önemli olmayan yanlış ya da eksik bilgiler ise ÅŸunlar: “Ölüm günüm, düğün günüm olacaktır” diyen Mevlana’nın 17 Aralık 1273 Pazar (5 Cemaziy’el-ahir 672) günü bu âlemden göç etmesiyle cenaze namazını Sadreddin Konevî’nin kıldırdığı söylenirse de Konevî çok sevdiÄŸi Mevlana’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldığı için cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırmıştır. Her yıl Åžeb-i Arus (Allah’a kavuÅŸmasından mülhem ‘Düğün Gecesi’) bayramı olarak kutlanan gün, Mevlana’nın ölüm günüdür. Ancak Hicri takvim ile miladi takvim arasındaki farklar yüzünden, Mevlana’nın ölüm günü her yıl 17 Aralık’a rastlamaz.

Mevlana, babasının Horasan çamurundan yapılmış kabri üzerine defnedilmiÅŸtir. Rivayetlere göre Mevlana defin için mezarına getirildiÄŸinde, babası Bahaeddin Veled onun ilmine hürmeten ayaÄŸa kalkmış ve ona baÅŸucunda yer vermiÅŸtir. Bunu destekleyen fiziki kanıt ise sandukaların pozisyonudur. Kanuni Sultan Süleyman Mevlana’ya hayrandı. Bu yüzden Mevlana ve oÄŸlu Sultan Veled’in kabrinin üzerine bir mermer sanduka yaptırmıştı. Bunu yapmadan önce de babası Bahaeddin Veled’in ahÅŸap sandukasını Mevlana’nın sandukası üzerine kaldırmıştı. Yani bugün halkın, babasının oÄŸluna hürmeten ayaÄŸa kalktığını düşünmesine neden olan durum Kanuni’nin eseridir.

Mevlana’nın Tebrizli Åžems’le iliÅŸkisinin niteliÄŸi, Mevlana’nın MoÄŸol ajanı olup olmadığı, Atatürk’ün Mevlevi olup olmadığı, MevleviliÄŸin ne zaman doÄŸduÄŸu, Batı’nın Mevlana sevgisinin tarihçesi gibi soruları cevaplamayı ise baÅŸka bir zamana bırakalım...

ÖZET KAYNAKÇA
Franklin Lewis, Mevlana: GeçmiÅŸ ve ÅŸimdi, DoÄŸu ve Batı: Mevlana Celaleddin Rumi’nin hayatı, öğretisi ve ÅŸiiri, Çevirenler: Gül ÇaÄŸalı Güven ve Hamide Koyukan, Kabalcı, 2010, Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, Çeviren: Tahsin Yazıcı, Milli EÄŸitim Basımevi, 1989, Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, Ä°nkılap Kitabevi, 1989, Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik, Ä°nkılap Kitabevi, 1953. 
A. Hür
15/12/2013
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/mevlana_hakkinda_yanlis_bildiklerimiz-1166260

0 yorum: