30 Ağustos 2010

Bu Cephede Değişen Birşey Olmalı

Cumhuriyetin ilk yıllarından onlarca yıl geçmesine rağmen, Türkiye’deki her iyi niyet ve faydalı girişiminin altında, umumiyeti Batı uşaklığı, CİA raporları, Fulbright, Rockefeller, Eisenhower, yahut Ford vakfı burslarıyla okumuş siyaset bürokrasi kadrolarının zararlı/gizli faaliyetleri, Batı destekli cemaat/cemiyet yapılanmaları, ecnebi okulları, misyonerler vs.den oluşan korku çemberlerinin içinde yaşayarak geldik bugünlere. Sorulmaz, sorgulanamaz rejimlerini kuranlarla onların ardından gidenler değil de sanki başkaları getirmişlerdi vatandaşa sirayeti bitip tükenmek bilmeyen korkuları. Türkün türkten başka dostu yoktu, bir Türk dünyaya bedeldi. Sınırlar için verilen sözler anlaşmalara bağlı olarak öylece kalmalıydı. Etrafta olup bitenler bizi hiç mi hiç ilgilendirmezdi. İhtiyacımız olan şeyler soylu kanlarımızda idi. Hiç inanmadığım şeylerdendir; biz kendi kendine yetebilen bilmem sayılı kaç ülkeden biriydik.

1930'ların Türkiyesi’nde şeflik rejimi ihdas edip kendilerini ölümsüz lider ilan etme uğraşı verenlerle onların çevresinde peyk olan yalaka güruhları, sol hareketlere katılıp geçmişlerini inkar etmeyi erdem sayanlar, liberalizmi ilericilik sanarak yıllarca ABD’nin kucağına oturanlar; halkı ahmak yerine koyan, kovuldukça geri dönen türlü zihni yapıya sahip iktidarlar Türkiyenin çok daha ileride olması gereken bir konuma gelememesinde önemli roller oynadılar. Batı  ülkelerine paranın yok zamanında gençlerini gönderenlerin niyeti de bozuktu, gidenlerin de. Gidenler döndüklerinde çoktan kültürel tecavüze uğramışlardı. Bilim getirmesi planlananlar, oralardan gelirken ifsadı bir asır önce tamamlanmış kavramların, ideolojik izahların, felsefenin taşıyıcıları oldular. Bilim öğrenip memlekete faydası dokunacaktı bunların. Bir halt yememiştir çoğu. İdealleri ülke kalkınması değildi ki getirsinlerdi. Milli manevi değerleriyle mücadele etmeyen yoktu aralarında. Kendileri solcu-ilerici, muhalifleri sağcı-gerici, geri kalanları da haindiler. Batı solculuğu, yaşadığımız ülkede gericilik, Batı sağcılığı da faşizm olmaktan kurtulamadı senelerdir. (Ne ilginç, eskiden sol eğilimler için muhafazakar/milliyetçi algı asla gerici diyemezdi, çünkü gerici olan kendileriydi!)

Türkiye'nin özünden kökünden getireceği bir idealizmi, enerjisi, bir mefkuresi kalmamıştı da ondan mı bize ait olmayan tanımsız kavramlarla aramızda bir mücedeledir sürüp giderdi?

Bizim ülkemizde çok ciddi okuma/anlama/algılama ile birlikte önyargılardan örülü zihin sorunları vardır. En önemli meselelerimizden biridir bu. Şucular- bucular, filancalar-falancalar niçin öyle oldukları konusunda kendilerine ölene kadar soru sormazlar. Türkiyenin oy depoları, babalarından gördüklerini sorgusuz tekrar etmeyi iş, hatta bir iman meselesi zannetmişlerdir de, İslamköylü bu sebeple defalarca gelip gitmiştir. Oy potansiyellerinin sayesinde dini siyasete alet etmiş en mühim demogog ve yalancı politikacılar sağcılardan, dini değerlerden tırsarak şefli yılların halkı perişan eden günlerine hararetle özlem duyan özüne yabancılar solculardan çıkmıştır.

Anlama problemine net bir örnek 12 Eylül 2010’da yapılacak anayasa referandumu. Hayır diyecek olanlar, hazırlanan metni ülkenin bekası, hak ve özgürlükler açısından yetersiz mi bulduklarından hayır diyecekler, yoksa muhalif buldukları partiye atfen mi yapacaklar itirazlarını? Evet diyecek olanların beklentileri ne peki? Bir sonraki adımda baştan yeni bir anayasanın tesisi mi yoksa muhalif buldukları parti/ler mi?

0 yorum: