10 Kasım 2008

Krizinizi Nasıl Alırdınız?

İnsanoğlunun krizi biter mi hiç? Bitmez. Neden? Kendiliğinden yahut gökten gelmediğine göre, insanın kendi eliyle ürettiği şey oluşundan.

Kelimenin son derece geniş bir kapsamı mevcut. Kalp krizi, aile krizi, devlet krizi, hükümet krizi, para krizi, sınır krizi, sinir krizi, ekonomik krizi, bürokrasi krizi, terör krizi, trafik krizi, şeker krizi, açlık krizi, tatlı krizi gibi. Görüldüğü üzere bir sürü adı var bunun. Hadisenin oluş zamanına göre misal, Perşembe krizi denilmek suretiyle günlerin günahına girer. Hızını alamaz “kara çarşamba” şeklinde de tesmiye olunduğu görülür. Krizdir, ne yapacağı bilinmez. Bilinse, adı kriz olmaz zaten.

İnsanın varoluş zamanlarına yaşıt bir de. Sözgelimi Kabil’in kardeşi Habil’e karşı ölümüne bir “kıskançlık krizi” mevzubahis. Eskinin buhran kelimesi çoktan lisanımızdan çıkıp gitti. Kriz geldi, buhran gitti. Adı değişse de kendi değişmedi. Sonuçları itibarıyla ilk evvel psikolojik problemlere yol açıyor. Vücut kimyasını bozarak akıl sağlığını tehdit ediyor.

Yakın zamanların kriz gündemi ekonomik boyutlu bildiğiniz gibi. Bu işlerden iyi anladığını düşünen adamların ülkesini iyice hırpaladıktan sonra, bulaşıcı bir hastalık gibi bütün dünyayı etkisi altına aldı. Her şeyi herkesten daha iyi bildiğine inanan adamların tebaasının rüyaları kâbusa dönüştü. Her türlü çarenin kendi ülkelerinden çıkacak öngörülerle neşvünema bulacağını iddia edenlerin ülkesinden fena tırsıyorum. İktisat lügatlerinde, krizi fırsata dönüştürmek diye bir şey var. Acaba hangi masum diyarın başını belaya sokarlar ki bunlar şimdi? Ya da ben; masum, diyar, bela kelimelerini, bir tür “öğrenilmiş çaresizlik krizi”ne tutulmuş bir vatandaş olarak kullanıyorum da, günaha mı giriyorum acaba?

İktisatçı filan değilim. Nerden kaynaklandığı yahut çarelerinin neler olabileceği konusunda akıl yürütecek halim yok. Krizle yaşamak deyiminin tarihi sürecini millet olarak iyi biliriz lakin. Biz iki asırdır bu kelimeye pek aşinayız. Ara sıra darbeler yaşar, darbe krizine gireriz. Bırakın ekonomik kriz lafını, kokusunun alınma ihtimali sıfır zamanlarda, aniden borsa krizine gireriz. Gece yarısı ile öğle arasında bütün ülkenin toptan fakirleştirildiğini görmüşüzdür. Küçük yatırımcı dedikleri güruhun bir sonraki seansta ters köşe olmuş krizlerine şahit oluruz. Biz, karşı kıtada yaşayan herhangi bir insanın alışık olması muhtemel krizlerin dışında başka krizler de yaşarız. Üniversite kampüslerinin önünde dünyada sadece bize has krizler geçirenlerimiz olur. Bir vakitler praym taym (şu bildiğiniz prime time yani) denen saatlerde Reha Muhtar krizlerine girerdi vatandaş. Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsanız, Reha’yı görünce Aziz Paul’ün bile tecrübe etmediği görümlere garkolurdunuz. Akşam yemeği boğazınıza tıkanır, Reha oradan kaybolana dek su inmezdi midenize. Ülkenin bütün kaynaklarını cukkalayamaya niyetli, hatta devlete talip türlü meslek erbabı, meğer yer altında harıl harıl çalışırmışlar da, ondan servis ederlermiş Fadime ile Ali’nin tarikat tefrikalarını. Kriz denen şeyi insan kendi üretir demem ondan.

Şu halde biz zaten mevcut ve muhtemel krizlerin sürekli muhatabı bir milletiz. Paniğe gerek yok diyorum yani. Başka örnekler yazarak şu mübarek pazartesi günü sizi krize sokmayayım. Kimilerine göre pazartesinin kendisi kriz değil mi? Değerli okur şu yazdıklarımdan dolayı beni kınamasın lütfen. Okuduğunuz şeylerin, yazarını bağlayan bir tür krizden kaynaklandığını düşünebilir.

Ben aslında, Roma Katolik Kilisesi Lideri Papa 16. Benedict’in, dünyayı kasıp kavuran ekonomik kriz hakkındaki değerlendirmesini değerlendirmek için yola çıkmıştım. Papa, Vatikan’da acayip şeyler söyledi piskoposlarına seslendiği konuşmasında. Haddizatında onun yakın çevresine seslenmesi, bütün Katolik dünyasına seslenmesi demek. Ne de olsa adamların inancına göre, İsa’nın Vekili Petrus’a eş değer bir makamın üstünde oturuyor. Kat’iyyen yazmaya değer. Bekleyin…

0 yorum: