Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Gezi Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gezi Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Ağustos 2015

“Beş Şehir”in Parlak Yıldızı; Erzurum





Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir”inden biridir Erzurum. Yıllar önce Artvin’den gelirken gördüğüm Erzurum’a sonraları değişik vesilelerle defalarca gittim. Her defasında bu şehrin içimizden biri kadar bizden olduğunu düşünüp durdum. Hiç yabancılamadım.
Palandöken’den aşağılara doğru, sırtını dağ yamaçlarına dayamış Erzurum, oldukça geniş bir ovaya bakar. Özellikle bahar günlerinde görmeli bu şehri. Her köşesinde Urartu zamanlarından günümüze tarihin sayısız izlerine rastlarsınız. 

Erzurum adını Türkler vermiş, Erzen-i Rûm adıyla anılan ve kökleri çok eskilere dayanan bu şehre. Büyük İskender’in gelişinden evvel burada Urartular, Medler, Persler, sonrasında ise Partlar, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler egemen olmuşlar. Şehir öyle kıymetliymiş ki, Müslümanlarla Bizans devleti arasında 633 yılından 1071’e kadar karşılıklı el değiştirmiş. Erzurum, Anadolu'da ilk Türk Beylerbeyliği olan ve 1202 yılına kadar süren Saltık (Saltuk)oğulları “Saltuklular Beyliği”nin de başşehridir. 


Biz Erzurum’u, Ruslara karşı verdiği savunma savaşlarıyla, Aziziye savunmasına 20 yaşlarında gençken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılan Nene Hatun’la biliriz daha çok.
Erzurum’un birçok sembol eseri mevcut ve tarihi yapılar birbirine mesafe olarak yakın yerdeler. Bir gün içerisinde yürüyerek hepsini görmek imkanı var.
1310 yılında İlhanlı hükümdarı Olcaytu zamanında Emir Hoca Cemalettin Yakut tarafından yaptırılan Yakutiye Medresesi, 1991 yılında onarılarak İslami Eserler Müzesi olarak hizmet veriyor. Şehrin orta yerindeki bu sembol yapı, kültürel etkinliklere ev sahipliği yapıyor.  
Yakutiye ilçesinde bulunan ve şehrin en eski, en görkemli, en büyük camisi olma özelliğini taşıyan ve Atabey/Atabek Camii diye de adlandırılan Erzurum Ulu Camii, 1179 yılında Saltukoğullarından Melik Nasirüddin Muhammed Bey (1174-1185) zamanında yapılmış. Mmarı Saltuk Kızıl Hasan Mehmet Efendi. Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan 800 yıllık eser 6000 kişilik bir cemaat kapasitesine sahip. Ahşap kubbesi orijinal. 


Üç Kümbetler, Anadolu Selçuklu mezar yapılarının en güzel örneklerinden. Erzurum'un tarihi yapıları arasındaki Çifte Minareli Medrese'nin güneyinde bulunur.
13. yüzyılın sonlarında yapıldığı tahmin edilen Çifte Minareli Medrese, Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmiş. Erzurum Ulu Camii bitişiğindeki alanda, Erzurum Kalesi ve Saat Kulesi ile karşı karşıya bir konumda yer alıyor. Dört yıldan beridir restorasyonu sürüyor. Yapının taşınabilir kıymetli bazı parçaları Rus işgali sırasında Rusya’ya kaçırılmış. Bir kısmı Leningrad müzesinde bulunuyor. Bunların yerine konulmak üzere istenmesi lazım. 


Erzurum'un tarihine eşlik eden ve halk dilindeki adıyla Taşhan her gittiğimde muhakkak gördüğüm tarihi bir mekan. Bedesten 1561 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Günümüzde oltu taşı satıcılarının bulunduğu bedestende çeşit çeşit Oltu tespihi yanında hediyelik eşya satın alınabilir ve güleç yüzlü esnafıyla muhabbet edilebilir.
Erzurumlu çayı sever. Şehrin muhtelif yerlerinde kocaman kazanlarıyla çay ocakları görebilirsiniz. Nette şöyle bir bilgiye rastladım: 1895’de yaşanan kolera salgınında bölgenin valisi şehrin kavşak noktalarına dev kazanlar koydurup demlettiği çayı halka içirerek mikropların ölmesini sağlamış ve böylece çay içimi yaygınlaşmış. Şiirde de Erzurumlunun çay sevdası şöyle anlatılmış:
“’Hıngel ile turşu yedim yanmışam / Otuz içtim şimdi ancak kanmişam / Semaverin tükendiğin sanmışam / Tazesinden hele doldur ver bir çay.”


Erzurum’un doğal güzellikleri bana göre daha çok Artvin yolu üzerinde. Bunlardan Uzundere ilçesi sınırları içinde bulunan Tortum Gölü, Erzurum şehir merkezine 93 km mesafede ve yörenin mesire yerlerinden. Tortum Çayı Vadisi’nin tıkanması nedeniyle oluşmuş gölün nefis güzellikte bir de deltası var. Şimdilerde bazı kuş türlerine ev sahipliği yapıyor. Tortum gölünde su sporları son zamanlarda gözde hale gelmiş. Kano ve yelkenlilerle hafta sonları eğlenceli hale getirilebiliyor. Ayrıca Uzundere Doğa ve Gençlik Kulübü, öğrenciler için su sporlarına hazırlayıcı eğitim veriyorlar. Onlarca yelkenliyi gördüğümde gözlerime inanamadığımı itiraf edeyim. İlçe, 2012 yılında U-21 Rafting Türkiye Şampiyonası’na ev sahipliği yapmış. İlginin boyutlarını bu etkinlik veriyor zaten.

2012 yılı ziyaretimden
Erzurum’un bir diğer önemli doğa harikası 48 metre yüksekliği ile dünyanın üçüncü yüksek şelalesi olarak bilinen Tortum Şelalesi. (Afrika’daki Zambezi Nehri üzerindeki Vietorio Şelalesi 120 metre, A.B.D’de Erie Gölü ile Ontario Gölü arasındaki Niagara Şelalesi 51 metre yükseklik ile ikinci sırada.) Şelalenin aktığı yere “Dev kazanı” adını vermişler. Yaz günlerinde gayet serin oluyor. Buraya taş merdivenlerden indikten sonra ahşap bir köprüden geçerek ulaşılıyor.
1957 yılında kurulan Atatürk Üniversitesi, 400 bin nüfuslu Erzurum’un ve Türkiye’nin marka değeri. Her dört kişiden biri üniversite öğrencisi. Yakından tanıdığım için, üniversiteye yeni başlayacak öğrencilere tavsiye ediyorum. Kışı soğuk Erzurum’un insanı cana yakın, sıcak.
M.Ulutürk, 7 Nisan 2015.



29 Temmuz 2015

Hah Köyünde Bİr Sonbahar Günü




Hah Köyündeyim, Eylül 2013
2013 yılı Eylül ayının 9. günüydü. Midyat’ta her zamanki yerimde çayımı içerken kaldırımdan gelip geçenleri uzun uzun seyrettim. Burada olmak başka yerlerde olmaktan hep farklı gelir bana. Farklı lisanlar, kültürler, dinler ve yaşamların hayata kattığı desenlerin orta yeridir buralar. İkinci çaydan sonra kalkıp Hah köyüne doğru yola koyuldum.


Değiştirilmiş köy adları yerine eskisini kullanmayı tercih ettiğimden Anıtlı demeyeceğim. Dargeçit yolundan doğuya doğru 20 kilometre kadar gitmem lazım. Yol boyunca gördüğüm üzüm bağları çoktan bozulmuş. Ortalık sararıp solmuş. Sonbahar yakışmış topraklara. Şimdilerde köylerde pekmezler kaynatılıyor olmalı. 

 
Yevnon Cepe
Meryem Ana kilisesine geldiğimde kimseler yoktu. Avluya girip konuşacağım birini aradım. Az sonra orta yaşlı bir papazla 10 kadar rahibe avludan geçip kiliseye girdiler. Biraz sonra da siyah takım elbiseli, kravatlı, siyah fötr şapkalı biri geldi. Avluda başka kimse yok. Birbirimize baktık. 


Yaşlı Süryaniler hep bu mevsimde, Eylül’de gelirler Tur Abdin’deki köylerine. Muhtemelen İsveç’te yaşayan ve uzun öyküleri olan biridir dedim. Şapkasını çıkarıp takkesini geçirdi başına. Birbirimize doğru birkaç adım attık. Adım Yevnon Cepe dedi, ruhaniyim. Kartını uzattı. Küçük bir broşüre benzeyen böylesi bir kartı ilk kez gördüm. Bir yüzünde Tur Abdin sınırları kırmızıya boyanmış Türkiye haritası, diğer yüzünde kilisenin fotoğrafı var. Adının altında Pfarrer der Syrisch-Orthodoxen Kirche ibaresi. Almanya’ya seneler önce gidip yerleşmiş. Doğduğu köye her yıl olduğu gibi ziyarete gelmiş. Bir süre avluda dolaşıp konuştuk. Sonra da yanımıza manastırın görevlisi Aziz geldi. Yaşlı ruhani diğer yaşıtlarına çok benzeyen öyküsünü uzun uzun anlattı.  
 Eski adı Hubhi olan Hah köyünün değiştirilmiş adı Anıtlı.


Kadim Tur Abdin topraklarında hayli yer gördüm. Camilere, manastırlara, hanlara, saraylara uğradım. Buralarda yaşadığım sürece de artan merakıma uymaya devam edeceğim.
Ben, Çetin Ekin, Hahlı Aho Akyüz, Öğrencilerim İsmet Akan, Gökhan Yeşilmen




27 Nisan 2015

TARİHİ DOKUSUNU KORUYAN ŞEHİR: DİYARBAKIR




Diyarbakır, sıkça gittiğim, her defasında yeni şeyler keşfettiğim kadîm bir şehrimiz. Eski adı Amida. İslâmî dönemde bu isim Âmid şeklini almış ve XVII. yüzyıla kadar hem şehir hem de onun merkez olduğu sancağın adı olarak kullanılmış. Diyâr-ı Bekr ise, Osmanlı hâkimiyeti döneminde Diyarbekir şeklini alarak Âmid şehri ve sancağı merkez olmak üzere teşkil edilen beylerbeyliğin adı olmuş.
Evliya çelebi, eseri Seyahatname’de Diyarbakır’dan “mukaddes arz” olarak söz eder ve  “Diyarbekir şehri Osmanoğlu ülkesinde öyle bir yerdir ki, Hz. Yunus’un hayır duasının bereketiyle yaratılmış olan her cinsle doludur. Ama halkının çoğunluğu Kürt, Türkmen, Arap ve Acem’dir. Reayası ve berayası Ermeni olduğundan dolayı Ermeni diyarı da sayılır” der.


Adım başı köklü bir tarihin içinde kaybolurum orada. İlk uğrak yerim Hasan Paşa Hanı’dır. Ulu Caminin doğu girişinin karşısında yer alan tarihî han, Diyarbakır'ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında yaptırılmış. Bana göre şehirde başka bir yere uğramasanız bile sabahtan akşama kadar keyifle vakit geçirilecek bu hanın iki özelliği var. Biri handa kahvaltı yapmak, diğeri ise hanın altında bulunan kitapçıyı ziyaret etmek. 


Diyarbakır Ulucami eski Emevî geleneğine uygun inşa edildiğinden Şam Emeviyye Camisine çok benzer. 639 yılında Diyarbakır’a egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye çevrilmesiyle oluşturulmuş. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın emri ile büyük bir onarım görmüş. Diyarbakır’ın sembolü olan külliyede restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Ulu camiden başka Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabe Türbesi, Şeyh Mutahhar (4 Ayaklı Minare),  Melik Ahmet, Nasuh Paşa, Safa gibi camileri ve çok sayıda kiliselere sahip Diyarbakır, Anadolu’nun güzide inanç coğrafyalarından biridir.
Sur içinden mahallelere geçilince dar sokaklara girersiniz. Gölge kesafetinin çok fazla olduğu bu dar sokaklar Diyarbakır’ın aşırı yaz sıcaklarının etkisini azaltırlar. Fotoğrafçılar için Suriçi nefis sahneler sunar.


Günümüzde pek azı orijinal şekliyle ayakta kalan Diyarbakır evlerinden Cahit Sıtkı Tarancı evi ile Ziya Gökalp evi, Şair Ahmet Arif adına tahsis edilen 120 yıllık konak ile Esma Ocak evi uğranması gereken mekânlardandır.
Ayrıca Diyarbakır, Doğunun kendine has lezzetlerini barındıran yemek kültürüyle de ilgi çekmeyi başarmış durumda. Binlerce yıl Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani halklarının iç içe yaşadığı Diyarbakır, bu kültürlerin bileşiminden meydana gelen zengin bir mutfağa sahip.
Diyarbakır’ı kentsel dönüşüm adı verilen tahribatlardan koruyan en önemli unsur, asırlara meydan okuyan 5 kilometre uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre genişliğindeki surlarıdır. Şehir sakinleri ona “beden” derler. Buradan her yere nazar ederek geçmiş zaman hülyalarına dalmak mümkündür. 
Eğil/Diyarbakır
Diyarbakır’ın tarih, doğa ve inanç turizmini bir arada yaşatan ve il merkezine 50 km. mesafedeki Eğil ilçesinden söz etmeliyim. Urartulardan Osmanlılara kadar farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan Eğil son dönemlerde hayli ilgi görüyor. İsimleri Kur'an-ı Kerim'de geçen Hz. Zülkifl, Hz. Elyesa, Hz. Süleyman'ın kâtibi Harun-u Asefi, Nebi Zennun (Hz. Yunus), Nebi Hallak, Nebi Hürmüz, Nebi Ömer ve Hz. Danyal’ın mezar veya makamlarının yer aldığı bu şirin ilçeyi çevreleyen baraj gölü mevcut. Ücret karşılığında gölde turlar düzenleniyor. Buradaki türbe ve gezi alanlarının restorasyon ve çevre düzenlemesi Konya’nın Meram Belediyesinin desteğiyle yapılmış.
Söylenecek söz çok var Diyarbakır hakkında. En iyisi iki günden az olmamak üzere zaman ayırmak…

Bu yazı Köşe Bucak Dünya dergisinin Mart-Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.




                                                              

31 Mayıs 2011

Erbil Gezi Notları

Nisan’da görmeli asıl Doğuyu, Güneydoğu’yu. Fırat ve Dicle kıyılarında baharın en görkemli zamanlarına tanıklık etmeli insan. En güzel süslerini takınmış mevsimin Nisan sonu. Turabdin coğrafyasının bir ucundan diğer ucuna, Cizre’ye oradan Habur’a doğru yol alırken, geçip gittiğim yolu hiç bu kadar güzel görmediğimi söylemeliyim.
Tarih Bölümünden bir grup Yüksek Lisans öğrencimle Kuzey Irak’a, önce Erbil’e, vakit kalırsa Süleymaniye ve Kerkük’e gideceğiz. Ortalama 7 saati bulacak yolculuk için Batman’dan bindiğimiz ve her gün Erbil seferi yapan yolcu otobüsünde bütün koltuklar dolu.  

Habur’dan üçüncü geçişim olacak bu. Önceki, geçen yılın baharındaydı yine. Daha önceki ise yıllar evvel lise öğrencisiyken. İran-Irak savaşı devam ediyordu ve Bağdat ve Kerbela harap haldeydi. Habur sınırı bana hep zahmetli geçişleri anımsatır. Kilometrelerce uzayan kamyon kuyruklarına bu defa yüzlerce küçük araç eklenmiş. 2,5 saatlik bir bekleyişin ardından sınıra yakın Zaho’ya ulaşıyoruz. Burası Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı 100 bin nüfuslu bir şehir. Bana Türk mallarının toptancı deposu gibi gelir hep. Habur Çayı ikiye ayırıyor. Sınırdan itibaren evlerin, işyerlerinin balkonlarında, çatılarında Kürdistan bayrağı dalgalanıyor. Bütün yerleşim yerlerinde çok sayıda bayrak görebiliyorsunuz.
Sonraki durağımız Duhok. Her geçen gün gelişip büyüyen bir şehir burası. Milyonluk  nüfusa sahip. Adını verdiği üniversiteden şehri temaşa etmek mümkün. ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan kuzeye göçten hayli etkilenmiş. Çarşı pazarında otantik mekanlar bulma imkanı yok. Uzakdoğudan gelen mallarla tıka basa dolu dükkanlar.
Bozuk yollardan yavaş ilerleyen otobüsümüzle akşam sonrası Erbil’e ulaşıyoruz. Neredeyse 10 saattir yoldayız. Konuk olacağımız arkadaşlar bizi karşılıyorlar. Hoş bir sohbetin ardından sabah için dinlenmeye çekiliyoruz.  
Dohuk Üniversitesi
Asurlular zamanında Arba-ilu, Arbela; eski İran kaynaklarında Arbira olarak geçen ve gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuş. Musul, Altınköprü, Bağdat-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali’nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuş. Kökböri’nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamış. 1731’de, Nadir Şah’a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş ve 1849’da esaslı bir şekilde tamir edilmiş. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yy. başlarına kadar Bağdat'a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiş. Muzafferüddin Kökböri devrinde (1136-1190) imar edilmiş bir şehir Erbil. Kökböri, devleti ve saltanatı küçük olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuş. Aşağı Erbil’de yüksek minareli bir ulu cami, bir medrese, 4 dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimarî eserlerle donatmış.
Erbil, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin başkenti. Kuzey Irak’ta olmak, yaşanan birtakım talihsizlikler sonucu bilmeyenlerin nezdinde ürkütücü geliyor. Bölgeye gideceğimi duyan eş dostun aman dikkat edin sözleri beni gülümsetiyor. Bütün şehir ve çevresi müthiş bir hızla büyümeye devam ediyor. Üç milyona yakın nüfusa yeni göçler ekleniyor. Batıdaki şehirleri aratmayan yapıları, alışveriş merkezleri ve tahminlerin çok ötesindeki asayişi ile görülmeye değer. Hiçbir emniyet sorunu yok. Suç oranı çok düşük. Gayet dindar bir halkı var şehrin. Etnik ve dini unsurlar fazlaca. Asuri, Kürt, Türkmen, Ezidi, Süryani, Arap bir arada yaşıyor. Yollarda sıkça pasaport kontrolleri can sıkıcı olsa da, şehre girdikten sonra Türkiye’den geldiğinizi duyan halkın ilgisi sevdiriyor Erbil’i.
Erbil Kalesi içi
Yakın bir tarihte Uluslararası Erbil Havaalanı’na Türkiye’den direkt uçuşların başlaması, konsolosluk ve Türk bankalarının açılması, sınırdan günübirlik ticaretin yoğun olması bölgeye gidenlerin sayısını arttırmış. İstanbul, Adana, Ankara, Mardin, Gaziantep, Diyarbakır ve Batman’dan otobüslerle direkt Erbil’e gidebilirsiniz. Dilerseniz Silopi’den sınıra kadar dolmuş taksilerle, sınırdan sonra da yine dolmuş taksiler ile geçişinizi yapabilirsiniz. 15 günlük ücretsiz vize ile birbirine fazla uzak olmayan şehirleri gezebilirsiniz.
Kaptanımız Mecid bizi gezdiriyor. Caddelerdeki bütün arabalar yepyeni. Cuma günü tam, Cumartesi yarım gün resmi tatil. Konsolosluklar var işlek caddeler üzerlerinde. İş yeri ve kurum levhaları Arapça ve Kürtçe.     
Yukarı Erbil olarak bilinen Erbil Kalesi ve kale içinde şimdilerde boşaltılan mahalle, köni şeklinde yığma bir tepe üzerinde bulunuyor. 15 m. yüksekliğinde surlarla çevrili olan Erbil Kalesi, XIX. yy. da savunmadan çok yerleşme alanı olarak kullanılmış. Geniş duvarların üst kısımları geriye doğru daralan asma katlar şeklinde konak, ev, depo gibi yapılar şekline dönüştürülmüş. Erbil’e gidenlerin uğrak yeri burası. Kale içinde kısa bir tur attıktan sonra müze olarak düzenlenen eski bir Erbil evine uğruyoruz. Prof. Dr. İhsan Doğramacının dedesine ait bir konak mevcut burada. Erbil kalesinde eskiden yerleşim varmış.  Kale içinin turizme kazandırılması amacıyla boşaltılmış durumda. Fakat bir restorasyon faaliyeti göze çarpmıyor.
Düzenlemesi tamamlanan Erbil Meydanı bütünüyle gözler önünde. İbn el-Mustavfî olarak da bilinen ve Sultan Kökböri döneminin Erbil Valisi, Tarihçi Mübarek bin Ahmed Şerafeddin’in (1169-1239) çok büyük bir heykeli bulunuyor kalede. Burada herkes fotoğraf çektiriyor. Bir grup küçük kız öğrenci grubu duvara oturmuş sohbet ediyorlar. Onlardan beni izleyen birine “kız yoksa okuldan mı kaçtınız” diye soruyorum. “valla kaçmadık, okuldan çıktık şimdi” diye atılıyor birisi. Kimi Türkmen, kimi Kürt öğrencilerin arasına girip fotoğraf çektiriyorum. 
Çay ocağının sahibi Türkmen Halil Dede ve çalışanları
Oradan Kayseri Pazarı’na geçiyoruz. Türkiye’ye göre ucuz fiyata elektronik eşya almak isteyen gruptan birkaç kişi ile ayrılıp fotoğraf çekmek için Osmanlı çarşısına giriyorum. Halep’te, Şam’da gördüğüm bedestenlerin aynı burası. Gezmekten, esnafla hoşbeş etmekten çok keyif alırım. Selamımıza içtenlikle mukabeleler alıyoruz. Çarşı içinde terziler, kasaplar, kumaşçılar, hediyelik eşyacılar ne ararsanız var. İşte tam burada çay içmek için kendimize yer ararken Türkmen Halil Dede ile karşılaşıyoruz. 80’lik Dede, Türkiye’den geldiğimiz öğrenince keyifleniyor. L şeklindeki kahvenin duvarları çerçevelenmiş fotoğraflarla dolu. Barzani’nin desteğiyle restore edilmiş dükkan. Sokak içindeki taburelere oturuyoruz. Halil Dede bize Bakan Davudoğlu ile birlikte çektirdiği fotoğrafı gururla gösteriyor. Ardından da, “Tayyip Erdoğan hoş çocuk” diyerek güldürüyor bizi. Bütün Erbil  bir yana asırlık çaycı Halil Dede’nin mütevazı dükkanında çay yudumlamak her şeye değiyor. Titreyen elleriyle bizzat getiriyor arka arkaya içtiğimiz çayları. Ayrılırken para da kabul etmiyor, misafirden para alınır mı hiç diyerek. Her yerde Dolar ve Türk Lirası kullanılabiliyor. Bankacılık sistemi gelişmediğinden kredi kartıyla alışveriş imkanı yok henüz.
Erbil’in modern yüzü düzenli, yemyeşil büyük parklarla da göze çarpıyor. Bunlardan biri de Minare Park. Adını XI. Yüzyılda yapılmış ve hala dimdik ayakta duran bir Selçuklu minaresinden alıyor. Hemen yanında bir teleferik istasyonu bulunuyor.
Erbil Kalesi Önünde
Vakit darlığından çok da uzak olmayan Süleymaniye şehrine, şiddet olayları sebebiyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde olmayan Kerkük’e gidemiyoruz. Irak’ta şiddetin son bulmasını ümit edip başka sefere diyerek Erbil’den ayrılıyoruz.
Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK