Diyarbakır,
sıkça gittiğim, her defasında yeni şeyler keşfettiğim kadîm bir şehrimiz. Eski
adı Amida. İslâmî dönemde bu isim Âmid şeklini almış ve XVII. yüzyıla kadar hem
şehir hem de onun merkez olduğu sancağın adı olarak kullanılmış. Diyâr-ı Bekr
ise, Osmanlı hâkimiyeti döneminde Diyarbekir şeklini alarak Âmid şehri ve
sancağı merkez olmak üzere teşkil edilen beylerbeyliğin adı olmuş.
Evliya
çelebi, eseri Seyahatname’de Diyarbakır’dan “mukaddes arz” olarak söz eder
ve “Diyarbekir şehri Osmanoğlu ülkesinde
öyle bir yerdir ki, Hz. Yunus’un hayır duasının bereketiyle yaratılmış olan her
cinsle doludur. Ama halkının çoğunluğu Kürt, Türkmen, Arap ve Acem’dir. Reayası
ve berayası Ermeni olduğundan dolayı Ermeni diyarı da sayılır” der.
Adım
başı köklü bir tarihin içinde kaybolurum orada. İlk uğrak yerim Hasan Paşa
Hanı’dır. Ulu Caminin doğu girişinin karşısında yer alan tarihî han, Diyarbakır'ın
Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezirzade
Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında yaptırılmış. Bana göre şehirde
başka bir yere uğramasanız bile sabahtan akşama kadar keyifle vakit geçirilecek
bu hanın iki özelliği var. Biri handa kahvaltı yapmak, diğeri ise hanın altında
bulunan kitapçıyı ziyaret etmek.
Diyarbakır
Ulucami eski Emevî geleneğine uygun inşa edildiğinden Şam Emeviyye Camisine çok
benzer. 639 yılında Diyarbakır’a egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin
merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye çevrilmesiyle
oluşturulmuş. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın emri
ile büyük bir onarım görmüş. Diyarbakır’ın sembolü olan külliyede restorasyon
çalışmaları devam ediyor.
Ulu
camiden başka Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabe Türbesi, Şeyh Mutahhar (4
Ayaklı Minare), Melik Ahmet, Nasuh Paşa,
Safa gibi camileri ve çok sayıda kiliselere sahip Diyarbakır, Anadolu’nun güzide
inanç coğrafyalarından biridir.
Sur
içinden mahallelere geçilince dar sokaklara girersiniz. Gölge kesafetinin çok
fazla olduğu bu dar sokaklar Diyarbakır’ın aşırı yaz sıcaklarının etkisini
azaltırlar. Fotoğrafçılar için Suriçi nefis sahneler sunar.
Günümüzde
pek azı orijinal şekliyle ayakta kalan Diyarbakır evlerinden Cahit Sıtkı
Tarancı evi ile Ziya Gökalp evi, Şair Ahmet Arif adına tahsis edilen 120 yıllık
konak ile Esma Ocak evi uğranması gereken mekânlardandır.
Ayrıca
Diyarbakır, Doğunun kendine has lezzetlerini barındıran yemek kültürüyle de
ilgi çekmeyi başarmış durumda. Binlerce yıl Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani
halklarının iç içe yaşadığı Diyarbakır, bu kültürlerin bileşiminden meydana
gelen zengin bir mutfağa sahip.
Diyarbakır’ı
kentsel dönüşüm adı verilen tahribatlardan koruyan en önemli unsur, asırlara
meydan okuyan 5 kilometre uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre
genişliğindeki surlarıdır. Şehir sakinleri ona “beden” derler. Buradan her yere
nazar ederek geçmiş zaman hülyalarına dalmak mümkündür.
Eğil/Diyarbakır |
Diyarbakır’ın
tarih, doğa ve inanç turizmini bir arada yaşatan ve il merkezine 50 km.
mesafedeki Eğil ilçesinden söz etmeliyim. Urartulardan Osmanlılara kadar farklı
medeniyetlere ev sahipliği yapan Eğil son dönemlerde hayli ilgi görüyor. İsimleri
Kur'an-ı Kerim'de geçen Hz. Zülkifl, Hz. Elyesa, Hz. Süleyman'ın kâtibi Harun-u
Asefi, Nebi Zennun (Hz. Yunus), Nebi Hallak, Nebi Hürmüz, Nebi Ömer ve Hz.
Danyal’ın mezar veya makamlarının yer aldığı bu şirin ilçeyi çevreleyen baraj
gölü mevcut. Ücret karşılığında gölde turlar düzenleniyor. Buradaki türbe ve
gezi alanlarının restorasyon ve çevre düzenlemesi Konya’nın Meram Belediyesinin
desteğiyle yapılmış.
Söylenecek
söz çok var Diyarbakır hakkında. En iyisi iki günden az olmamak üzere zaman
ayırmak…
Bu yazı Köşe Bucak Dünya dergisinin Mart-Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder