Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Kelimeler-Kavramlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kelimeler-Kavramlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2013

Nusayrilik ve Nusayriler



Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK

Nusayrîler Suriye’de Lazkiye, Banyas ve Tartus, Türkiye’de Hatay, Adana ve Mersin illerinde yaşayan; İslam, Hıristiyanlık, Ortadoğu’da mevcut bazı fırkalar ve diğer yerel inanışların harmanlanması sonucu ortaya çıkmış –senkretik- dinî bir inanç topluluğudur.
Nusayrilik, Şia’nın ilk Mezhepler Tarihi yazarlarından en-Nevbahti’ye göre, IX. yüzyılda Muhammed b. Nusayr en-Nemiri (Öl. M. 883) tarafından kurulmuş batıni bir fırkadır (Fığlalı, 1993:180). Kaynaklarda genellikle Nusayrilik, bazen de Nemiriyye adıyla anılan fırka, XX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Alevilik, mensupları da Aleviler diye anılmaya başlanmıştır. Bu fırka, I. Dünya Savaşı’nın ardından bölgeyi ele geçiren Fransızların talebi, mensuplarının da uygun görmesiyle Alevi adıyla anılmaya başlanmıştır (Üzüm, 2007:271). Bu yapıya Anadolu Aleviliğinden farklılığına işaret etmek üzere Nusayri Alevilik, Akdeniz Aleviliği, Arap Aleviliği, Çukurova Aleviliği, Hatay Bölgesi Aleviliği, mensuplarının genellikle çiftçilikle uğraşmalarından dolayı Fellah gibi isimler de verilmiştir (Üzüm, 2007: 271; Büyükkara vd., 2010:157). 

Nusayrilik, Hz. Ali’nin tanrılaştırılması, Hızır ve türbe inancının güçlü oluşu, tenasüh inancı, te’vil ve takiyye ile belirginleşen; bütün dinlerin, bütün peygamberlerin ve hatta bilgi üretenlerin kutsal sayıldığı; kapalı cemaat örgütlenmesi ve gizlilik esasına dayanan, bâtınî İslamî bir fırka (Türk, 2005:279) olarak, Uzak Doğu kültürleri, Orta Doğu kültürü, Hıristiyanlık, eski Türk toplumlarının şamanist inançları ve Arap kültürü gibi unsurlardan etkilendiği görülmekle birlikte, bu bulgulara dayanarak Nusayrilerin etnik kökenleri hakkında belirgin bir saptama yapmak olanaksızdır (Türk, 2005:288).
Dünya genelinde yaşayan yaklaşık 3.000.000 Nusayri yaşamakta olup bunların büyük bölümü Suriye (2.500.000), Lübnan (100.000) ve Türkiye’de (350.000) yaşamaktadırlar. Bu sayıları ile Nusayrîler Suriye nüfusunun % 8-12’sini oluşturmaktadırlar. Suriye yönetimindeki Esedlerin de mensubu olduğu Nusayriler, günümüz Suriyesi’nde sayıca azınlık (toplam nüfusunun %14’ü) olmalarına rağmen iktidardadırlar. Nusayrilerin Hatay ilin genel nüfusu içindeki oranı ise il merkezdeki oranın altındadır. Adana ve Mersin’de yaşayan yerel halk tarafından Fellah (çiftçi) olarak adlandırılan Arap halkıyla etnik köken ve dini inanç bakımından ilgileri bulunmamaktadır.
Orta Doğu’da yaşayan Nusayrilerin tarihi kökenlerini ortaya koyan en önemli eser, Osmanlı döneminin vilayet müfettişlerinden Muhammed Emin Galib et-Tavil tarafından yazılmıştır. Et-Tavil bu eserinde Nusayriliğin ayrı bir mezhep olarak ortaya çıkmasında Gadir Hum ve Kerbela hadisesinin önemli olduğunu ileri sürmektedir. Hicretin 10. yılında Gadir Hum denilen yerde gerçekleşen hadise, Nusayrilerin en büyük bayramı olarak kutlanmaktadır. Nusayrilere göre Hz. Muhammed, Allah’ın emriyle kendisinden sonra Hz. Ali’nin vâsi ve veli olduğunu ilan etti. Hz. Muhammed’in vasiyetine uyulmaması ve Hz. Ali’ye düşmanlıklarıyla bilinen Emevilerin halife olarak Ebubekir’i tanımaları sonucunda Hz. Ali taraftarları Ebu Bekir’e biat etmeyi reddettiler. Halifelik Emeviler üzerinde devam ederken, Hz. Ali taraftarları da  Ehl-i Beyt’ten olan imamlara biat ettiler. İmam Ali ve onun oğlu Hasan’dan sonra üçüncü imam olan Hüseyin, kendisine inanan 70 kişiyle birlikte, Muaviye tarafından Kerbela’da şehit edildi. Soyundan Zeynel Abidin dışında kimse kalmadı. Bu olayın ardından Müslümanlar Aleviler ve Sünniler diye ikiye bölündü (2003 et-Tavil’den Türk, 2005:41).
Gadir Hum ve Kerbela hadisesinden sonra Aleviler, Emevi ve daha sonra da Abbasi halifelerine biat etmemişler, Ehl-i Beyt soyundan on iki İmam’a biat etmişlerdir. Bu imamlardan altıncısı olan İmam Cafer es-Sadık’ın (699-766) ölümünden sonra, Alevilerin bir kısmı imametin Cafer es-Sadık’ın büyük oğlu İsmail’in hakkı olduğuna, diğerleri ise öteki oğlu Musa el-Kazım’ın hakkı olduğuna inanıyorlardı. İsmail’in imametine inananlar “İsmaililer” olarak öteki Alevilerden ayrıldılar. Onların büyük çoğunluğu ise Musa el- Kazım’ın imametini tanıyarak “on iki İmamcılar” olarak isimlendirildiler. Nusayriler de bunların arasında yer almaktaydı. Onlar, on ikinci İmam Muhammed el Mehdi’nin henüz çocuk yaştayken gözden kayboluşuna (gaybetine) bakarak imametin son bulduğuna, Mehdi’nin ölmediğine beklenen kişi olduğuna inanmışlardır. Ali taraftarları onu “Hüccet” (delil) ve Muntazır (beklenen) adlarıyla anarlar. Onlara göre Mehdi, diridir ve zamanı gelince cevr ile dolan arza kurtarıcı olarak geri dönecektir. Mehdi’nin gaybetiyle birlikte, Hz. Muhammed’in; “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısı” sözünden yola çıkan Nusayriler, on iki İmamın her birinin bir bâbı (kapı) olduğu ve dini inancın bu bâblar yoluyla yürütülmesi gerektiğine inanmaya başladılar (2003 et-Tavil’den Türk, 41-42).
Nusayriler imamlardan sonra bâbı yetkili bildiler; ne var ki bu konuda uzlaşamadıkları için üç temel gruba ayrıldılar. Daha sonra da pek çok kola ayrıldılar. Bunlar:
-Nusayriyye: Seyyid Ebu Şuayb Muhammed b. Nusayr’a bağlı olanlar,
-İshakiler: İmam Hasan el-Askeri’nin ashabı olan Ebu Yakub İshak en-Nâhi’ye bağlı olanlar (bu kişi, Askeri’nin asıl babının kendisi olduğunu iddia etmiştir.),
-Caferiyye: Bâb’a bağlanmadan altıncı imam Cafer es-Sadık’ın kitaplarını rehber bilenlerdir.
İsnâaşeriyye’nin onuncu İmamı Ali el-Hâdi en-Nâki ile on birinci İmam Hasan el-Askerî zamanında yaşayan İbnu’n-Nusayr, Ali el-Hâdi en-Nâki’nin ilahlığını, kendisinin de onun peygamberi olduğunu iddia etmiş, tenasühü benimsemiş, haramları helal saymak gibi aşırı görüşler ileri sürmüştür (Üzüm, 2007: 271; bkz. Fığlalı, 181). Nusayr, Askeri’nin adamı ve meclisinde eksik olmayan sadık bir müridiydi. Muhammed b. Nusayr, Hasan el-Askeri’den sonra, Samerra’ya yerleşerek Nusayrilere yol gösterdi. Nusayriler, 1048 yılına kadar bâb ve ardılları tarafından dini yetkili olarak idare edildiler. Halep, Lazkiye ve Bağdat dini merkez oldu. Ondan sonra da bâb, yani dini önderler bu görevi üstlendi. Bunlardan Muhammed el-Cennân el-Cünbulânî, dini başkanlık görevini yürüttü. Bunların döneminde Alevi Nusayriler ve İslam âlemi için bir anarşi ortamı yaşandı. Öyle ki, bir mezhebin üyeleri, ötekinin üyelerinin kanlarını dökmeyi mübah saymaya başladı. Bu dönemde, Mısırlı Alevi Nusayri Hüseyin b. Hemdân el-Hasîbî ortaya çıktı ve Alevilere bağımsızlık ve hakimiyet fikrini aşıladı. Bu nedenle Muhammed b. Nusayr’dan sonra bu mezhebin öncülerinden en önemlisinin Hasîbî olduğu kanaatinin doğru olması muhtemeldir (bkz., Fığlalı, 181; Üzüm, a.y.). Aslında Muhammed b. Nusayr, mezhebin kurucusu değildi. Kendisi Ehl-i Beyt ahlak ve kültürüne uygun öğrenciler yetiştirmişti. İşte bunlardan biri de Ebu Abdullah Hüseyin b. Hamdan el-Hasîbî idi. Büveyh ve Hamdani devletinin kurucuları bile onun öğrencileriydi. Hasîbî’yi tarikata alan, Irak’ta yaşayan ve Alevi Cünbülânî tarikatını kuran el- Cünbülânî idi. Irak’ın Cenbela kasabasında doğan Cünbülânî, Nusayr’in öğrencilerine katılarak Ehl-i Beyt’in ilim ve fıkhı konusunda önemli çalışmalar yaptı. Zamanın en büyük alimlerinden sayılırdı. Bu nedenle Nusayr, kendisinden sonra yerine onu tayin etmişti. Cünbülânî bir yandan çalışmalarını sürdürdü, bir yandan da öğrenciler yetiştirdi. Evi adeta bir üniversiteyi andırıyordu. Yetiştirdiği öğrencileri, çevre ülkelere dağılarak Ehl-i Beyt inancından kaynaklanan Aleviliği tanıtıyorlardı (2001 İstanbullu’dan Türk, 44). Cünbülânî’nin şöhretini duyan ve ondan ders almak isteyen Hasîbî, bu amaçla Mısır’dan göç ederek Cenbela kasabasına yerleşti. Başarılı çalışmalarıyla Cünbülânî’nin gözüne girdi. Cünbülânî’nin ölümü ve vasiyeti üzerine de Alevi Nusayrilerin başkanı oldu ve din işlerini yürüteceği Halep’e yerleşti. Elliden fazla öğrenci yetiştirdi. Onun zamanında bağımsızlığını ilan eden bütün Alevi-Nusayri hükümdarlıklar, onun dini egemenliği altındaydı. Ayrıca Hasîbî’nin Şam’da vekilleri; hükümdarlardan ve emirlerden de öğrencileri vardı. Bunlar Büveyhoğulları, Hamdanoğulları ve Fatımilerdendi (2000 et-Tavil’den Türk, 44). Hasîbî, İsmailiyye ile birleşme teşebbüsünde bulunmuşsa da başaramamış, hareketin dini-mistik karakterinin gelişmesi ve yayılması için verdiği mücadelenin sonunda “dinin şeyhi” (Şeyhüddin)  diye anılmıştır. M. 969’da Halep’te ölen Hasîbî, şii biyografi kaynaklarında genellikle “yalancı, lanete uğramış, itikadı bozuk, fikirlerine itibar edilmemesi gereken kimse” gibi ifadelerle eleştirilmiştir (Üzüm, 2007:271).
Hasîbî’den sonra biri Halep, diğeri Bağdat olmak üzere iki dini merkez ortaya çıktı. Bugünkü Nusayri halkını oluşturmuş olan Hasîbî’nin kurduğu Cünbülâni tarikatının son genel şeyhi et-Tebârânî (965-1035)’den sonra ise tarikat liderliğine kimse geçmedi. Her şeyh kendi bulunduğu bölgede bağımsız olarak şeyhliğini sürdürdü. Nusayri tarihindeki son dönem, bölgesel şeyhlerin liderliğinde birçok Alevi-Nusayri devletinin bağımsızlıklarını ilan etmeleriydi (2000 et-Tavil’den Türk, 45). Bunlar; Fatımi Devleti (909-1171, Mısır), Büveyhoğulları Devleti (934-1055, Hazar Denizi Bölgesi), Hamdanoğulları Devleti (868-1104, Musul-Halep), Aridoğulları Devleti (939, Şam, Trablus, Teberiye; Rayıkoğlu Muhammed'in kurduğu bu devlet onun ölümüyle de yıkıldı), Tunuhîler Hükümeti (968-1084, Lazkiye), Hammudoğulları Devleti (1071-1113, Kurtuba, Malka), Ahmeroğulları Devleti (1232-1490, Zaragosa) ve Muhrizoğulları hakimiyeti idi.  
Nusayriler, Memlük Sultanı Baybars (1277) zamanında sünni olmaları yönünde baskı görmüşlerdir. Bu baskılar Sultan Kalavun zamanında da (1277-1290) sürdürülmüştür. İbn Teymiye’nin Nusayriler hakkında çeşitli hakaretler ve karalamalar içeren fetvası da Sultan Kalavun zamanında çıkartılmıştır. İbn Teymiye’nin bu fetvasını başka fetvalar izledi. Bu fetvalar yüzünden Nusayrilerin malları yağma edildi, kadınları hakkında uygun düşmeyen yakıştırmalar yapıldı ve on binlerce Nusayri öldürüldü. Mercidabık Savaşı (1516) sonrasında Nusayriler Osmanlı idaresine girmiş, uzun süre Halep’te mahalli şeyhlerin denetiminde serbest bir hayat yaşamışlardır (Üzüm, 271). Nusayriler Yavuz Sultan Selim döneminde (1470-1520), büyük baskılarla karşı karşıya kaldıklarını ileri sürerler. Bu dönemde Yavuz Sultan Selim’in Alevi illerini ele geçirmesi, bölgedeki Alevi egemenliğinin de yıkılmasına neden oldu. Mısır-Anadolu yolunun güvenliğinin sağlanması için Türkler, Alevi-Nusayri bölgelerine yerleştirildi. Bu dönemde Nusayra Dağlarına yaklaşık yarım milyon Türk yerleştirildi. Bugün onlardan yalnızca Bayır, Bucak ve bazıları da sahil tarafında olmak üzere on beş bin Türk kalmıştır. Bunlar Türk kimliklerini koruyabilmişlerdir Baskılar nedeniyle Antakya’dan ayrılan Nusayriler, Kanuni Sultan Süleyman zamanında bu bölgeye geri dönmeye başladılar. Geri dönenler Antakya’dan Süveydiye’ye, Adana çevresi ve Tarsus’a kadar uzanan bölgeye yerleştiler. Bugün bu bölgede varlıklarını sürdürmektedirler (2000, et-Tavil’den Türk, 46). Fığlalı, Yavuz Sultan Selim döneminde Nusayrilere baskı yapıldığına dair görüşün et-Tavil’in yazdıklarının haricinde başka kaynak kullanmayanlar tarafından iddia konusu yapıldığını, yazılanların doğru olmadığını, Osmanlı Devletinin ülkedeki her inanç ve ırktan kavme, devletin bağlayıcı ve birleştirici felsefesi olan İslam kardeşliği anlayışının en muslihane tezahürünü gösterdiğini (Fığlalı, 1993: 181) belirtmektedir.
II. Abdülhamid zamanında, toplumsal bütünlüğün korunması amaçlanarak Nusayrilere karşı sünnileştirme politikaları izlenmiştir. Bu dönemde Nusayrilerin bölgelerine camiler yapılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın akabinde Fransızlarla Suriyeli yetkililer arasında gerçekleşen görüşmelerin ardından 1920’de “Alevi toprağı” adı altında idari bir birim kurulmuş, bu isim 1922’de Aleviler Devleti olarak değiştirilmiştir. 1936’da burası Suriye Devletinin bir vilayeti kabul edilmiş, 1939’da Fransa Lazkiye bölgesine müstakil bir statü vermiş, 1942yılında Lazkiye idaresi Suriye’ye katılmıştır (Üzüm, 272). Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması (1939) ve laik politikalarla birlikte Nusayriler büyük oranda Atatürk’ü desteklemişlerdir. Tarih boyunca aile, soy, aşiret, şeklinde kapalı bir hayat yaşayan Nusayriler, Suriye ve Türkiye’de milli devlete adapte olmakta zorluk çekmemişlerdir.

Kaynakça:
Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Selçuk Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 1993.
İlyas Üzüm, “Nusayrilik”, D.İ.A., XXXIII, İstanbul, 2007, s. 270-272.
Hüseyin Türk, Nusayriler (İnanç Sistemleri ve Kültürel Özellikleri), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005.
Mehmet Ali Büyükkara vd., “Nusayrilik”, İslam Mezhepleri Tarihi, Eskişehir.

31 Aralık 2012

MERAM BİBLİYOGRAFYASI

MERAM BİBLİYOGRAFYASI
Ahmet Kuş 
GİRİŞ
Konya, 15 Haziran 1987 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla büyükşehir oldu ve Karatay, Selçuklu, Meram olmak üzere üç merkez ilçeye ayrıldı. Meram ilçesinin ilk belediye başkanı 26 Mart 1989 seçimlerinde seçildi. Meram ilçe olmadan önce de Türkiye genelinde çok bilinen bir bölgemizdi. Yeşil dokusuyla adeta Konya’nın simgesi olan Meram, günümüzde de bağ ve bahçeleri ile gönüllere huzur veren bir beldemizdir. Tarih boyunca Meram’ın güzelliği dillere destan olmuş, seyyahlar, şairler ve edipler buradan ilham alıp çok kıymetli eserler üretmişlerdir. Meram hakkında yazılan eserleri, araştırmaları ve yazıları tespit etmek amacıyla bu çalışmayı hazırladık. Çalışmamızın kapsamını kitaplar, dergiler, ansiklopediler, tezler ve Konya gazetelerinin verdiği kültür-sanat ilaveleri ile sınırlandırdık. Aslında kapsamlı bir bibliyografya çalışması için özellikle Konya’da yayınlanan günlük gazeteleri de taramak gerekirdi. Ancak bu çalışmamız için süre kısıtlı olduğundan gazeteleri araştırmamıza dahil edemedik. Nihai hedefimiz Konya gazetelerini de tarayıp bibliyografyayı çok  geniş kapsamlı bir kitap halinde yayınlamaktır. Bu araştırma sırasında her ne kadar en küçük bilgiyi dahi değerlendirmiş olsak da yine gözümüzden kaçan veya ulaşamadığımız yazılar mutlaka olmuştur. Her şeye rağmen hazırlamış olduğumuz Meram Bibliyografyası’nın bu konuda çalışma yapacak araştırmacılar için iyi bir kaynak ve yol gösterici çaba olduğuna inanıyoruz. Çalışmamıza dahil ettiğimiz yazılar içerisinde bir takım bilgi eksiklikleri veya küçük yanlışlarımız da olabilir, fakat çok titiz bir çalışma ile hataları en aza indirmeye çalıştık. Zaten bibliyografyalar hiçbir zaman biten veya tamamlanabilen çalışmalar değildir. Araştırma konusuyla ilgili her an yeni bir yayın olabilir. Çalışmamız makale olarak yayınladıktan sonra da sürekli olarak güncel gelişmelerle takviye etme niyetindeyiz.                   
MERAM BİBLİYOGRAFYASI
A) KİTAPLAR
KOMAN, M. M.-UĞUR, M. F., Selçuk Veziri Sahip Ata ile Oğullarının Hayat ve Eserleri, İstanbul, 1934.
KÖROĞLU, Hüseyin, Konya Lisesi Tarihi 1889-1989, Konya, 1989.
MİYASOĞLU, Mustafa, Yollar ve İzler, İstanbul, 2002.
ODABAŞI, A. Sefa-ÖZÖNDER, Hasan-KARPUZ, Haşim, Eskimeyen Meram, Konya, 2000.
ÖZÖNDER, Hasan, Evvel Zaman İçinde Meram, Konya, 1997.
ÖZÖNDER, Hasan, Su, Yeşil ve Tarih Kucağı Meram, Konya, 2003.
SAKAOĞLU, Saim, Çaybaşı Yazıları, Konya, 2000.
TORU, Fatma-ÖZÇELİK, Selahattin, Adım Adım Meram-Meram İlçesi Mahalle/Sokak Rehberi, Konya, 2003.
YARDIMCI, Saime, Bağ Evinin Asırlık Yemek Sırları, Konya, 2007.
B) TEZLER
AKIN, Mehmet Çetin, Konya Gazi Lisesi ve Tarihi Gelişimi, Konya, 1995 (S.Ü.S.B.E. basılmamış doktora tezi).
AKKURT, Murat, Meram İlçesi Bağcılığı ve Yörede Yetişen Üzüm Çeşitlerinin Ampelografik Özelliklerinin Belirlenmesi Üzerinde Araştırmalar”, Ankara, 1997 (A.Ü.F.B.E., basılmamış yüksek lisans tezi).
ALTINTAŞ, E., Konya Meram İlçesine Bağlı Köylerde Geleneksel Kıyafetler, Konya, 1999 (S.Ü., Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi, basılmamış lisans tezi).
ARSLAN, Kadir, Konya Meram İlköğretim Okulunun Eğitim ve Öğretim Yönünden İncelenmesi, Konya 2002, (S.Ü.S.B.E., basılmamış yüksek lisans tezi). 
ÇAPA, İbrahim, Sahib Ata Fahreddin Ali ile Oğulları, Konya, 1994 (S.Ü.S.B.E.,  basılmamış yüksek lisans tezi).
DÜNDAR, S., Konya’da Sahip Ata Külliyesi, İstanbul, 1970 (İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi, basılmamış lisans tezi)
ELCAN, M.-TATLI, S., Konya Sahip Ata Manzumesi Süslemeleri, Konya, 1998 (S.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi, basılmamış lisans tezi)
EMİROĞLU, Seyit, Meram İlçesi (Konya) Masalları Üzerine Bir İnceleme, Konya, 1996 (S.Ü.S.B.E., basılmamış doktora tezi).
İÇAÇAN, K., Loras Dağı’ndaki Anonim Yapı, Konya, 1984 (S.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi, basılmamış lisans tezi).
İNCESAKAL, Mustafa, Orta Anadolu Bölgesi Bağ Evlerinin Tasarım ve Yapım İlkeleri, Konya, 1996 (S.Ü.S.B.E., basılmamış doktora tezi).
ŞENER, F., Konya İli Sırçalı Medrese Çinileri, Konya, 1995 (S.Ü. Mesleki Eğitim Fakültesi, El Sanatları Eğitimi, basılmamış lisans tezi)
TOPÇU, Filiz Yıldız, Sahib Ata Fahreddin Ali ve Sahib Ataoğulları, Konya, 2005,  (S.Ü.S.B.E., basılmamış doktora tezi).
YILMAZ, Mehmet, Konya Vilayetinde Muhacir Yerleşmeleri (1854-1914), Konya, 1996 (S.Ü.S.B.E., basılmamış doktora tezi).
C) MAKALELER
AKAY, Hasan, “Gizli Meram”, Dergâh, sayı 19, İstanbul, 1991, s. 8-9
AKMAYDALI, H., “Konya Merkez Tahir ile Zühre Mescidi”, Röleve ve Restorasyon, sayı 3, Ankara, 1982, s. 101-104
AKOK, M., “Konya’da Sahib Ata Hanıkâh Camii’nin Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji, sayı XIX/2, Ankara, 1970, s. 5-38
ALAGÖZ, Hüseyin, “Söylemez Zaviyesi ve Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi”, Kışta Meram, sayı 10, Konya, 2001, s. 32-34
ALAGÖZ, Hüseyin, “Yozlaşan Benliğimiz ve Ulvi Sultan”, Yazda Meram, sayı 11-12, Konya, 2002, s. 27-29
ANBARLI, İsmail, “Loras Dağı’nın Düşündürdükleri”, Yeni İpek Yolu, sayı 188, Konya, 2003, s. 54-55
APALI, M. Ali, “Cambaz Deli Osman Ağa ve Çayırbağı Suyu”, Kışta Meram, sayı 2, Konya, 1999, s. 24-25
AYHAN, Lütfi, “Loras’tan Gelen Mektup”, Kışta Meram, sayı 18, Konya, 2003, s. 28-30
BAHAR, Hasan, “Konya-Hatip’te Bulunan Yeni Bir Hitit Anıtı”, Arkeoloji ve Sanat, sayı 73, İstanbul, 1996, s. 2-7
BAKIRCI, Naci, “Konya Meram Şekerfuruş Türbesi 1996 Yılı Kazı ve Temizlik Çalışması”, VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, Ankara, 1997, s. 159-170
BAŞTAK, Naci Fikret, “Meram’ın Eski Yaz Günlerinden Birinde”, Konya, sayı 24-25, Konya, 1938, s. 1339-1341
BİLDİRİCİ, Mehmet, “Meram’da Eski Zamanlarda Bir Gezi”, Kırkambar-Yeni Gazete, Konya, 2 Ocak 2000, s. 4
BİLDİRİCİ, Mehmet, “Çaybaşı Yazıları Üzerine”, Kırkambar-Yeni Gazete, Konya, 10 Nisan 2001, s. 8
BÜLBÜL, Nail, “Başka Meram Yok ki!”, Kışta Meram, sayı 6, Konya, 2001, s. 26-27
ÇALIK, Ziya, “Jeoloji ve Hidroloji Bakımından Meram Deresi”, Konya, sayı 31, Konya, 1940, s. 1648-1659
DELBEUF, R., “Meram’ın Eski Yaz Günlerinde”, Konya, sayı 24-25, Konya, 1939, s. 1339-1341
DEMİRCİ, İbrahim, “Şeyh Galib’in Meram’ı”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 9, Konya, 1996, s. 10
DOĞAN, M. Sabri, “Selçuklu ve Osmanlı Dönemi Meram Su Vakıfları”, Güzde Meram, sayı 5, Konya, 2000, s. 22-25
DOĞAN, M. Sabri, “Çayırbağı Suyu”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 28, Konya, 2001, s. 49-51
DOĞAN, M. Sabri, “İdealini ve İddiasını Gerçekleştiren Bir Adam: Aydın Çavuş (Aydın Aydınöz)”, Yeni İpek Yolu, sayı 207, Konya, 2005, s. 54
DOĞAN, M. Sabri, “Bağdat Demir Yolu Hattı ve Meram”, Meram, sayı 2, Konya, 2006, s. 36-39
EFE, Ahmet, “Cemel Ali Dede Türbesi ve Camisi”, Yeni İpek Yolu, sayı 133, Konya, 1999
ELGİN, Necati, “500 Yıl Önce Konya’nın Yetiştirdiği Bir Musikî Üstadı-Megaribe Mescidi-Abdal Mümin”, Konya, sayı 118-119, Konya, 1948, s. 39-41
EMİNOĞLU, Mehmet, “Hacı Fettah Mezarlığı”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 10, Konya, 1996, s. 38-39
EMİNOĞLU, Mehmet, “Hicrandan Benzi Atan Hasbey Dar’ul Huffazı”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 11, Konya, 1997, s. 42-43
EMİNOĞLU, Mehmet, “Meram’da Osmanlı Ahkâm-ı Urfiyyesinden Birkaç Örnek”, Güzde Meram, sayı 1, Konya, 1999, s. 26-27
EMİNOĞLU, Mehmet, “Hacı Fettah Mezarlığı II”, Kışta Meram, sayı 14, Konya, 2002, s. 30-33
ERDOĞAN, Abdülkadir, “Meram Bağları”, Konya, sayı 7, Konya, 1937, s. 424-428
ERDOĞAN, Muzaffer, “Konya Tarih ve Folklorunda Meram”, Güzde Meram, sayı 1, Konya, 1999, s. 9-11
ERDOĞAN, M., “Konya’nın Eski ve Ünlü Mesiresi Meram”, Tarih Coğrafya, C. 2, sayı 8, İstanbul, 1959, s. 121-123
ES, Selçuk, “Meram Suyuna Ait Bilgiler”, Baharda Meram, sayı 3, Konya, 2000, s. 14-15
GÖLCÜK, Şerafeddin, “Sadreddin Konevî”, S.Ü. Selçuk Dergisi, sayı 4, 1. Sadreddin Konevî Özel Sayısı, Konya, 1989, s. 13-15
GÜLDAĞ, Ahmet, “Otuzlu Yıllardan Bugüne Yeşil Meram”, Kışta Meram, sayı 6, Konya, 2001, s. 22-23
GÜLDAĞ, Ahmet, “Otuzlu Yıllardan Bugüne Yeşil Meram”, Baharda Meram, sayı 7, Konya, 2001, s. 11-13
GÜLDAĞ, Ahmet, “Kırklı Yıllardaki Yeşil Meram’dan”, Yazda Meram, sayı 11-12, Konya, 2002, s. 35-37
GÜNDOĞDU, Mehmet K., “Meram’dan Loras’a Zorlu Tırmanış”, Kırkambar-Yeni Gazete, Konya, 3 Nisan 2001, s. 4
HALICI, Feyzi, “Çağrı’nın Meram Hikâyesi”, Güzde Meram, sayı 1, Konya, 1999, s. 14-15
HALICI, Feyzi, “Meram Sohbeti”, Kışta Meram, sayı 2, Konya, 1999, s. 22-23
HALICI, Feyzi, “Meram Trafiği”, Yazda Meram, sayı 4, Konya, 2000, s. 18-19 
HALICI, Nevin, “Ateşbaz-ı Velî ve Konya”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 29, Konya, 2002, s. 111-112
IŞIK, Ali, “Meram Güzellemesi”, Çağrı, sayı 518, Ankara, 2003, s. 13-14
İNCESAKAL, Mustafa -TOZOĞLU, D.D.-ULUSOY, Mine, “Konya Meram’da Bağ Evi Örneği”, S.Ü. Müh.-Mim. Fak. Dergisi-Prof. Dr. Yılmaz Önge Özel Sayısı, C. 8, sayı 1, Konya, 1993, s. 37-52
İNCESAKAL, Mustafa, “Geleneksel Konya Bağ Evleri”, Yeni İpek Yolu, Özel Sayı I, Konya, 1998, s. 223-244
İNCESAKAL, Mustafa, “Geleneksel Konya Bağ Evlerinde Batı Etkileri”, Yeni İpek Yolu, sayı 145, Konya, 2000, s. 17-21
KALE, M. Tanju, “Meram’ın Eski Yaz Günleri”, Yazda Meram, sayı 8, Konya, 2001, s. 14-15
KARA, Celalettin, “Bir Tırmanış Öyküsü ve Loras Dağı”, Konya Life, sayı 8, Konya, 2006, s. 50-51
KARPUZ, Haşim, “Meram Sit Alanları ve Aydın Çavuş”, Baharda Meram, sayı 3, Konya, 2000, s. 23-26
KOMAN, M. Mesud, “Şeyh Sadreddin Mescidi ve Şeyh Cüneyd”, Konya, sayı 31, Konya, 1940, s. 1629-1637
KÜÇÜKDAĞ, Yusuf, “Konya’da Söylemez Zâviyesi ve Vakfiyeleri”, Yeni İpek Yolu, Özel Sayı I, Konya, 1998, s. 155-194
ODABAŞI, A. Sefa, “Meram’a Giden Üç Yol”, Kırkambar-Yeni Konya, Konya, 9 Eylül 1995, s. 6
ODABAŞI, A. Sefa, “Meram ve Çevresindeki Üzüm Bağları”, Güzde Meram, sayı 1, Konya, 1999, s. 12-13
ODABAŞI, A. Sefa, “Muhacir Pazarı ve Romanlar”, Tarih ve Kültürüyle Konya-Konya Postası, Konya, 18 Ekim 2000, s. 93-94
OKTAÇ, A. Deniz, “Meram Apalı Bağı Örneğinde Konya Bağ Kültürü ve Bağ Mimarisi”, Yeni İpek Yolu, Özel Sayı V, Konya, 2002, s. 377-390
ÖNDER, Mehmet, “Konya’da Tavus Baba Efsanesi”, Türk Folklor Araştırmaları, sayı 53, İstanbul, 1953
ÖNDER, Mehmet, “Meram-Nâme”, Çağrı, sayı 283, Ankara, 1981, s.17-18
ÖNDER, Mehmet, “Konya’nın Tarihî Gül Bahçeleri”, Çağrı, sayı 306, Ankara, 1983, s. 16-17
ÖNDER, Mehmet, “Geçmişten Günümüze Meram”, Büyükşehir Belediyesi Konya Dergisi, sayı 11, Konya, 1997, s. 24-27
ÖNDER, Mehmet, “Konya’nın Meram’ı”, Güzde Meram, sayı 1, Konya, 1999, s. 32-36
ÖNGE, Yılmaz, “Konya’nın Meram Mesiresindeki Mimari Bir Manzume”, Vakıflar, sayı 10, Ankara, 1973, s. 367-384
ÖNKAL, Hakkı, “Konya’da Ateşbaz-ı Veli Türbesi”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, sayı 1, Erzurum, 1975, s. 223-238
ÖZÖNDER, Hasan, “Türbeönü’nde Evi, Meram’da Bağı Olmak”, Kışta Meram, sayı 2, Konya, 1999, s. 7-9
ÖZÖNDER, Hasan, “Yaz Olunca Var Meram Üzre Safâsı Konya’nın”, Yazda Meram, sayı 4, Konya, 2000, s. 9-11
ÖZÖNDER, Hasan, “Vefanın Timsali Meramlı Şeyh Vefâ”, Güzde Meram, sayı 5, Konya, 2000, s. 12-13
ÖZÖNDER, Hasan, “Meram’da Sonbahar”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 19 Ekim 2000, s. 65-68
ÖZÖNDER, Hasan, “Başka Meram Yok, Meram Veran Olmasın”, Kışta Meram, sayı 10, Konya, 2001, s. 16-18
ÖZÖNDER, Hasan, “Nahiye Oluşunun 47. Yıldönümünde Meram”, Yazda Meram, sayı 11-12, Konya, 2002, s. 9-11
ÖZÖNDER, Hasan, “Meram’a Vuslat”, Yazda Meram, sayı 16, Konya, 2003, s. 16-17
ÖZÖNDER, Hasan, “Meram’ın Efsunkâr Bağları”, Meram, sayı 1, Konya, 2006, s. 32-33
ÖZTÜRK, Kazım, “Meram İlçesinde Bulunan Tarihî Semt İsimleri”, Yeni İpek Yolu, Özel Sayı VII, Konya, 2004, s. 389-401
ÖZULU, Deniz, “Tarihin En Güzel Sesi Konya Lisesi”, Konya Life, sayı 4, Konya, 2006, s. 130-133
SAKAOĞLU, Saim, “Şu Konya’nın Meram’ı”, Kültür ve Sanat, C. 4, sayı 15, 1992, s. 5-7
SAKAOĞLU, Saim, “Kızlar Kayası”, Kışta Meram, sayı 2, Konya, 1999, s. 18-19
SAKAOĞLU, Saim, “Eski Meram Yolu Düz Gitmez”, Cönk-Yeni Gazete, Konya, 2 Kasım 1999, s. 129
SAKAOĞLU, Saim, “Meram Yolunda”, Cönk-Yeni Gazete, Konya, 1 Aralık 1999, s. 169-170
SAKAOĞLU, Saim, “Şu Konya’nın Bağları”, Yazda Meram, sayı 4, Konya, 2000, s. 12-14
SAKAOĞLU, Saim, “Kar mı Yağmış Şu Meram’ın Dağına”, Kışta Meram, sayı 6, Konya, 2001, s. 14-15
SAKAOĞLU, Saim, “Benim Meram Fotoğraflarım”, Yazda Meram, sayı 8, Konya, 2001, s. 6-9
SAKAOĞLU, Saim, “Orada Bir Köy Var Yakında-Hatıp ile Gödene Uğurlar Olsun Gidene”, Güzde Meram, sayı 9, Konya, 2001, s. 6-7
SAKAOĞLU, Saim, “Eski Meram Fotoğrafı Üzerine Düşünceler”, Kışta Meram, sayı 10, Konya, 2001, s. 13-15
SAKAOĞLU, Saim, “Son Kitabım: Çaybaşı Yazıları”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 1 Şubat 2001, s. 33-34
SAKAOĞLU, Saim, “Eski Bir Meram Evi”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 19 Nisan 2001, s. 116-117
SAKAOĞLU, Saim, “Eskimeyen Bir Meram Evi-II”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 17 Mayıs 2001, s. 143-144
SAKAOĞLU, Saim, “Şiirimizde Meram-I”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 14 Haziran 2001, s. 183-185
SAKAOĞLU, Saim, “Şiirimizde Meram –II”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 19 Temmuz 2001, s. 215-217
SAKAOĞLU, Saim, “Şiirimizde Meram-III”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 16 Ağustos 2001, s. 247-249
SAKAOĞLU, Saim, “Şiirimizde Meram-IV”, Akademik Sayfalar-Konya Postası, Konya, 20 Eylül 2001, s. 287-289
SAKAOĞLU, Saim, “Meram Efsane Kokuyordu”, Kışta Meram, sayı 14, Konya, 2002, s. 12-14
SAKAOĞLU, Saim, “Bir Yeni Meramlı’nın Not Defteri”, Yazda Meram, sayı 11-12, Konya, 2002, s. 6-8
SAKAOĞLU, Saim, “Benim Meramlı Ağaçlarım”, Güzde Meram, sayı 13, Konya, 2002, s. 6-9 
SAKAOĞLU, Saim, “Benim Meramlı Çiçeklerim”, Baharda Meram, sayı 15, Konya, 2003, s. 6-10
SAKAOĞLU, Saim, “Bir Meram Vardı”, Yazda Meram, sayı 16, Konya, 2003, s. 6-9 
SAKAOĞLU, Saim, “Bir Masaldı Meram”, Konya Life, sayı 4, Konya, 2006, s. 26-28
SAKAOĞLU, Saim, “Fahrünnisa Mahallesi’nden Hatıralar”, Akademik Sayfalar-Merhaba, Konya, 27 Aralık 2006, s. 410-411
SAKMAN, M. Tahir, “Konya Türkülerinde Meram”, Kışta Meram, sayı 2, Konya, 1999, s. 28
SAKMAN, M. Tahir, “İki Meram”, Cönk-Yeni Gazete, Konya, 11 Ağustos 1999, s. 44
TER, Ümmügülsüm Özkan, “Konya Kentinin Açık-Yeşil Alan İçinde Meram Bağlarının Önemi”, Güzde Meram, sayı 9, Konya, 2001, s. 10-13
UĞUR, M. Ferit, “Konya’da Tursunoğlu Camii”, Konya, sayı 10, Konya, 1937, s. 636-642
UĞUR, M. Ferit, “Tavusbaba”, Konya, sayı 37, Konya, 1941, s. 15-17
ULUTÜRK, Muammer, “Dere’nin Değirmenleri”, Yazda Meram, sayı 8, Konya, 2001, s. 20-21
ULUTÜRK, Muammer, “Noras Dağı Eteklerinde Bir Yayla Yahut Erikli Yaylasında Eski Günler”, Güzde Meram, sayı 9, Konya, 2001, s. 18-19
ULUTÜRK, Muammer, “Meram’ın Yaylaları”, Yazda Meram, sayı11-12, Konya, 2002, s. 14-16
UZUNPOSTALCI, Mustafa, “Şeyh Sadreddin Konevî’nin Vasiyeti”, S.Ü. Selçuk , sayı 4, 1. Sadreddin Konevî Özel Sayısı, Konya, 1989, s. 37-44
YASA, Azize Aktaş, “Selçuklu Dönemi Konya’sında Şehrin Yeşil Dokusu”, Vakıflar, sayı 27, Ankara, 1998, s. 65-74

03 Ocak 2010

Yılbaşı Neyiniz Olur?



Hıristiyan dünyada bütün kutlamalar, İsa Nebinin kimliği etrafında şekillenir ve kilise sakramentleri, törenler ve geleneksel kutlamalar bu çerçevede yapılır. Bütün bunların ortaya çıkışında üç temel hadiseyi görürüz; babasız doğumu, çarmıhta ölümü ve üç gün sonra dirilişi. Doğum tarihi konusunda, doğu ve batı kiliseleri arasındaki farklı tarihler, temel bilgi kaynağı olması gereken Yeni Ahit rivayetlerinin tutarsızlığı ve meselenin sonraki asırlar içinde paganist-mitolojik boyut kazanmasından kaynaklanır.


Konunun yer aldığı, açık ve net bir tarih görmediğimiz Matta ve Luka’dan gelen rivayetler, birbirini tutmaz. Matta’ya göre (2:1) İsa, M.Ö. 37 ila M.Ö. 4 yılları arasında Filistin’i Roma adına yöneten Antipater oğlu Kral Büyük Hirodes zamanında Yahudiye Beytlehem’inde dünyaya gelir. Gökte İsa’nın yıldızını gördüklerini söyleyip Doğudan Kudüs’e gelen müneccimler onu hararetle ararlar. Bunu duyan Hirodes, gelecekte Yahudilerin kralı olacak kişinin kendi saltanatını ortadan kaldıracağı korkusuyla, Beytlehem ve bütün Filistin’de iki yaşından küçük erkek çocukları katlettirir. Melek Cebrail, rüyada Yusuf’a görünerek anası Meryem ile çocuğu Mısır’a kaçırmasını söyler. Yusuf, bir gece vakti denileni yapar ve kalkıp Mısır’a gider, Hirodes’in ölümüne kadar Filistin’e dönmez. Buna göre İsa, Hirodes’in saltanatının en geç M.Ö. 4. Yılında veya bundan birkaç yıl önce doğmuş olmalıdır. İsa’nın doğumunun Hirodes’in saltanatının hangi yılında doğduğu bilgisi bulunmadığından, burada zikredilen bilgiye bakarak bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.


Luka’nın rivayetine göre ise İsa, Roma İmparatoru Augustus’un Suriye Valisi olan Kirinius’un idareciliği döneminde yapılan genel nüfus sayımında dünyaya gelir. Matta ve Luka’da anlatılan bu iki bilgi birbiriyle uyuşmaz. Çünkü iki tarih arasında oldukça farklı bir zaman söz konusudur. Luka’daki bilgiler, İsa’nın doğumunun, Yahudiye ve Samariye bölgesinin idaresinin Suriye’deki Roma Valisinin hakimiyetine geçtikten sonra, yani M.S. 6 yılında veya bundan sonraki bir tarihte olmasını gerektirmektedir. Ayrıca Luka, Yahya’nın ana rahmine düşüşünü anlatırken, hem Matta hem de, az önceki kendi rivayetiyle çelişir. Luka, Yahya’nın annesinin Hirodes zamanında Yahya’ya hamile kalışının 6. ayında melek Cebrail’in Meryem’e görünerek İsa ile müjdelediğini anlatır. İsa’nın bu müjdelemeden altı ay sonra doğması gerektiği düşünülürse, İsa, Kirinius zamanında değil, Hirodes’in saltanatı zamanında veya ondan en geç bir yıl kadar sonra Hirodes’in oğlu Arhelas ‘ın hükümranlığının ilk yılında doğmuş olması gerekmektedir. Bu bilgiler ve İsa’nın doğum tarihini araştıranlar, İsa’nın miladın başlangıcı olarak gösterilen tarihten birkaç yıl önce, M.Ö. 4 yılında veya bu tarihten iki-üç yıl kadar önce doğmuş olabileceğinin tahminini yapmaktadırlar.


Bütün bunlara ilaveten, İsa’nın kış mevsiminde doğmadığı kesin görünmektedir. Çünkü Luka’ya göre, İsa doğduğu zaman çobanlar çayırlarda sürülerini otlatmakta idiler (2:8). Eski Ahit, kış mevsiminin çobanların açık havada barınamayacak kadar yağışlı olduğunu (Ezra 10:9, 13), söylemektedir. Çobanlar, Ekim ayının en geç ortasında sürülerini yüksek otlaklardan indirmekte idiler. Ayrıca, Yahya’nın Yahudi Fısıh bayramında doğduğuna ve fısıh bayramının 15 Nisan’da kutlandığına bakarak, Yahya’dan altı ay sonra doğan İsa’nın Ekim ayı içinde doğmuş olması gerektiği, hesaba uygun düşmektedir. Sonuç olarak İsa’nın doğum tarihini tesit etmek mümkün değildir.
Doğu kiliselerince 6 Ocak, batı kiliselerince 25 Aralık olarak gösterilen tarihin de İsa’nın doğum günüyle ilgisi bulunmamaktadır. 6 Ocak tarihi, putperest Greklerin zaman tanrısı Aion anısına kutlanan bir bayrama, 25 Aralık da, Roma putperestlerinin güneş tanrısı anısına kutlanan bir bayrama dayanmaktadır. İsa’nın doğum gününün eski dünyada kış gündönümü olarak bilinen 21 Aralık değil de, 25 Aralık tarihine atfedilmesi, ayrı bir tarih hatasıdır.


İsa’nın doğumu anısına kutlanan bayramlarla ilgili en eski tarihin 325 veya 336 yılı olduğu belirtilmektedir. Buna göre Noel, İmparator Konstantin’in saltanatının sonundan itibaren kutlanmaya başlanmıştır. 354 yılına gelindiğinde, dönemin Papası Liberius, 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan geceyi İsa’nın doğum günü ilan etmiştir. M.S. 4. asırda Myra, bugünkü Kale ilçesinde yaşadığına inanılan Aziz Nikolas’ın doğal olarak İsa’nın doğumuyla hiçbir ilgisi yoktur. Geçmiş kültürlerden gelen Noel kutlamalarına, sonradan pagaist unsurlar ilave edilerek bir Noel ağacı eklenmiştir. Buradaki ağaç figürü, kaynağını meşe, defne ve çam gibi yapraklarını dökmeyen ve ebedi gençlik ve yaşam sembolü sayılan ağaçlardan almaktadır. Noel ağacının süslenmesi geleneği de kelt rahiplerinin tanrılarına astıkları armağanlardan, çam kesme işi de, Baltık kökenli Tötonlar’dan kalmıştır.
Günümüz Hıristiyanlarının kahir ekseriyeti, geçmişteki gibi İsa’nın doğum günü arefesinde oruç tutmamakta, doğum gününün gecesini de ibadetle geçirmemektedirler. Bütün bunların ışığında, Hıristiyanlıkla da ilgisi olmayan Noel kutlamalarının Müslüman ülkelerde ne hakla kutlandığını anlamak kabil değildir.
Geride kalan hicri yılbaşınızın, aşuranızın ve şimdiden yeni takvimle gelecek olan 2010 yılının hayırlara vesile olmasını dilerim.

30 Eylül 2009

SÖZLER

Herkes tarafından doğru kabul edilen şeyler büyük olasılıkla yanlıştır.
Paul Valery


Başarının sırrını bilmiyorum ama başarızılığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.
Bill Cosby


Bir araya gelmek bir başlangıçtır, beraberliği sürdürmek bir ilerleme... Beraber çalışmaksa gerçek başarıdır.
Henry Ford


Akıllı adamlar söyleyecek sözleri olduğu için, aptallar illa konuşmak zorunda oldukları için konuşurlar.
Plato


Politika politikacılara bırakılmayacak kadar önemli bir konudur.
Charles De Gaulle


Oyun bittiğinde Şah ve piyon aynı kutuya girer.
İtalyan atasözü


İyi olduğunuz için herkesin size adil davranmasını beklemek, vejetaryan olduğunuz için boğanın saldırmayacağını düşünmeye benzer.
Dennis Wholey


Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.
Peyami Safa


Tecrübe çok acımasız bir öğretmen; önce sınavı yapıyor, dersi sonra öğretiyor.
Vernon Law


Teknoloji sayesinde insanlar, teknolojinin kendisi hariç her şeyi kontrol edebilecek güce sahip oldular.
John Tudor


Erkek çocuk ile babası arasındaki tek fark oyuncaklarının fiyatıdır.
Jurg Weber


İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi.
Aldous Huxley


Bu dünyaya istediğimiz gibi gelmedik, bu dünyadan istediğimiz gibi gidemeyiz.
Ömer Hayyam


Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.
Montaigne


Okul hayatımın eğitimime karışmasına izin vermedim.
Mark Twain
Güzellik fazlalıktan arınmışlıktır.
Michelangelo


Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.
Gazali


Geçici bir güven uğruna temel özgürlüklerinden vazgeçenler, ne özgürlüğü hak ederler ne de güveni.
Benjamin Franklin


Ne kadar çok insan, ne kadar az insaniyet var.
Robert Zend


Gelecek, bugünden ona hazırlananlara aittir.
Malcolm X


Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz, eleştirin; basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin.
Şeyh Said Şirazi


Bilgili bir ahmak, cahil bir ahmaktan daha çok ahmaktır.
Moliere


Kaptanın ustalığı deniz durgunken anlaşılmaz.
Lukianos


İdealler yıldızlara benzer. Onlara ulaşamazsınız, ama size yol gösterirler.
Waldo Emerson


Dünyanın en güç işi bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir
Mevlana


Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak şarttır.
Honore de Balzac


Bir insanın hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir.
Dostoyevski


Demokrasi, hakettiğimizden daha iyi yönetilmeyeceğimizi garanti eden bir sistemdir.
George Bernard Shaw


İyi kararlar tecrübeden kaynaklanır. Tecrübeler ise kötü kararlardan...
Barry LePatner


Uzman, dar bir alanda yapılabilecek tüm hataları yapmış kişiye denir.
Niels Bohr

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider.
C. Bruno


En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.
Cicero


Hakları ve zevkleri ellerinden alınan gençler, onların yerine daha gizli ve tehlikeli olanlarını koyar.
J. J. Rousseau


Sağlıklı olmak, hayat kavgasında başarının birinci şartıdır.
Ahmet Mithat


İnsana: "Kendini bil!" denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir.
Cicero


Bütün bildiklerini söyleme, ama söylediğin her şeyi bil.
Matthias Cladius


Hiçbir şey umduğumuz kadar basit değildir.
Jim Horning


Yönetici dediğin karar veren kişidir. Kimi zamanlar doğru karar verebilir ama mühim olan her zaman karar vermesidir.
John Patterson


İnsanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun.
Marie Curie


Saldırganca aptallık kadar kötü bir şey yoktur.
Goethe


Geçmişi hatırlamayan onu tekrarlamaya mahkumdur.
George Santayana


Gerçeği arayanlara inanın. Bulduklarını iddia edenlerden çekinin.
Andre Gide


Çözümde görev almayanlar problemin bir parçası olur.
Goethe


Olmadığın biri olarak sevilmektense, olduğun biri olarak nefret edilmek daha iyidir.
Andre Gide


Aşık olamayan adem benzer yemişsiz ağaca.
Yunus Emre

Hayat da masal gibidir; ne kadar uzun olduğu değil, ne kadar iyi olduğu önemlidir.
Seneca


Kişilikli olmak, kimse görmediği zaman da doğru olanı yapmaktır.
J. C. Watts


Gülmek iki insan arasındaki en yakın mesafedir.
Victor Borge


Bilgisayarlardan değil, onların eksikliğinden korkuyorum.
Isaac Asimov


En güçlü beyinler, en yüce erdemlere olduğu kadar en korkunç ahlaksızlıklara da muktedirdir.
Rene Descartes


Büyük adım atmaktan korkmayın, uçurumu küçük sıçramalarla geçemezsiniz.
Anonim


Şen adam güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatmış olur.
Cenap Şahabettin


Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.
Eflatun


Kendine bir anlam arayan tek varlık insandır.
Albert Camus


Köhne fikirler paslı çivilere benzer. Kolay kolay yerlerinden sökülmez.
Cenap Şahabettin


Çok dinlememiz, az konuşmamız için iki kulağımız ve bir dilimiz vardır.
Diyojen


Hepimizin aynı fikirde olması iyi bir şey değildir. Yaratıcılığı ortaya çıkaran fikir ayrılıklarıdır.
Aldous Huxley


Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.
Balzac


Bir adam yetiştirirsen bir kişi yetiştirmiş olursun, bir kadın yetiştirirsen bir aile yetiştirmiş olursun.
Afrika Atasözü


Eğer yürüdüğümüz yolda hiçbir engel yoksa, o yol sizi hiçbir yere götürmez.
Bernard Shaw

Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa, yarın kaybeder.
Churchill


Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz.
Emerson


İnsanoğlunun yapacakları, hayal ettikleri ile sınırlıdır.
Arthur C. Clarke


Gerçeğe ancak tek yoldan gidilir, ama ondan uzaklaştıran binlerce yol vardır.
La Bruyere


İnsan özgür olmadan mutlu olamaz.
Dante


Her şeyin ölçüsü insandır.
Pisagor


Gelecek için yapılan en iyi hazırlık, bugünden mükemmele ulaşmaktır.
Sir William Osler


Güzellik, kısa süren bir saltanattır.
Victor Hugo


Akıllı kimdir? Herkesten öğrenen. Kuvvetli kimdir? Hırslarını yenen. Zengin kimdir? Halinden memnun olan.
Meksika Atasözü


Her zaman güvensizlik göstermek, her zaman güvenmek kadar büyük bir yanlışlıktır.
Goethe


Her şeyin değeri zorluğundadır.
Ovidius


Hayatta herkes yanlışlık yapar, ne var ki ahmaklar yanlışlıklarında ısrar eder.
Çiçero


Ne yazık ki, vücudun çökmesi, zekanın olgunluk zamanına rastlar.
Ahmet Haşim


Sonsuz yaşayacakmış gibi öğrenin, yarın ölecekmiş gibi yaşayın.
Mahatma Gandhi


Kendinizi yönetirken kafanızı, başkalarını yönetirken kalbinizi kullanın.
Bussy

Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, işitenin yararlandığı sözdür.
Aristo


Bazen iyi bir öğüt, pahalı bir armağandan daha değerlidir.
Montaigne


Gençlikte sevmek için yaşarız, yaş ilerledikçe yaşamayı severiz.
Saint Euremond


Dünyada insana yardım eden şey raslantı değil, azim ve sebattır.
Samuel Smiles


Bilgi para gibidir, elde ettikçe daha çok istersin.
Josh Billings


Dürüstlük, bilgelik kitabının ilk dersidir.
Thomas Jefferson


Günümüzde insanlar, yalnızca fiyatı biliyorlar, değeri değil.
Oscar Wilde


Neden zevk alındığını anlamaya çalışmak, zevki kaçırır.
Bernard Shaw


Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir.
John Lennon


Boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır.
Tagore


Uygarlık giydiğimiz şeydir. Kültür onun altından görünen şey.
Robert Launlake


Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan yeni okyanuslar keşfedemez.
Andre Gide


Yavaş konuş ama hızlı düşün.
Çin Atasözü


Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez. Ama her söylediğini düşünür.
Aristoteles


İyi bir gezginin amacı bir yere varmak değildir.
Lao Tzu

Sıkıcı olmanın yolu her aklına geleni söylemektir..
Voltaire


Silgi kullanmadan resim yapma sanatına hayat denilmektedir.
John Christian


Çocukluğunu tam yapmamış insan, kolay kolay tam bir insan olamaz.
Hölderlin


Kaderini değiştiremiyorsan tutumunu değiştir.
Çin Atasözü


Düşünmeye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir, bu ise, rüzgarı zaptetmekten daha zordur.
Gandhi


Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.
Tolstoy


Her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden suçludur.
Voltaire


Hiçkimseye güvenmeyen bir insana güvenilmez.
Jerome Blattner


Sağlığını korumanın tek yolu istemediğini yemek, sevmediğini içmek yapmak istemediğini yapmaktır.
Mark Twain


Eğitim, öğrenilen her şey unutulduktan sonra geriye kalandır.
B. F. Skinner


Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olunur.
Konfiçyus


İş hayatı bisiklete binmek gibidir; ya sürekli pedal çevirirsiniz ya da düşersiniz.
Anonim


Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur.
P. Drucker


Gerçek başarı, başarısız olma korkusunu yenebilmektir.
Paul Sweeney


Herkesin üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı.
Alphonse Karr

Başkaları için kendinizi unutun, o zaman sizi de hatırlayacaklardır.
Dostoyevski


Bir insanın zekası, vereceği cevaplardan değil, asıl soracağı sorulardan anlaşılır.
De Levis


Dil, vücut dediğimiz geminin dümenidir.
Thomas Fuller


Deha, satışa çıkarılan ürünün üstüne konulan markadır.
Jack London


Tembel bir dimağ şeytanın çalışma odasıdır.
Samuel Smiles


Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.
Amos Parrish


İnsanın aklı çoğaldıkça can sıkıntısı artar.
Dostoyevski


Açlık, en akıllı balıkları bile oltaya getirir.
Goethe


Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.
Bernard Shaw


Düşmanın hata yaparken onu rahatsız etme.
Napoleon


Küstahlık, zayıf insanın güçlü olma taklididir.
Eric Hoffer


Hareketi asla eylemle karıştırmayın.
Ernest Hemingway


Hayatta en büyük eğlence başkalarının "yapamazsın" dediğini yapmaktır.
Walter Bagehot


Mutluluğu açgözlülükle arama ama mutluluktan da korkma.
Lao Tzu


Sağlığı olanın umudu, umudu olanın herşeyi vardır demektir.
Arap Atasözü

Bilge olmak, nelere göz yumulacağını bilmektir.
William James


Bir gemiyi iki reis batırır.
Anonim


Ömrümün özeti şu üç sözden ibarettir: Hamdım, piştim, yandım.
Mevlana


Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir.
Çin Atasözü


Geçmişi hatırlamayanlar, geçmişi tekrarlamaya mahkumdur.
George Santayana


İyiliği yalnız iyiler anlar, kötülüğü herkes.
Cenap Şahabettin


Hayat ancak geriye doğru baktığında anlaşılabilir ama hep ileriye doğru yaşanır.
Soren Kierkegaard


Eğitimin amacı boş bir zihni açık bir zihinle değiştirmektir.
Malcolm Forbes


Yaşlılar her şeye inanır, orta yaşlılar her şeyden şüphelenir, gençler her şeyi bilir.
Oscar Wilde


Yalnızca gerçek dostlarınız size yüzünüzün ne zaman kirlendiğini söyler.
Sicilya Atasözü


Yalnızca bir deli, suyun derinliğini iki ayağıyla anlamaya kalkar.
Afrika Atasözü


İnsanlar başaklara benzer. İçleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.
Montaigne


Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir.
Oscar Wilde


Ümit, mutluluktan alınmış bir miktar borçtur.
Joseph Joubert

Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur. İkinci defa aldanırsanız bilin ki suç sizindir.
Sarah Berhardt


Dünyanın gerçek gizemi görünmeyende değil, görünendedir.
Oscar Wilde


Her şeyi elde edebilirsin. Ama aynı anda değil!
Oprah Winfrey


Arkadaşlık kuvvetli bir bağdır. Paraya ihtiyaç olunca başvurulmazsa, ömür boyu sürer.
Mark Twain


Eğer insanlar hiç salakça şeyler yapmasaydı, akıllıca işler yapılamazdı.
Ludwig Wittgenstein


Mutluluğun formülü, gerektiğinde önemsiz şeylerle meşgul olabilmektedir.
Edward Newton


Başarı, istediğini elde etmek, mutluluk ise, elde ettiğini sevmektir.
Brawn


Planınız bir yıl içinse pirinç ekin, on yıl içinse ağaç dikin, yüz yıl için ise insanları eğitin.
Huang-Çe


Kadın kocasını daha az sevmeli, fakat daha çok anlamalı; erkek, karısını daha çok sevmeli, fakat anlamaya çalışmamalıdır.
Oscar Wilde


Kaplumbağaya dikkat et! Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebilir.
James B. Conant

Alıntı:http://entertainment.tr.msn.com/quoteoftheday.aspx?imageindex=10

25 Ocak 2009

Bugün Kırk Yaşındayım

26.01.2009
Günün birinde kendimi vesile kılarak, bir “kırk yaş” yazısı yazacağım aklıma gelmezdi. Bugün kırk yaşımdayım işte. Mevla öyle dilemiş. Otuz beşten çok uzaklarda görünüyordu aslında kırk. Hayatı ortasından da bölmüyor oysa. Cahit Sıtkı’dan dillere pelesenk olmuş bir söz, bir ölüm vakti belirleme çabası yahut ömür cetvelinin ortası gibi öylece kalmış.

Etrafta ihtiyar neden az sorusuna bir cevap bulmuştum önceleri. “Ölüm o kadar çok ki, ihtiyarlamak bu sebeple herkese nasip olmuyor” cinsinden bir cevabı vardı.

Kırk sayısının büyülü olduğunu biliyorum. Öyle bir yazı kaleme almıştım 2006 senesi halefine bırakırken zamanı. Fakat içinde yoktum. Kırk kelimesi tek başınayken kulağıma daha sert çarpıyor. “..Şair, kırk yaşında…” ile başlayan hariç. O çok “Özel” çünkü. Şiire bulaştığım kitabın adı. Öykünüp durduğum, sonuna geldiğimde yazdıklarım içime batan, ne dediğimi çok da bilmediğim, lakin bir şeyi böyle söylemek gerektiğine dair bir inancın beni sarıp sarmaladığı “Erbain”di o. Yazmayı bıraktığımdan beri yazmıyorum, duymasın şair dostlar. Bir şiirin hakkından gelemeyeli çok oldu.

“Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?”
Benim gibi, yaşamayı bilmeyenler, üstelik de böyle bir muradın şiirle kaim olabileceğini bildiği halde kelimeler arasında bocalayanlar için muazzam bir cevap bu.

Erbain, kırk gün demek aynı zamanda. 22 Aralık-31 Ocak günleri arasına rastlayan kırk günlük kış dönemi. Zemheri yani. Şiirin işaret ettiği, kırk yaşa seğirtip hızını ancak orada kesen ve karmaşası eksik olmamış bir hayat tecrübesinin hülasası gibi. Her şeye rağmen bir şiir yazabilmeyi bugün çok isterdim. Kırk yaşındayım şimdi ve ortalık zemheri. Dışarıda soğuk yok, kar da yok lakin. Üstelik sıtma nöbetim bile bitmiş değil. Bir şiir için hayat hazır. Ben değilim.

Kırk, sonuna ekler geldikçe, kendini aşan bir olgunluk, şekil ve bazen de insan ruhunu ayartan anlamlara bürünüp oracıkta duruyor. Sözgelimi, “kırkikindi yağmuru” oluyor zamanı gelince. Ellerde “kırk yama” bazen, çeyiz levazımatı yahut israfa muhalif bir iktisat mantığı ile ev ahalisinin ürettiği şey oluyor eski zamanların. Kırkıncı gece gelince ölü sahi, yakınlarının bildiğini düşündüğü bir ahval içinde mi? “Kırklar”a kim karışacak şu karışık günlerde? Kırkından sonra azanları hangi gizli kameralar takip ediyor?

Kırk’a dair bir nefs muhasebesi içinse bugün yerim çok dar. Ne ettim de ne buldum âna kadar, neler beni bulur bundan sonrasında, ben neleri ve kimleri türünden dizi dizi suali vuzuha kavuşturacak şeyleri ısrarla geçiyorum üç vakte kadar. Bugünü düşünmem yeter aslında. Kırk sene çölde dolaşan adamların zamane ahfadı, zaman ve mekana ihanet ederken, masumları kendi hallerine terk eden başkalardan hiç farkım olmadığını düşünmem bana yeter.
-“Markuuuut! Torbanı sarkıt.”
Bizim evin de bir markutu vardı. Çatıda bir yerdeydi. Ürkünçtü. Vakti gelince çağırırlardı onu. Keşke şimdi olaydı şuracıkta. Yakub’un hayırlı çocukları veya kırkına ulaşıp öylece hayat süren yığınlar için Musa olaydı.
Seneye bu vakitler bir “kırk bir yazısı” diledim şimdi. Ardına maşallah filan ekleyerek…

31 Aralık 2007

Otuz Dokuz-Kırk

2007-12-30 20:12:00
2007 de bitti. 2000 senesinden beridir zamanın nasıl geçip gittiğine aklım ermedi bir türlü. Bunun sayılarla mı yoksa yoğun iş-güç telaşından mı kaynaklandığı hakkında bir fikrim yok doğrusu. Geride kalan zamanları özlediğim de yok.

Yarından sonra ay hesabıyla otuz dokuz yaşımda olacağım. “Otuz dokuz” mesele değil de, “kırk’ında olmak”la ilgili sevgili bir ahbabımla aralıklarla da olsa bir süredir yaptığımız sohbeti, yazılı bir çalışmaya dönüştürmek konusunda düşüncem var. Kendi düşüncemi yerlerde süründürmemeyi umarım. “Kırk” rakamı hakkında değerli okuyucu şimdiye kadar kafa yordu mu bilmem. Lakin, hayatımızın birçok alanına sirayet etmiş “kırk” mevcut.

Karşılıklı konuşuyoruz; neden 10, 20, 50 değil de kırk? İçinde 3’ten, 7’den 9’dan, 70’dan söz edilen darb- meseller, şahıslar az iken, bu 40 neyin nesidir? Türkçede kolay geldiği için mi konuşma aralarında yerini bulmuştur? Bu arada hurufî filan değiliz. 40 sayısını toplayıp çıkarmaya, bölüp çarpmaya niyetimiz yok. Aşağıdaki örneklerden bazılarını yazı, bazılarını da rakamla yazıyorum.
Sıralıyoruz, rastgele bir sıralama ile:
Peygamber Efendimize nübüvvetin kırkında gelmesi bize ne anlatmalı? Bu, kişisel genel olgunluğun bir ifadesi midir? Kırk, Âdemoğlunun görünüm itibarıyla da sözünün dinlenilebilirliğinin bir alameti midir?
Neden 40 hadis?
Beş vakit namaz, sünnetleri ile beraber kırk rekat.
Medine’de kırk vakit namaz kılınır hac sonrası.
Dört Kapının yanında neden Kırk Makam öğretisi var?
“Kırkından sonra azanı teneşir paklar” diyor atasözü. Kadınlara değil de erkeklere işareti kesin bu atasözü, erkeklerin tehlikeli olabileceklerini mi söylüyor?
Bunları tek tek değerlendirmeye yerim dar. Bu yüzden sözü kısa keserek örneklere devam ediyorum:
Üçler ve yedilerle birlikte “kırklar” var.
Zekat ölçüsü % 2,5. Yani 40’da 1.
Tasavvufî bir ıstılah olarak halvet 40 gün sürer.
Rivayete göre Musa Nebi, Tur-i Sina’da 40 gün 40 gece bekler.
Hz. Ali, bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olacağını vaat eder.
Masallarda “kırk gün kırk gece” düğün yapılır.
Nerededir bilmiyorum “Kırk ambar”.
“Kırk odalı saray”dan çıkar gider masal kahramanı.
“Kırk Harami”leri, Ali Baba dize getirir.
“Kılı kırk yarar” bazıları.
“Kırklar”a karışanlar olur.
Kırklareli’ye, Kırkpınar’a gidersiniz işiniz düşerse.
Hanımlardan “kırk yama” el işlerine düşkün olanları vardır.
Kırk yıllık Kâni nerede yaşamış?
“Kırk dere”den suyu kim getirir?
Ölenin “kırkıncı gecesi”ni kim icad etti?
“Kırk yılda bir” işe yaradı dersiniz gıyaben.
“Kırk katır mı kırk satır mı”?
Kırk günlük kış dönemine erbain denir. Erbain kırk demektir.
Yahudiler çölde “kırk yıl” dolaşırlar.
Kırklar meclisi nerede toplanır?
Kırgızistan adı “kırk-kız”dan mı gelir gerçekten?
Bir yağış türüdür “Kırkikindi.”

Bu konuda daha başka örnekler var bizde. Bu meseleyi derinleştirip geliştirmem gerekiyor.
Kırk yahut kırk yaş deyip geçmemek lazım.

1 Ocak 2008 günü Mekke’nin fethi, 10 Ocak ise Hicri Yılbaşı. Kameri ayın her sene 10 gün geriden geldiğini düşünürseniz, 2009 Miladi yılbaşı ile Hicri yılbaşı arasında sadece 2 gün kalmış olacak.
Bilvesile 2008 Miladi, 1429 Hicri senenin Konya’ya, Türkiye’ye ve bütün dünyaya sağlık ve huzur getirmesini temenni ediyor, değerli okuyucularıma muhabbetlerimi sunuyorum.

11 Ekim 2007

Milenyum Kelimesi Hakkında Ciddi Bir Yazı

2007-04-13/14:16:00

Günümüzün insanı Milenyum kelimesine, ikinci bin yılın başlamış olmasına istinaden modernizmin argümanlarını da eklemek suretiyle yeni binyılın başlangıcı ve bundan mülhem insanlığın türlü alanlarda ilerlemesi tarzında anlamlar yüklemektedir. Kuşkusuz milenyum, içeriğe vakıf olmayanlarca sadece bir zaman diliminin başlangıcını ifade kastıyla kullanılmaktadır. Ancak Hıristiyan dünyanın geleceği konusunda Hıristiyanlık lehine projesi olanlar için ciddi anlamlar ihtiva etmektedir.

Binli yılların başları “Millenarisme” adıyla bilinir. Latince “Millenium”dan gelen kelime, dünyanın sonunda gerçekleşmesi ümit edilen “İsa’nın yeryüzü krallığını -saltanatını- ifade eder. Bu düşünce, Yeni Ahit Külliyatının son bölümünde yer alan Yuhanna’nın Vahyi kitabı’nda (diğer isimleriyle; Esinleme veya Tanrı’dan Yuhanna’ya Gelen Esinleme) nakledilen cümlelere dayandırılmaktadır. Bütün Hıristiyan eskatolojik tasavvurları, İsa’nın mutlak hükümdarlığını gösteren bu kitaptan ilham almışlardır. Kitap, metaforik anlatımlarla yüklü apokaliptik özellikler taşımaktadır.

Yuhanna’nın Vahyi’nde, İnciller’de anlatılan İsa’dan farklı bir İsa tasavvuru çizilir. İnciller’deki İsa, her yönüyle mütevazı, bağışlayıcı bir kimse olmasına rağmen, Vahiy’deki İsa, son derece ihtişamlı, en korkunç cezalarla intikam alan ve dünyaya egemen olan bir kraldır. Vahyi yazan Yuhanna (veya yakın talebelerinden biri), milenyum düşüncesini ve Mesih’in krallığını vurgulayarak, umutsuz ve çaresiz Hıristiyanlara ümit vermiş ve onları heyecanlandırmıştır. Neron’a telmihlerde bulunan bazı kısımlarına bakılarak miladi 94-95 yıllarından önce veya Domitien’in saltanatının sonuna doğru yazıldığı öne sürülmüştür. Benzerlerinde olduğu gibi Vahiy’de de Roma İmparatorluğunun bir devresi üzerinde merkezileşmiş olan zulümler, zamanın sonunun müjdeci alametlerine ve İsa-Mesih’in saltanatının kesin tesisine bağlanmıştır.

Vahiy kitabının Hıristiyanlık tarihindeki önemli yansımalarından biri, bin yılcılık inancıyla bağlantılı olan Yeni Dünya-Yeni Kudüs arayışlarıdır. Vahiy kitabındaki Yeni Dünya-Yeni Kudüs kehanetini ciddiye alan Cristopher Colombus, yeryüzü cennetini aramak için yola çıkmış ve coğrafi keşfine eskatolojik bir önem atfederek, Prens Jean’a yazdığı mektubunda şöyle demiştir: “Allah beni, daha önce İşaya’nın ağzından haber verdiği ve yuhanna’nın Vahyi’nde bahsettiği Yeni Sema’nın ve Yeni Yeryüzü’nün elçisi yaptı ve bunun nerede bulunacağının işaretini gösterdi.” Okyanus ötesi keşifler böylece bu bin yılcı ve apokaliptik atmosfer içinde gerçekleşmiştir.

Kitabın nakline göre, bin yıl tamamlanıncaya kadar ulusları bir daha saptırmasın diye şeytan bağlanmış, derinliklere atılmış ve bulunduğu yerin girişi mühürlenmiştir. Bu süre içinde şehitler ve inananlar İsa ile birlikte bin yıl saltanat sürmek için dirileceklerdir (Vahiy, 20:3). Ancak şeytan bin yıl geçtikten sonra kısa bir süreliğine serbest kalacak, Ye’cüc ve Me’cüc’ü saptırmak ve onları savaş için bir araya toplamak üzere çıkacak, toplananların sayısı denizin kum taneleri kadar çok olacaktır (Vahiy, 20:7-9). Kaynağını öncelikle Yahudilik ve mesîhî inançlardan alan apokaliptik eğilimlerin bir yansıması olan milenyum, Hıristiyan inancına göre “ruhî çağ” olarak yorumlanmış olup iddiaya göre milenyumda bütün insanlığın kurtuluşu vaftiz ile gerçekleşecektir.

Başka dinlerin mehdilik inançlarına da yansıyan binyılcılık tasavvuruna göre, ahir zamanda geleceği beklenen bu süre, bir taraftan inancın, huzur ve sükûnun hâkim olduğu, inançsızlık ve kötülüğün yok olduğu, diğer taraftan ise bolluk ve bereketin arttığı bir dönem olacaktır. Hıristiyanlıkta bin yıllık bu süre İsa Mesih’in gelişiyle başlayacaktır. Bu doktrin Hıristiyan ilâhiyatında Kiliazm (Chiliasm) olarak da adlandırılmaktadır.

Milenyum çağının esasen yeni olmayan ve bilinmesi gereken yüzüne gelince; yeryüzünün günümüzdeki egemenlerinin dünyada gerçekleştirdiği vahşetin temelinde iki hususun önem arz ettiği görülmektedir. Bunlardan birincisi siyasi ve ekonomik gücü elde tutarak büyümeye devam etmek, diğeri de selefin bıraktığı değerler mirasını zarara uğratmadan sonraki nesillere bırakarak başka inanç ve değerlere şans tanımamak. İlki, Hıristiyan dünyanın gözünü açtığı coğrafi keşifler ile başlamış ve sömürü mantığıyla büyüyerek istediğini elde etmiştir. Bugün Batı kapitalizminin girmediği ülkenin kalmayışı bunun en önemli delilidir. İkincisi, elde edilenler üzerinden İsa’nın gelişine ve dolayısıyla kıyamete yeryüzünü hazırlamak maksadıyla karşı inanç mensuplarının sahip olduğu alan ve değerlerini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. “Muhtelif Ortadoğu Projeleri”ne kafa yoranların vahşi bakan gözleri işte bu yüzden sürekli olarak “karşı taraf”ın üzerindedir.