Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

TYB Konya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TYB Konya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2009

Milli Mücadele Yıllarında Konya



24 Nisan 1919 tarihinde Konya istasyonunda başlayan İtalyan işgali günlerinde, Konya’da 1600 İtalyan askeri vardır. İşgalci askerler silahlı gruplar halinde gezmekte, halkı da türlü hareketlerle aşağılamaktadırlar. Bunlardan 6 asker, bir çeşme başında su içmek isteyen bir genci taciz ederler. Yüzüne, üstüne başına su atarlar. Tepki gösteren ve ateşli silahı olmayan delikanlı palasını çıkarınca, askerler kaçarlar. Genç de kaçar. Onu yakalamak için Konya emniyet güçlerine emir verilir. Fakat genç, Muhacir Pazarı’nda bulunan Söylemez Konağı tarafındaki Konya Kuvay-i Milliyecileri tarafına çoktan geçmiştir. İtalyan karargahı Eski Gazi Lisesi’nin içerisindedir. Birbirine yakın bu iki yer bir tür sınır teşkil etmektedir o günlerde. Milli kuvvetlerin baskısı sonucu İstanbul’a kaçmak zorunda kalacak olan Vali “Artin Cemal”in -Damat Ferit Hükümetinde kısa bir süre Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunacaktır- emriyle, İtalyan askerlerinin karargahı Gazi Lisesi’ne taşınmış, okul da kömür işletmesinin bulunduğu yere nakledilmiştir.
İtalyanlar, Çiftemerdiven mahallesi gibi Rum ve Ermenilerin çokça bulunduğu mahallelerde dolaşmayı tercih ederler. Delikanlının palası gibi yeni bir tepkiden korktukları için bu bölgenin dışına çıkmayı düşünmezler. Konya’da İtalyan işgali bir yıl sürer.
30 Ekim 1918, büyük bir savaşın büyük bir yorgunlukla sona erme tarihidir. Canhıraş bir çaba vardır fakat Çanakkale hariç galip geldiğimiz hiçbir cephe de yoktur. İzmir’in işgal edilmesi, Konya’da büyük bir tepkiye sebep olur. Konya’da Kuvay-i Milliye’yi tetikleyen en önemli unsur İzmir’in işgalidir. Konya basını bu duruma geniş yer ayırır. “İzmir’de neler oldu”, “İzmirde vahşet” başlıklı ardı ardına haberler yayınlanır. 2. Ordu Konya’da, 7. Kolordu Ankara’dadır. İç taraflardaki ordu birlikleri boşalır ve bunlar Kuvay-i Milliye’ye Katılırlar. Çünkü bunlar için bir hareket serbestisi söz konusu olmuştur.
Müderris Sivaslı Ali Kemalî Efendi’nin* Konya Kuvay-i Milliye örgütlenmesinde rahmetle anıyoruz– rolü büyük olur. İtalyanlara karşı miting fikri ilk ondan çıkar. “Koca Konya 1600 İtalyan’a boyun eğerse bu vatan nasıl kurtulur!” diyerek hareketin ateşini yakar. Hükümet meydanında büyük mitingler yapılır. Bir İngiliz generalinin isteği üzerine “Öğüt Gazetesi” kapatılır. Bu gazete, ekipmanlarını Söylemez Konağı’nın yanındaki Söylemez Türbesi’ne taşır. Konya’nın dünya ve Türk tarihindeki ilklerinden biri, bir gazetesinin türbe içinde çıkarılmış olmasıdır. Türbenin üç beş metrekarelik alanında matbaa kurulur. Türbe, Kuvay-i Milliyeciler tarafında olduğundan İtalyanlar buraya ilişemezler. 1920’ye kadar günlük olarak çıkan “Öğüt Gazetesi”, Konyalılara müthiş bir bilinç aşılar. O yılların diğer bir gazetesi “Babalık” da üzerine düşeni layıkıyla yapar.
İtalyan işgali Konya’da, diğer şehirlerdeki gibi sert geçmez. Çünkü işgalcilerin Ege ve Marmara şehirlerindeki ortak çıkarı daha fazladır. Konya’da bir tür uyutma taktiği uygulanmaktadır.
Konyalı kadınlar, “Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti”nin Konya Şubesi”ni kurarlar. Büyük bir “Kadınlar Mitingi” yapılmasını sağlarlar. Şehrin muallime ve diğer okumuş kadınları, o günün tâbiriyle “postnişinin haremi şerifi” (eşi) de dahil bu cemiyette örgütlenirler. 8 ocak 1920 tarihinde 5 bin Konyalı kadın, (1923’te şehrin merkez nüfusu 53 bindir) şehitler için Şerafettin Camii’nde mevlit okuturlar. Alaaddin Tepesi’nde miting ve konuşmalar yapar, işgalci güçlerin komutanlıklarına telgraflar çekerler. Yabancı devletlere de protestolarını ulaştırırlar.
Konya’da bu ruhun uyanmasında sinemanın da rolü vardır. Sanayi Mektebi’nin teşhir salonunda, Almanların çektiği Çanakkale Savaşı sahneleri ile şehit görüntüleri gösterilir. Çini mürekkeple yazılmış Eski Türkçe metinler, film makinesinin önüne tutularak seyirciye izlettirilir. Sahnenin hangi görüntüye ait olduğu amaçlanır bununla. Bu görüntüler tahminlerin ötesinde etkili olur. Sanayi Mektebi’ne gündüzleri kadınlar, geceleri erkekler gelirler. Bir taraftan gazeteler, bir taraftan sinema ile uyanış devam eder. Halk içinde bilinçlendirme çalışmaları yapılır. Konya’nın her semtinde Milli bilinç uyandırılır.
Konya, düşman işgalinin sınırı olarak, cephe gerisini turan en önemli şehir olur. Başkent İstanbul, Marmara ve Ege şehirleri işgal altındadır. Cumhuriyeti kurma işi bozkırlara düşer, Anadoluya düşer ve nihayet Konya’ya düşer. Afyon cephesi, Akşehir ve Polatlı sınırdır Konya’ya. Cihanbeyli’nin Böğrüdelik Köyü yakınlarına kadar gelir Yunanlılar. Konya bu haliyle, cephelere asker sevk eden en önemli şehirdir. Kasaba ve köylerinden tabur tabur asker toplanır ve Batı cephelerine buralardan asker sevkiyatı yapılır. Asker elbiseleri halktan temin edilir. Cami önlerinden toplanan gençler “hey on beşli”yi söyleyerek giderler. Bu türkü bir ağıttır aslında. (Bu “on beşliler”, 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdir.) Okullar kapanmıştır. Sadece kız çocukları kalmıştır buralarda. Konya içinde top atışı, Alaaddin’de talimler yapılır. Yaralılar cephelerden Konya hastanelerine getirilir. İstasyon insanlarla dolup taşmaktadır.
Konya, Milli Mücadelede, Cumhuriyetin kuruluşunda ve vatanın kurtarılmasında çok büyük katkılarda bulunmuştur. Şehir ve ilçeler genelinde şehit sayısı 26 bindir. En çok şehit veren ildir Konya. Buna mukabil hakkı en çok yenen şehirdir de. Bir delibaşı olayı 3 gün sürmesine rağmen, şehir cüzzamlı bir hasta gibi anılır olmuştur sonraları. Binbaşı rütbesi verilip kılıç takılan ve her gelişinde törenle karşılanan –vali tarafından şımartılan- Mehmet Ağa, aslıda asker toplamakla görevlidir Kuvay-i Milliye adına. İşi budur. İsyanın bütün Konya’ya mal edilmesi yanlıştır, ayıptır. Olayı çıkaran şahısla halk arasındaki alaka nedir? 26 bin şehit veren halk nasıl isyancı olabilir?
Bu şehir, ilk günden Milli Mücadeleye katkıda bulunup, cephe gerisini tutmuş, lojistik destek vermiş, asker göndererek görevini yapmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Konya’ya 13 defa gelmiştir. Konya’ya gizli gelişleri hariç, İstanbul ve Ankara dışında başka bir yere bu kadar çok gitmemiştir. Sonuçta şehir, Delibaş İsyanı ile cezalandırılan bir şehir haline gelir. Okullar nakledilir. Hak edilen hizmetler Cumhuriyet sonrası bu sebeple gelmez. Oysa, kadını, çocuğu, genci ve ihtiyarıyla Konya, diğer Anadolu kentleri gibi fiilen çabalamıştır.
Milli Mücadelenin 90. Yılı münasebetiyle, TYB Konya Şubesi’nin programında, S.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı’nın dedikleriydi yazdıklarım. Konuşmayı özetlemeye çalıştım fakat başaramadım. Her Konyalının bilmesi ve paylaşması gerektiğine inandığım gerçeklerdi bunlar. Yakın tarihin Konya’sına ışık tutmaya devam eden değerli hocamıza teşekkür etmek borçtur.

*10 Temmuz 1909’da İttihat ve Terakki’nin Konya Teşkilatı’nı kuranlar arasında bulunan Ali Kemali Efendi, 8 Ekim 1919’da kurulan Konya Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığına getirildi. Ali Kemali Efendi, dönemin Konya Valisi tarafından asker toplama izni verilen Delibaş Mehmet’in, 1920’de çıkardığı ayaklanmada, Piri Mehmet Paşa Mahallesi’ndeki evinden alınarak Arslanlı Kışla civarında şehit edilmiştir.

04 Ekim 2009

Erkek Yazar Kadın Okurdu

Fransız Yazar Monteigne demiş ki; “kadın için en önemli bilim, ev bilimidir.” Kadın, evinde oturup dışarıya çıkmasın demeye mi getirmiş sözünü? Kız çocuklarının erken ölümlerini yaşamış bir babanın tecrübesi gibi geldi bana dediği. İlk kızı iki ay, dördüncü kızı üç ay, beşinci kızı beş ay, altıncı kızı da doğumundan birkaç gün sonra ölen bir baba halet-i ruhiyesinin, evde anne rolünü tanımlaması diye düşünmeden edemedim.

Montaigne’in sözünü aktaran Prof. Dr. Emine Yeniterzi, “Kadın Yazar Ne Yazar” başlıklı panelin ilk konuşmacısıydı. Panel’in diğer katılımcıları Nazife Şişman ve Fatma K. Barbarosoğlu’nun mazeret beyan ederek gelemedikleri duyuruldu. TYB Konya Şubesi’nin oldukça ilgi gören programlarından olan bu panelde, Prof. Yeniterzi ile birlikte Vakit Gazetesi Yazarı Avukat Sibel Eraslan ve Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak Hanımefendileri dinleme imkânı bulduk.

Prof. Yeniterzi, “kadın yazar” demekle yapılanın pozitif ayrımcılık içerdiğine vurgu yaparak, panelde konuşan diğer kadın yazarların sözlerinin arasında da bir şekilde geçen bu tamlamaya pek razı olmadı bana göre. Cinsiyet ayrımcılığı kaynağının makablini de ihmal etmeden aslında kabahatin kadınlarda olduğunu söyledi. Türk Edebiyatına izler bırakmış münevver kadınlardan bazılarını eskiden yeniye eserleriyle birlikte zikrederken, Osmanlı ve öncesinde şiir yazma cesareti bulabilmiş kadınlarının ortak paydasının mensup oldukları sosyal sınıf olduğuna işaret etti. Okur-yazar sayısının fazla olmadığı dönemlerde, klasik şiirin üretildiği alanın imparatorluğun yüksek sınıfına mensup insanlarla sınırlı kaldığı, doğal olarak da kadın edebiyatçının neden yetişmediğini kolayca anlaşılıyor.

Halen Vakit Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Sibel Eraslan heyecanlı, iyi bir hatibe. Hukuk tahsili sonrası avukatlık yapmaya zamanı az olmuştur sanıyorum. Onu daha çok kadın hareketleri içinde ve yazarlık yönüyle tanıyoruz. Bir grup edebiyatçı hanımla birlikte gerçekleştirdikleri projelerden söz etti. Kadının eve hapsedilip hayattan koparılmasına tepki verenlerden biri Eraslan. Panel sonrası kendisine yöneltilen dini içerikli sualleri, ilahiyatçı olmadığı gerekçesiyle -haklı olarak- geçiştirdi. Kadına düşen mirasın şer’i taksimi konusunda ne düşündüğünü sormak yerine alanıyla ilgili sorular gelmiş olsa daha iyi olurdu. Bu ülkenin kendisi gibi aksiyoner, cesur kadınlara ihtiyacı var.

Hüzeyme Yeşim Koçak, TYB Konya Şubesi’nin en aktif yazarlarından. Öykü, roman ve denemelerinde kendine has edebi üslup ve dil bulduğumuz Hüzeyme Hanım, 2003 yılından itibaren on kitaba imza attı. Naif şahsiyeti ile örnek bir insan. Son derece bilimsel, bir o kadar da anlaşılır lisan ile aktardığı konuşmasını çok beğendiğimi söylemem gerekiyor. Konuşmasının bir bölümünü, kadın neden yazar sorusuna ayırdı. Küresel depresyonu bertaraf etmek, kaybolup gitmemek, ayrıntıları üçüncü şahıslara göstermek, acı çekenlerle özdeşim kurmak, toplumsal olayların etkilerini aktarmak türünden tecrübelerin okuyan kadını yazmaya yönelttiğini anlattı. Panelin başlığına uygun orijinal tespitler sıralayan ve yazmak yaşamaktır, hayata kayıtsız kalmamaktır diyen değerli yazar, dindar kadın yazarlarla diğerleri arasındaki alanın, geçmişinden gocunmayan, yeniye sahiplenen, bu sebeple de geniş bir zeminde hareket etme rahatlığını yaşayan dindar kadın yazarlar lehine geliştiğini ifade etti. Feminist yazarların 28 Şubat sonrası, sosyal-toplumsal anlatıma yönelmelerinin dikkat çekici olduğunu belirtmesi, yazarın dikkatli bir okuyucu olduğunun da işaretlerini vermiştir sanıyorum.

Öyküleri, makaleleri, kitapları, köşe yazarlığı ve televizyon programları yanında başarılı bir iş kadını olan panel yöneticisi Melahat Ürkmez Hanım’ı ayrıca kutluyorum.

Farklı hayat görüşlerine sahip “yetmiş kadın yazar” sayısı –70 rakamı Hüzeyme Hanım’a ait ve doğru işittimse- yetmiş milyonluk Türkiye için, kadın yazar ne yazardan çok, hatta kadın neden yazmazdan çok, “bu ülkenin kadını ve erkeği neden okumaz” sorusuna mantıklı bir anlam yüklemekle doğru orantılı gibime geliyor.

18 Temmuz 2009

Karaman İzlenimleri



Yazıma başlamadan evvel başlık ile mütenasip olsun diye can-ı gönülden bir inşallah demem gerekiyor. Netice itibarıyla yeni insanlar ve projelerle karşılaşıp elde ettiklerimizi yazıyor, değerlendirmemizi ona göre yapıyor ve memleket hayrına olacak işlerde tuzumuz bulunsun istiyoruz.

TYB Konya yönetimi olarak, Valilik, Belediye ve Üniversiteyi kapsayan Karaman ziyaretinden son derece olumlu izlenimlerle döndük geçtiğimiz hafta içinde. Uzun uzadıya yazılacak tarih serüveni ve kültür varlıklarıyla Karaman’ın bugün hak ettiği yerde olmadığı, ilgisi olan herkesin vakıası ne yazık ki.

Karaman’ın genç Valisi Sayın Fatih Şahin, Belediyenin yeni Başkanı güzel insan Kamil Uğurlu ve Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi’nin heyecan dolu Rektörü Prof. Dr. Sabri Gökmen’e yaptığımız ziyaretler sonrası, Karaman’da her şeyin daha güzel olacağı kanaati oluştu bende.

Sivil toplum kuruluşlarını önemsediğini ifade eden Sayın Vali, Türkiye Yazarlar Birliği’nin toplumun şekillenmesinde çok önemli boşluklar doldurduğunun altını çizdi. Birçok açıdan iki şehir arasında güç birliği yapılması gerektiğini, buna hazır olduklarını, Karaman’ın kalkınması adına özellikle turizm ve kültürel alanlarda atılımlara ihtiyaç bulunduğu ve Türkiye’de bir benzeri olmayan “Sevgi Yolu” projesinin Karaman’a muhtemel katkılarını anlattı.

İl yönetimlerinin, şehirlerin kültür varlıklarını göz ardı etmeden geçmişi gelecekle barıştıran yeni projeler üretmesi, bizim gibi bu amaca hizmeti amaç edinmiş sivil toplumculuğu her geçen gün haklı çıkarıyor. Sayın Vali’yi bu konuya vukufiyet ve hassasiyeti sebebiyle kutlamak gerekir. Şehrin imarı adına ruhsuz projeler icat edip, asırlık yapıları ortadan kaldırmak suretiyle esasen onun yüreğini söktüğünün farkında olmayan yöneticilerin giderek azaldığını görmek sevindiriyor doğrusu.



Karaman’a çok yakıştığını düşündüğüm naif insan, Şair-Yazar Mimar Kamil Uğurlu’nun sorumluluğu daha ağır bana göre. Kültür sanat adamlarının şehirlerin yönetiminde daha başarılı olacaklarını söyleyenlerle aksini düşünenler için ideal bir örnek teşkil ediyor. Mimarlığı ile birlikte şehrin tarihi dokusunu muhafaza edecek, geliştirecek öngörüye fazlasıyla sahip olduğunu düşündüğüm Sayın Uğurlu, projelerini birkaç başlık altında sıraladı. Türk dünyasından yetkili isimleri çağırarak Yunus Emre etkinliklerinin uluslararası düzeyde ve bağımsız olarak sadece Karaman’da gerçekleştirilmesini istediklerinden söz etti. Karaman Kalesi’ni çevreleyen alanın aslında Orta Anadolu’nun en zengin sivil mimarisini temsil ettiğini ancak önceki yerel yönetimlerce bölgenin yıktırılarak yok edildiğini, elde kalanın da TOKİ ile işbirliği çerçevesinde iyileştirileceğini, eski Karaman’ı koruyup kollayacaklarını söyledi. İmardan asla taviz vermeyeceklerini ve Kale ile Aktekke arasında mimari özelliği olmayan yerleri temizleyip şehir meydanı yapacaklarını ilave etti. Sayın Uğurlu’nun dikkatimizi celbeden iki projesi daha mevcut. İlki, bir Osmanlı icadı olan “Allah Kerim Müessesesi”. Emekliyseniz burada ücretsiz çay-kahve içip dostlarınızı misafir edebileceksiniz. İkincisi ise, “Sıfır Dilencili Şehir” projesi. Belediye olarak mesailerinin %60’ını kültürel çalışmalara ayıracaklarını söyleyen Sayın Uğurlu, Karaman’ın zor ve aceleci bir sosyolojiye sahip olduğunu, beklentileri karşılamak için gece gündüz çalışacaklarını belirtti. Karaman’ın hem kâmil hem de uğurlu yeni başkanı sımsıkı sarılarak yolcu etti bizi. İçimizden birinin Karaman’da daha güzel işler yapağına inanıyor ve çalışmalarında daim başarılar diliyorum.

Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi’nin yeni ve genç Rektörü sıcak karşılama ve selam faslının ardından “niyet hayr, akıbet hayr” sözüyle başladı konuşmasına. Prof. Dr. Sabri Gökmen’i son derece heyecanlı buldum. Karaman’ın tarihi fırsatlara sahip bulunduğunu, bunu başaracak gücün iyi bir ekiple mümkün olduğunu anlatırken, halktan kopuk bir üniversite düşünmek istemediklerini, şehirle birlikte olmayı önemsediklerini, öğretim elemanları alırken siyasi görüş, memleket ve sadakat aramaksızın kadro kurmaya özen gösterdiklerini ifade etti. 1965 Karaman doğumlu olan Prof. Dr. Sabri Gökmen –bu ikisi Karaman için büyük avantaj-, “hayallerim var, Konya ile Karaman’ı Orta Anadolu’nun ilim merkezi olarak hayal ediyorum, Mevlana ve Yunus Emre torunlarına has felsefeyi bütün dünya görsün öğrensin istiyorum” dedi. Sayın Gökmen’in “bâki kalan gök kubbede mühim olanın hoş bir sada bırakmak” şeklindeki hayat anlayışına, bizim proje ve tekliflerimize yakın duruşuna bakarak TYB Konya Şubesi ile Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi’nin kalıcı işler yapacağına inancım arttı.

Karaman bundan sonraki döneme avantajlarıyla giriyor. Aynı lisanı konuşan ve şehrin geleceği adına paydaş projeler dillendiren üç makama sahip. Karaman halkı, yukarıda sözünü ettiğim projelere destek çıkar ve gerekeni yaparsa kadim müktesebatıyla Orta Anadolu’nun parlayan yıldızı olacaktır.

21 Nisan 2009

Selçuklu’dan Osmanlı’ya



Yazılacak çok şeyimiz vardı yine. Kadim bir başkentten diğerineydi yolculuğumuz. İki adı vardı gezimizin dostların koyduğu. Biri “Konya’dan Bursa”ya, öteki “Selçuklu’dan Osmanlı”ya. İkincisi, kadim tarihimizin ortak yönlerini kardeş şehirlerde görmek için yola koyulanlar adına bulunmaz bir adlandırmaydı şüphesiz. Henüz yola çıkmadan koymuştum adını yazımın.

TYB Konya’nın programlı şehir gezilerinde yer almanın türlü ayrıcalıkları mevzubahis kendi açımdan. Medeniyet mirasına sahip çıkmak azminde olan seçkin bir toplulukla, esasen işi bu olanların yapmadığını yapıyoruz.

Tanpınar’ın, “bir başkent daima başkenttir” sözünü iki şehre yakışan bir atıfla, Konya kadar Selçuklu, Bursa kadar Osmanlı diye düşünüp durdum gezi boyunca. İki şehir arasındaki güçlü bağı, TYB Bursa Şubesi Başkanı değerli Yazar Mehmet Fatih Birgül, İhtifalci Mehmed Ziya’nın yaklaşık on gün sürdüğünü öğrendiğimiz, “Bursa’dan Konya’ya Seyahat” adlı hacimli eserine yazdığı notta şöyle anlatıyor: “…Konya ile Bursa arasında yadsınması imkânsız, son derece güçlü bir bağ vardır. Osmanoğulları da bu bağın farkındaydılar şüphesiz; bu nedenle Osman Gazi, son Selçuklu Sultanı IV. Kılıçarslan’ın kendisine yolladığı ve o dönemin âdetine göre hükümdarlık bağışı sayılan sancak, kılıç ve davulun, kutsal bir emanet olarak türbesinde muhafaza edilmesini vasiyet etmişti… Bursa, Anadolu’yu medeniyetimize armağan eden Selçuklu’nun ucudur ve uzantısıdır…” (Mehmed Ziya, Bursa’dan Konya’ya Seyahat, Haz. Mehmet Fatih Birgül-Dr. Levent Ali Çanaklı, Bursa İl Özel İdaresi Yay., Bursa, Aralık 2008, s. 12.)

Bursa’da, Birgül’ün sözünü ettiği bağın ilk mimari örneklerini birçok yerde görüyorsunuz. Selçuklu ustalarına yaptırılan ve yapımı 1390-1395 yıllarında tamamlanan Yıldırım Beyazid Camii bunlardan biri söz gelimi. Tuğla ve taş, Selçuklu ve Osmanlı gibi birbirine sımsıkı kenetlenmiş duvarlarda. Baba oğul gibi Konya ve Bursa bu yönüyle bakınca.

Birçok defa gittiğim Bursa’yı bu defa ehlinin rehberliğinde gezmek, detaylarıyla müşahade etmek imkânı verdi. Değilse; Zeynuddin Hâfî’nin sadece ilmiyye sınıfına dahil eşhasa ev sahipliği yapan Zeyniyye Tarikatını tesis eden allame olduğunu ve haziresinde Fatih’in Hocası Molla Hüsrev ile Şair Hayalî’yi misafir ettiğini nereden bilecektim. Eflak’ta elçi olarak görev yaparken Kazıklı Voyvoda tarafından şehit edilen Sultan Çelebi Mehmed’in Kumandanı, Sultan II. Murad’ın Veziri Hamza Bey’in hikâyesini de.

Çarşılı Köprü’nün altından temiz suyuyla Kestel istikametine akan Gökdere, vaktiyle on beş günde bir kaçtığım Malatya’nın Kernek’ini ve bugün artık umudumu kestiğim Meram Çayı’nı hatırlattı. Tophane yokuşunun başındaki “Saltanat Kapısı”na bakarak, “on iki kapılı Konya Kalesi”nden hiç değilse birini yeniden yapacak vefalı şehir yöneticilerine şükranlarımı sunacağım günleri hayal ettim. 135 Osmanlı yâdigârını restore ederek Osmangazi İlçe Belediyesinden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na terfi eden Recep Altepe’yi anmadan geçmek olmaz. Şehirlerin iktisadi ilerleyişinin bu tür çalışmaların artmasıyla kaim olacağını artık kim inkâr edebilir?

Bursa’yı iki günlük gezi ve bir köşe yazısıyla izahın imkânı elbette yok. Bizi Merinos Tren İstasyonu’nda hoş karşılayıp, güzel köyü Misi’den hoş uğurlayan TYB Bursa Şube Başkanı Yazar Mehmet Fatih Birgül’e, Bursa’yı Konya’ya yaklaştıran eşsiz refakati için teşekkürlerimi sunuyorum.

09 Mart 2009

Şairlerin Filistin’i



Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubemizin 2009 yılı takvimli etkinliklerinin ilkine Filistin diyerek başladık Cumartesi günü. Programa “Şairlerin Filistin”i adını verenlerin kalbine sağlık. Bu kederli coğrafyanın hüznünü, insan sözünün en etkilisiyle işitmekti muradımız. Unutmamak ve unutturmamaktı niyetimiz elden geldiğince. Viran edilmiş Gazze’nin, orada öylece yalnız başına kalakalmış Gazzeli çocukların fotoğrafları gözümüzün önünden geçtikçe, yaşamaktan utanmak duygusu içimizde yenilendi, yinelendi bütün ağırlığıyla.

Ne yazmış ne söylemiş olsam oturduğum yerden ve buğzum hiç olmadığı kadar büyüyüp çıkmış olsa dilimden, ailesini yitirmiş bir masumun hangi yarasına merhem olabileceğimin cevapsızlığı boğazımı sıkıp durdu program boyunca.

Şube Başkanımız Ahmet Köseoğlu, ilk programın Filistin’le başlamasının önemini vurguladı açılış konuşmasında. Gönlümüze rehber olan şair dostlar, memleketin muhtelif yerlerinden kalkıp gelmişlerdi. Hoş gelmişlerdi. Tarihe kayıt düştüler şiir lisanıyla birer birer.

Ne dediğini en iyi bilen elbette şairin kendisidir. Onun maksadını anlama çabası içindeki dinleyiciye kalansa paylaşılanın ana fikri. Filistin, orada bulunan bizlerin ortak paydası olunca, söylenen ile işitilen arasındaki bağdan bir köprü kurarak, birbirinden mânidar sözlerden çıkardıklarım olsun şu diyeceklerim:

Adem Turan, zulmü programlayıp ona seyirci kalanlara isyan etti “Beyaz Vahşet” şiiriyle. “Kahrolası bu savaş sizin için hey vampirler, şeytanın kızları, ahtapotlar!” diyerek betimledi egemen ihanetin duruşunu. “Akdeniz’in, Nil’in ve Kızıldeniz’in ağlayışlarının” gün olup fetih müjdesiyle müjdeleneceğini sözünün sonuna eklerken gözünden süzülen yaşlara engel olamadı. Ahmet Efe, Tevrat’ı tahrif edenlerin zulüm terminolojisini harmanladı şiirinde. Hüseyin Akın, “Geride Kalanlar İçin Türkü” yaktı. “Korku bayrağını ahlaksız, etik reel politik göndere çekmiş” olanların Yahudilerden tırsanların amelinden kaynaklandığını anlatır gibiydi. Akif Kuruçay, “her taş bir ayettir ve oranın kadınları ayet doğurur” diyerek başladığı “Balçığın Halleri”nde, sevinci sabah akşam direnmek olan Filistin’i resmetti. M. Ali Köseoğlu, “yüz sürülesi toprakların dünyanı gözü önünde nasıl kirletildiğini” anlatıp, “acımızın bir adı Kudüs bir adı Felluce” ile bitirdi sözünü. Mustafa Uçurum, “Ben Kendimi Çeke Çeke Karanlığın Ortasından” şiirinde, beklenen aydınlığa vakti gelince Allah’ın yardımıyla ulaşılacağını vurguladı. Sıddık Ertaş, “Mülteci” şiirinde Sabra ve Şatilla’yı, Lida’yı, Deir Yasin’i hatırlattı. Sonra, ölen çocuklarına ağıtlar yakan kadının “çocuklarımı koru onlar küçüktür tanrım” feryadı ile Muhammed ümmetinin söze mecalsiz kalmış halini döktü ortaya. Vural Kaya, bizim cephede değişen bir şey olmadığına, eskilerin ürettiği korkuların el’an süregeldiğine vurgular yaptı “Irgatlı Şiir”inde.

Ümit Savaş, pek güzel yaptı işini. Programı başarıyla sundu. Şaban Özdemir her zamanki gibi koşturup durdu. Karikatürist Adem Mermerkaya’nın seçtiği bazıları kendisine ait karikatürler muhteşemdi. Teşekkür etmek lazım gelir hepsine ve özellikle programı düzenleyen Prof. Dr. Nazmi Zengin Hocama. Alaaddin Keykubad salonuna gelen izleyici sayısı davetli şairlerce takdire şayan bulundu. Programın son derece güzel hazırlanmış şiir ve karikatür seçkisi, 15. yılımızın ilk yayını olarak elimizde.

TYB Konya olarak bu yıl, kuruluşumuzun 15. yaşını dolu dolu programlarla sürdürüp 24 Ekim günü nihayetlendireceğiz. Şehrin kültürel sorumluluğunu büyük bir ciddiyetle omuzlayan seçkin yönetim kurulumuz, çok değerli üyelerimiz ve konuk kültür, sanat ve ilim adamlarımızın katkılarıyla 15. yılda Türkiye çapında ses getirecek programlara imza atacağız. Çınar altına herkesi bekliyoruz...

10 Kasım 2008

Bir Kitap ve Konyalı Fotoğrafçıların Başarısı

Geçen Pazartesi akşamı, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü değerli Ağabeyim Bekir Şahin ile Yönetim Kurulu toplantısı münasebetiyle gittiğim TYB Konya Şubemizin kapısında karşılaştık. Elinde bir kitap vardı ve benden çok sana lazım olur diyerek incelememi istedi. Daha sonra, şimdi sözünü edeceğim kitapla ilgili olarak bu akşam Mimarlar Odası’nda tanıtım yapılacağını öğrendim.

Alanında bir ilk olan kitabın adı “Konya Fotoğraf Tarihi”. Metin yazarlığını TYB Konya Şubemizin Y.K. Üyesi Prof. Dr. Haşim Karpuz’un yaptığı kitap, bu alanda katkılarına aşina olduğumuz Selçuklu Belediyesi’nin bir kültür hizmeti. Başkan Adem Esen’in takdim yazısı ve Haşim Hoca’nın önsözüyle başlayan eser için G. Berggren ve L. Wight gibi yabancı fotoğrafçılarla birlikte Yılmaz Oğul, Haşim Karpuz, Sefa Odabaşı, Abdullah Ektem, Cahit Sağlık ve bazı fotoğraf stüdyolarının arşivlerinden yararlanılmış.

Bu tür eserlerin, Başkan Esen’in yazısında belirttiği gibi “şehrin görsel belleğine” çok önemli katkıları var. Esasen çok da geç kalınmış çalışmalar bunlar. Merakı olanlar takip etmişlerdir. Sultan II. Abdülhamid tarafından oluşturulan 35 bin fotoğraflık arşivden 80 kadarı, “Sultan Abdülhamid’in Arşivinden Dünya” sergisi adıyla 21 Ekim’de Topkapı Sarayı Müzesi’nde görücüye çıktı. Dünyanın bu en büyük fotoğraf arşivinin, fotoğrafın bilinmediği yıllarda Sultan’ın çabası ile 19 ülkede çektirilmiş olması hayret verici bir öngörüdür. Konya Fotoğraf Tarihi kitabı da sonuç olarak bir boşluğu doldurmuş oluyor. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

***
Konfad’lı Fotoğrafçıların Ödül Atağı

Birçok şehrimizde fotoğraf derneği bulunmazken, Konya Fotoğraf Amatörleri Derneği (KONFAD) ve Selçuklu Fotoğraf Sanatı Derneği (FOTOSEL) ile şehrimizin müstesna bir yeri var. Fotoğraf sanatı konusunda köklü bir geçmişi bulunan Konya’nın, kurumsal potansiyelini gençleştirerek büyüttüğünü gören biri olarak, elde ettiği başarılardan gurur duyduğumu söylemem gerekiyor. Ekim ayı içerisinde peş peşe güzel haberler geldi. Bir kısmı uluslararası, bir kısmı da ulusal muhtelif yarışmalarda derece alan KONFAD’lı fotoğrafçılar ve eserlerini listeleyecek olursak;

1) Aydın Belediyesi Cumhuriyet Türkiye’sinde Kadın Konulu 3. Fotoğraf Yarışması:
Sergileme: Mustafa Bülent PİRİNÇİ-“Piyanist”; Sergileme: Ömer Lütfi BAKAN-“Dominant”

2) Orhan Holding 4. Uluslararası Fotoğraf Yarışması Renkli Dal:
Sergileme: İbrahim KARAÇELEBİ;

3) Nevşehir Belediyesi Fotoğraf Yarışması:
Sergileme: Günseli DEMİROK-“Kapadokya”

4) TAYSAD Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği Fotoğraf Yarışması:
Birincilik: Ömer Lütfi BAKAN; Sergileme 3 adet: Ömer Lütfi BAKAN

5) YTONG Fotoğraf Yarışması:
Sergileme: Bülent PİRİNÇCİ; Sergileme: Sevgi SERTKAYA

6) KONYA VALİLİĞİ 2.Uluslararası Fotoğraf Yarışması “Dünya İnançları” konulu yarışma:

FIAP Altın Madalya: Mustafa Bülent PİRİNÇCİ; FIAP Mansiyon: İbrahim KARAÇELEBİ; Sergileme: Ahmet SEVEN.

7) HSCB 1.lik Ödülü: Soner YAMAN.

Görüldüğü gibi Konya’da fotoğraf sanatı adına güzel gelişmeler oluyor. KONFAD üyesi arkadaşlarımızı tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyorum.

15 Eylül 2008

Şiir Akşamı Karatay’a Yakıştı

Konya’da adına ister şölen ister akşam deyin, uzun zamandır bir şiir etkinliği görmüyorduk. Benim takip ettiğim en son şiir şöleni Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından “6. Kültür Sanat ve Spor Etkinlikleri” adıyla, 5 Ağustos 2000 Cumartesi akşamı Tarihi Dede Bahçesi’nde yapılmıştı. O günden bugüne Konya’da bir şiir etkinliği olup olmadığını hatırlamıyorum. Aradan tam sekiz sene geçmiş.

İster istemez, Feyzi ve Fevzi Halıcı Beyefendiler’in zamanın kıt imkânlarına rağmen Konya’da düzenledikleri kültür sanat faaliyetleri hatıra geliyor. Doğru dürüst iletişimin, internetin ve sair haberleşme vasıtalarının olmadığı senelerde ne büyük işler başarmışlar. Âşıklar bayramı, gül ve yıldız yarışmaları, Konya yemekleri yarışmaları… Hz. Mevlana’yı anma törenlerini onlar başlatmışlardı. Çocukluğumda âşıklar bayramlarından birine ev ahalisinin elimden tutup götürdüğünü hatırlarım. İleriye gideceğimize hayli gerilemişiz.

2000 yılında yapılan o şiir şöleni anısına bastırılan ve katılan şairlerin eserlerinden oluşan şiir seçkisi diğer şiir kitaplarımın arasında durur. Ara sıra elime gelir okurum. O akşam kimler misafir olmuşlar, hazır yeri gelmişken isimlerini hatırlatayım: A. Vahap Akbaş, Kamil Aydoğan, Mikail Bayram, Rahmetli Zemçi Çetinkaya, İbrahim Demirci, Nurettin Durman, Ahmet Efe, Feyzi Halıcı, Murat Kapkıner, M. Atilla Maraş, M. Önal Mengüşoğlu, Ahmet Mercan, M. Tahir Sakman, Mustafa Özçelik, Bülent Sönmez ve Mehmet Atar.

Geçtiğimiz Cumartesi akşamı, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ile Karatay Belediyesi’nin ortak çalışmasının ürünü “Karatay Şiir Akşamı”na izleyici sıfatıyla katıldık. Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, TYB Konya’yı kabul ederek bu çalışmayı sahiplenmemiş olsa başka yaz akşamlarını çok beklerdik. Açılış konuşmasını yaparken bunun devamı gelsin ve bu akşamki etkinliğin adı “1. Karatay Şiir Akşamı” olsun mealinde sözler sarf etti. Bunun “verilmiş söz” olduğunu buraya not ediyorum. Alanı dolduran kalabalık izleyici topluluğunun, ev sahipleri tarafından “tahmin ötesi” şeklinde değerlendirilmiş olma ihtimalidir sanıyorum Başkanı gayrete getiren. Bir de şiir seçkisinin ön sözünde Başkan’ın; şehirleri donatabilirsiniz fakat sanatçıları, münevverleri yoksa onların bir üstünlüğünden söz edemezsiniz şeklinde yazdıkları. Sözler, yazılar unutulmasın.

Şiir akşamına katılan şairlerin neredeyse tamamı Konyalı, Konya doğumlu dostlarımız. Bu program, yukarıdaki listeye bakıldığında yerel gibi görünse de şairler ve eserlerinin gücü göz önüne alındığında hiç de öyle değil. Ahmet Efe, İbrahim Demirci, M. Tahir Sakman ve Bülent Sönmez onca sene sonra seslendirdikleri şiirleriyle renk kattılar. Mehmet Uğurlu, Şaban Çalış, Mehmet Solak, Osman Özbahçe, Murat Güzel, M. Akif Kuruçay, M. Ali Köseoğlu ve Atilla Yaramış programın diğer şairleri olarak şiirlerini sundular.

Konya’nın ulusal çapta adından söz ettirecek bir edebiyat sanat dergisi bile yok. Mevcut olanları yaşama savaşı veriyorlar. Mesela bunlardan Zeki Oğuz’un Çalı Dergisi 100. sayıya ulaşmışken ara vermek zorunda kaldı. Sebep malum. Oysa bana göre bu şehrin yeterli sayılabilecek potansiyeli var. TYB Konya Şubesi’nin müdavimleri muhtemel bir dergi için ellerinden gelen desteği vereceklerdir. Lakin iş eninde sonunda paraya dayanıyor.

Başta Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli ve TYB Konya yönetimi olmak üzere şiir akşamına emek veren herkesi takdir ve tebrik ediyorum.

11 Ağustos 2008

Şiir Akşamı Karatay’a Yakıştı

10.08.2008
Konya’da adına ister şölen ister akşam deyin, uzun zamandır bir şiir etkinliği görmüyorduk. Benim takip ettiğim en son şiir şöleni Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından “6. Kültür Sanat ve Spor Etkinlikleri” adıyla, 5 Ağustos 2000 Cumartesi akşamı Tarihi Dede Bahçesi’nde yapılmıştı. O günden bugüne Konya’da bir şiir etkinliği olup olmadığını hatırlamıyorum. Aradan tam sekiz sene geçmiş.

İster istemez, Feyzi ve Fevzi Halıcı Beyefendiler’in zamanın kıt imkânlarına rağmen Konya’da düzenledikleri kültür sanat faaliyetleri hatıra geliyor. Doğru dürüst iletişimin, internetin ve sair haberleşme vasıtalarının olmadığı senelerde ne büyük işler başarmışlar. Âşıklar bayramı, gül ve yıldız yarışmaları, Konya yemekleri yarışmaları… Hz. Mevlana’yı anma törenlerini onlar başlatmışlardı. Çocukluğumda âşıklar bayramlarından birine ev ahalisinin elimden tutup götürdüğünü hatırlarım. İleriye gideceğimize hayli gerilemişiz.

2000 yılında yapılan o şiir şöleni anısına bastırılan ve katılan şairlerin eserlerinden oluşan şiir seçkisi diğer şiir kitaplarımın arasında durur. Ara sıra elime gelir okurum. O akşam kimler misafir olmuşlar, hazır yeri gelmişken isimlerini hatırlatayım: A. Vahap Akbaş, Kamil Aydoğan, Mikail Bayram, Rahmetli Zemçi Çetinkaya, İbrahim Demirci, Nurettin Durman, Ahmet Efe, Feyzi Halıcı, Murat Kapkıner, M. Atilla Maraş, M. Önal Mengüşoğlu, Ahmet Mercan, M. Tahir Sakman, Mustafa Özçelik, Bülent Sönmez ve Mehmet Atar.

Geçtiğimiz Cumartesi akşamı, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ile Karatay Belediyesi’nin ortak çalışmasının ürünü “Karatay Şiir Akşamı”na izleyici sıfatıyla katıldık. Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, TYB Konya’yı kabul ederek bu çalışmayı sahiplenmemiş olsa başka yaz akşamlarını çok beklerdik. Açılış konuşmasını yaparken bunun devamı gelsin ve bu akşamki etkinliğin adı “1. Karatay Şiir Akşamı” olsun mealinde sözler sarf etti. Bunun “verilmiş söz” olduğunu buraya not ediyorum. Alanı dolduran kalabalık izleyici topluluğunun, ev sahipleri tarafından “tahmin ötesi” şeklinde değerlendirilmiş olma ihtimalidir sanıyorum Başkanı gayrete getiren. Bir de şiir seçkisinin ön sözünde Başkan’ın; şehirleri donatabilirsiniz fakat sanatçıları, münevverleri yoksa onların bir üstünlüğünden söz edemezsiniz şeklinde yazdıkları. Sözler, yazılar unutulmasın.

Şiir akşamına katılan şairlerin neredeyse tamamı Konyalı, Konya doğumlu dostlarımız. Bu program, yukarıdaki listeye bakıldığında yerel gibi görünse de şairler ve eserlerinin gücü göz önüne alındığında hiç de öyle değil. Ahmet Efe, İbrahim Demirci, M. Tahir Sakman ve Bülent Sönmez onca sene sonra seslendirdikleri şiirleriyle renk kattılar. Mehmet Uğurlu, Şaban Çalış, Mehmet Solak, Osman Özbahçe, Murat Güzel, M. Akif Kuruçay, M. Ali Köseoğlu ve Atilla Yaramış programın diğer şairleri olarak şiirlerini sundular.

Konya’nın ulusal çapta adından söz ettirecek bir edebiyat sanat dergisi bile yok. Mevcut olanları yaşama savaşı veriyorlar. Mesela bunlardan Zeki Oğuz’un Çalı Dergisi 100. sayıya ulaşmışken ara vermek zorunda kaldı. Sebep malum. Oysa bana göre bu şehrin yeterli sayılabilecek potansiyeli var. TYB Konya Şubesi’nin müdavimleri muhtemel bir dergi için ellerinden gelen desteği vereceklerdir. Lakin iş eninde sonunda paraya dayanıyor.

Başta Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli ve TYB Konya yönetimi olmak üzere şiir akşamına emek veren herkesi takdir ve tebrik ediyorum.

05 Ağustos 2008

Kültür Sanat Kimin İçin

07.07.2008
Bütün ülkenin anlamakta, kavramakta zorlandığı günlerden geçerken, bu şehrin kültür-sanat meselelerini söz konusu etmenin tabirim uygun görülsün doğrusu herkesi ırgalamadığının farkındayım.
Lakin böyledir diye de yazacaklarımdan tasarruf edecek değilim. Memleketin bitmek bilmeyen malum vakıalarına takılıp kalacak olursak neyi halletmiş olacağız?

Konya’da kültür sanat etkinliklerinin en yoğun, en disiplinli ve en verimli merkezidir Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi. Hatta TYB şubelerinin içinde en aktif olanıdır. Cumartesi günleri, bahçesinin ikindi serinliğinde kültür sanat adamlarını bir araya getiriyor, takvimli programlar dâhilinde gerçekleştirilen paneller, konferanslar, sohbetler ve sergilerle göz dolduruyor. Kurslar düzenliyor. Tertiplediği gezilerle mensuplarının bilgi dağarcığına katkılar yapıyor ve şehirler arasında gönül köprüleri kuruyor.

Devletten maaşlı onlarca görevlinin çalıştığı kurum ve kuruluşların bir türlü bitiremediği, başaramadığı hatta cesaret bile edemediği programları iki-üç kişi ile organize edebiliyor (Mukayese için bkz. TYB Konya etkinlikleri vd.). Fakat ne yazık ki, Kültür Bakanlığına ilettiği projeler karşılık görmüyor. İlgili bakanlık bizim bunca öne çıkan özelliğimize rağmen niçin ilgilenmez, niçin taleplerimizi değerlendirmez? TYB Konya’sız bu şehrin kültür-sanatı sağırdır, dilsizdir.

Bunları ilgisi olan herkes biliyor zaten. İlgisi olması gerekenler ortalıkta görünmüyorlar nedense. Bu şehri yönetenler, özellikle kültür-sanat kurum ve kuruluşlarının başında resmi sıfatlarla bulunanlar, üniversite mensupları, basın camiası yahut kısaca bu yazdıklarıma muhatap olması gerekenleri TYB Konya’da görmek mümkün olmuyor. Bunların istisnaları yok değil. Vekillerimizden Prof. Dr. Sami Güçlü ile Mustafa Kabakçı Beyefendiler programlara sıkça iştirak ederler. Selçuklu Belediye Başkanı Doç. Dr. Adem Esen’i gördüğümüz olur ara sıra. Diğer belediyelerin reislerini ve kamunun diğer yöneticilerini görmüşlüğümüz yoktur. Bizim bilmediğimiz sebepler söz konusu olduğundan mı iştirakleri yoktur diye düşünmeden edemiyoruz. Üniversite camiasına diyecek söz zaten yok. Muhtemelen işleri çoktur.

Vekilimiz Sayın Mustafa Kabakçı’ya özellikle teşekkür etmek isterim. KONFAD’ın yılın son Cuma programına iştirakinden mutlu olduk. Yeni sezon açılışına, fotoğraf sanatına ilgisini bildiğimiz sayın vekilimizin bir gösterisi ile başlayacağımızı buradan duyurmuş olalım. Özellikle şehir dışı fotoğraf gezilerinin gerçekleştirilmesi için elinden geleni yapacağına dair söz vermesi bizi memnun etmiştir.

Cumartesi akşamı çınar altında, TYB Konya ve KONFAD işbirliği ile KONFAD üyelerinin çalışmalarından oluşan bir Karma Fotoğraf sergisi açıp iki saydam gösteriyi izleyenlerin beğenisine sunduk. İki güzide kültür sanat kuruluşunun da üyesi olmak sıfatıyla bu serginin hazırlanmasında emeklerimiz geçti. Sergi ve sonrasındaki fotoğraf gösterilerinin güzel olması için elimizden gelen çabayı sarf ettik. Açılışımızda hazır bulunanların sayısı iki pilav sofrasını geçmeyecek kadardı. İyi de evvelen kendi üyeleriniz gelmemiş ki, diyecek olanlar için söyleyecek sözüm de yok maalesef. Özellikle bu son cümlenin yaralayıcı bir etkisi söz konusu. Zamanlaması uygun değildi itirazına karşı serginin Çarşamba gününe kadar açık olduğunu hatırlatalım.

Bu tür durumlar için söz ustaları hemen bir kemmiyet/keyfiyet cümlesi irad ederek vakıayı doğru tespit etmiş, gerilimi azaltmış olurlar. Öyle de oldu. Sessiz sedasız bir açılış yaptık. Kırıldık da biraz. Lakin marifet iltifata tâbidir vakıasına takılıp kalmadık. İmkân oldukça daha yeni ve daha güzellerini sanatseverlerin beğenisine sunmaya çalışacağız.

Bu serginin bir başka yönü, “internetteki fotoğraf paylaşım sitelerinin fotoğraf sergilerine etkileri” başlıklı bir yazı için bizi dürtüklemesi olmuştur diyebilirim. Bunu zamanı gelince bir fotoğraf amatörü olarak dile getirebiliriz.

Söz bitmez. Bu ve benzeri serzenişlerimizin sebebini kısaca yazarak yazımızı nihayete erdirelim: Yaptığımız iş üzerinde yaşadığımız toprakları önemseyen tavrımızdandır sadece. Bunu, “kültür sanat karın doyurur mu?” cinsinden algılamalarla irtibatlandırmak abestir, yanlıştır, üzücüdür. Şairin dediği gibi: “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.” Yapmaya çalıştığımız budur.

Moriskolar’dan Medeniyetler İttifakına

28.07.2008

İki gün evvel, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Demirci’yi konuk ettik çınar altında.

TYB Konya Şubesi’nin bana göre en isabetli seçimlerinden biriydi Mustafa Bey ve “Endülüs’ün Dramı (1492-1610) ve Moriskolar’ın Hazin Sonu” başlıklı konuşması.

Programın nihayetinde Endülüs Müslümanları konusunda bilimsel ciddi araştırmalara ihtiyaç duyulduğu aşikâr oldu. İspanyolca bilmenin, İspanya’ya gitmenin, Avrupa’nın en uç noktasından Cebel-i Tarık’a, Kuzey Afrika’ya oradan Atlas Okyanusu’na nazar etmenin, Moriskolar’ın öykülerini oralarda da dinlemenin gereği çıktı ortaya.

Katolikleri; yarımadadaki tarihleri boyunca insanlığa faydalı olmaktan başka ameli olmayan Müslümanlara düşman eden şeyi anlamak için İspanya’da bulunmak fikri geçti zihinlerden. Dile de geldi hatta. TYB Konya, böyle bir tarih yolculuğuna ne der acaba? Ayrıca, Başbakan Erdoğan ile İspanya Başbakanı Zapatero’nun, felâket tellalı Samuel Huntington’un iddiasının antitezi olarak üretilen “Medeniyetler İttifakı” adında ısrarlı bir projeleri mevcut. Beni buradan kimler duyar bilemem ama, içi doldurulması pek müşkül bu ittifak arayışında biz TYB Konya üyeleri olarak pekâlâ bulunabilir, dolup dolmayacağı, olup olmayacağı konusunda gözlemlerimizle bu projeye katkıda bulunabiliriz. Şu halde ben buradan böyle bir talebimiz olduğunu, lakin mevcut imkânlarımızla, İspanya’dan sürgün edilen Seferad Yahudileri ile Moriskoların bir kısmının Osmanlı Devleti tarafından iskân edildiği Selanik’e bile gidemeyeceğimizi evvelen duyurmuş, görevimi yapmış olayım.

Bizde Endülüs Müslümanları hakkında bilinenin şiirlere konu olmaktan öteye gitmediği gerçeğini hatırlattı değerli Hoca. Konuşmasına böyle bir giriş yaptı nitekim. Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri hatıra geldi. Moriskolar’ın hazin hikâyesini anlatmıyordu şiir elbette. Anlatılan, bir medeniyete kastın hikâyesiydi.

“Morisko”, İspanyol hâkimiyeti altında yaşamış, Hıristiyan olmaya zorlanmış ve bu hususta akla hayale gelmeyen sistematik işkencelere maruz bırakılmış Müslümanlara verilen ad. “Moro” kelimesinin günümüze kadar uzanan ilginç öyküsünü dinledik. Ortaçağda Moro, İspanyollarca Müslüman anlamında kullanılırken sonradan –isco eki ile Müslümanlara ait/mensup demek olmuş. Günümüz İspanyolcasında Moro; Müslüman, Faslı (Fas’a Morocco denmesinden hatırlayın), vaftiz edilmemiş, kâfir, zındık anlamına geliyor. Benzer anlamlar bizi Muare/Moritanya yerlisi ve hatta Filipinler’de mücadele veren Moro İslamî Özgürlük Cephesi’ne kadar götürüyor. Anlamı böylesine geniş bir coğrafyaya sirayet eden Endülüs Müslümanları hakkında yapılacak araştırmalar artık zaruret değil de nedir?

16. ve 17. yüzyıl İspanya tarihinde müstesna bir yeri olan Moriskolar, hakimiyetleri altına girdikleri bütün İspanyol kralları ve özellikle Papalık tarafından İspanya Engizisyonu’na görevli olarak gönderilen Rahip Lorenzo zamanında (1481-1517), büyük bir öfke ve şiddetle karşılaşmışlar. Günümüz Müslüman coğrafyasının maruz kaldığı kimi zulümlerin akıl babalarının bunlar olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz. Şeytana pabucunu ters giydiren uygulamalardan bazıları şöyle olmuş Endülüs’te:
İslami usullere göre kesim yapan kasap dükkânları kapatılmış.
Arapça konuşmak, Arap isim ve unvanları vermek, çocukları sünnet ettirmek ve Arapça kitap bulundurmak yasaklanmış.
Cuma günü beden veya ev temizliği yapılması, bir Müslüman’ın ağzından Allah, Muhammed lafızlarının çıkması şehirlerde kurulan engizisyonlara şikâyet sebebi olmuş.
Normal zamanlarda yahut Ramazan Ayında, domuz eti hediye edilmek suretiyle Müslümanlar sınanmış, kabul etmeyenler yasakların takibini yapan bu engizisyonlara şikâyet edilmişler. Bu zulümden domuz eti yemeyen Yahudiler de fazlasıyla nasiplerini almışlar.
Çocuklar vaftize zorlandıkları gibi, ailelerinden koparılarak kiliselerde yetiştirilmek üzere götürülmüşler.
Cenaze merasimlerinin Hıristiyan geleneğine uygun yapılması şart koşulmuş.
II. Felipe döneminde (1567) çıkarılan fermanla Müslümanların İspanyolca öğrenmeleri, kadınlarının Hıristiyan kadınları gibi giyinmeleri ve çocukların öğrenimlerini kiliselerde sürdürmeleri ilan edilmiş. Bir Müslüman kadının yerlerde süründürülerek örtüsünün zorla açılması bardağı taşıran son damla, Endülüs isyanının sebebi olmuş. Gaziantep’i ve 21 Ocak 1920 Cuma günü, 14 yaşındaki Mehmet Kâmil’in annesinin örüsünü açmak isteyen Fransız askerinin süngüsüyle şehit edilişini hatırladınız mı? Şu bizim üniversitelerdeki yasakçı ihtiyarların zihin soyu bunlardan mı gelir?

Osmanlı Devletinin Kanuni döneminde ulaştığı güç, Moriskoları heyecanlandırsa da, 1571’deki son isyan başarısızlıkla sonuçlanınca, üç yüz bin Müslüman’ın beş yıl sürecek (1609-1614) sürgün macerası başlamış. Buraya kadar zikrettiklerimiz hocanın konuşmasından anladığım kadarıyla, 1492’de Osmanlı eliyle İspanya’dan gemilerle getirilip Selanik’e iskân edilen Seferad Yahudileri ile Moriskoların bir kısmının haricinde İspanya’da yaklaşık 100 yıl daha devam eden Müslüman varlığını ortaya çıkarıyor.

Yukarıda zikrettiğimiz yasaklar neticesinde, tıpkı Sabataistlerde görülen biri açık diğeri gizli iki kimlik ortaya çıkmış. Kimlik gizleme tarihinin yani takıyyenin başlangıcı İspanya’daki olaylardır diyen Doç. Dr. Demirci, bilinmeyen bir hususa açıklık getirmiş oldu böylece. Lakin Selanik’teki dönmelerin, Osmanlı’nın Yahudiliğe engel olmayan uygulamalarına rağmen niçin benimsendiğinin anlaşılmadığını da…

İspanya’da parlak bir medeniyete imza atan Moriskolar’ın, medeniyet düşmanı geri zekalı din zihniyetlerinin kurbanı olduğunun “tembel İspanyol” tamlaması ile dillendirildiğini de öğrenmiş olduk. İspanya’da zıraati, okulu, bilimi, estetiği, insanlığı, mimariyi, felsefeyi çekip çeviren Moriskolar’dan başkası değil yani. Moriskolara ettiğini bırakmayan İspanyollar sonradan şunu seslendirmişler: “Peki şimdi tarlaları kim ekip biçecek?”

Sadece Moriskolar’a bela olmakla kalmayıp, Yeni Dünyanın ve Afrika’nın yerlilerini, kaynaklarını, dinini, inancını, kültürünü yiyip bitiren İspanyollar hangi hakla “Medeniyetler İttifakı”nda yüzleri kızarmadan yer alacaklar? Mustafa Demirci’nin talebinin yanındayım ben de. Bütün İspanyollar ve Haçlı zihniyetinin mimarı Vatikan, önce Müslümanlardan sonra da bütün dünyadan özür dilemeliler. Buradan Değerli Hocaya verdiği bilgiler sebebiyle teşekkür ediyorum. Kendisi, içimizden kimilerini İspanya konusunda dürtüklemiş, merak uyanmasına vesile olmuştur.