İslam Dışı Dinlerde ve Toplumlarda Hac
Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK
(Bu yazı Mahalle Mektebi Dergisi'nin 38. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir)
Hac
kelimesi İbrânîce’de hag şeklindedir; “bayram” anlamına gelen bu kelime “bir
şeyin etrafında dönmek, dolanmak” mânasındaki hvg kökünden türemiştir. Hac veya
hag çok eski bir Sâmî tabir olup İbrânîce’den başka Ârâmîce’de ve Sâbiî dilinde
de bulunmaktadır. Kelimenin asıl anlamının “bir şeyin etrafında dönme, dolaşma
ve halka oyunu” olduğu, daha sonra bayram manasını kazandığı belirtilmektedir. Dinlerde
kutsal kabul edilen yerlerin aslında mekân olma açısından diğer yerlerden farkı
yoktur. Ancak burada ulûhiyyetin tecellisi, inançla ilgili bir olayın vukuu
veya buranın dinî bir şahsiyetle bağlantısı mekânı diğer yerlerden farklı
kılmakta, kutsallaştırmaktadır. Böyle bir mekânın esrarengiz oluşu ve korkutucu
vasfı da bir kutsallık unsurudur. Kutsal mekân insan tarafından seçilmiş değil
keşfedilmiştir.[1]
Dini antropolojinin temel meselelerinden biri olarak kabul edilen hac, dinlerde
farklı isimlerle ifade edilmesine rağmen, keyfiyet olarak bir benzerlik arz etmektedir.
Hac, global bir kutsallaştırma faaliyeti olarak tanımlanmakta ve temelinde
uluhiyyetin herhangi bir yerde tecellisi inancı yatmaktadır.[2]
Tarih
boyunca bütün dinlerin kutsal mekânları olmuştur. Bu mekânlardan bazılarının
kimi dinlerin başlangıcından itibaren hac ibadetinin merkezi oldukları
bazılarının da bu özelliği tarihsel süreç içinde kazandıkları görülmektedir.
Hititlerde
Hititler
genel olarak M.Ö. 1800- M.Ö. 700 yılları arasında Anadolu’da yaşamış bir
kavimdir. Hititlerde kral, başrahip sıfatıyla her yıl kış mevsiminde krallığın
büyük ibadet merkezlerini ziyaret ederdi. Bu ziyaret esnasında hem güzergâh hem
de ifa edilecek merasimler ayrıntılı olarak düzenlenirdi.[3]
Hac, Hattuša ve çevresinde birbirine yakın kült merkezlerini içine alan Hatti
çekirdek bölgesinde yapılırdı. Ziyaret edilen merkezler birbirine en fazla bir
günlük uzaklıkta yaklaşık 20-25 kilometrelik mesafelerdedir. Bu geziler
sırasında kralın bizzat hac merkezlerini dolaşması “kralın vücuda gelmesi” ve
tüm Hatti Ülkesi’nin kutsanması anlamına gelmekteydi. Kral ve tüm devlet
erkânının hazır bulunduğu bu ziyaretler kolektif bir olaydır. Bayramın genel
akışı rutin bir çerçevede yürütülürken panteondaki farklı tanrı ve tanrıçalar
için farklı kült seremonileri de mevcuttur. Genel olarak geziler, doğudan
batıya doğru bir yön seyreder. Bayramın genel akışı rutin bir çerçevede
yürütülürken panteondaki farklı tanrı ve tanrıçalar için farklı kült
seremonileri de mevcuttur.[4]
Eski Çin’de
Eski
Çin’de bilinen ilk hac merkezleri T’ai-shan, Hua-shan, Hêng-shan, Non-yu-shan
ve Sung-shan adlarını taşıyan beş dağdı. Hem Taoistler hem de Budistler bu
dağların üzerinde tapınaklar inşa ettiler; buralar zamanla oldukça önemli hac
merkezleri oldu. Bunların yanında Budizm yeni büyük hac merkezleri oluşturdu.
Bu yerler Buda ve Bodhisatvalar’a vakfedilen P’u-t’o-shan, Chiu-hua-shan,
Wu-t’ai-shan ve O-mei-shan gibi manastır ve mabetlerdi. Bunların en önemlisi
Kuzeydoğu Çin’de bulunan ve beş tepeyi kapsayan Wu-t’ai-shan mabedidir.
Yüzyıllardan beri buraya yalnız Çin’den değil Japonya, Moğolistan, Mançurya,
Orta Asya ve Hindistan’dan hacılar gelmektedir. Sonbaharda gerçekleştirilen hac
sırasında kırmızı veya sarı elbise giyen hacı adayları buhur çubukları ve
kâselerini taşıyarak on-on beş kişilik gruplar halinde sessizce meditasyon
yaparlar, sadece bitkilerle beslenirler, uzun yolculuk esnasında tövbe ederler,
hac mahallerine vardıklarında ise yıkanıp temizlenerek tapınağa girerler,
evlerine dönünceye kadar ibadet ve riyazete devam ederler.[5]
Şintoizm’de
Japon
inançlarına göre dağlar tanrıların yurdudur ve bundan dolayı dağ tepeleri
yüzyıllardır hac yeri olmuştur. Milâttan sonra VIII. yüzyıldan itibaren de
Budist ibadet mekânları olarak dağ tepeleri ziyaret edilmiştir. Japon
geleneğinde hem Şinto’ya hem Budizm’e ait çeşitli hac yerleri vardır. Japonların
junrei dedikleri hac, çeşitli yerlerdeki ziyaret merkezlerinin belli bir sıra
ile gezilmesini ifade etmektedir. Bir diğer hac şekli ise sadece bir tek yere
yapılan hacdır. Ise’deki tapınak Şintoizm’in en yüce ilâhına adanmış Şinto hac
yeriydi. Japonya’daki Budist hac mekânlarının çoğu Budist keşiş ve zahitlerinin
züht hayatı yaşadıkları yerlerdir.[6] Şintoizm’de
Hasat mevsimi, yıl içerisindeki arınma mevsimleri olmak üzere Ise’ye yılda üç
defa hac yolculuğu yapılır. Hacılar Ise’ye geldiklerinde Amaterasu’nun mabedine
girmeden önce İzusu lrmağında usulüne uygun olarak Temizlik Tanrısı’na dua
ederek temizlenir. Temizlikten sonra gruplar halinde mabedin önüne gelinerek başrahibin
mabedin kapısını açmasıyla içeri girilir. Arkasından diğer rahipler girer,
kapıdan altara kadar kırık bir çizgi halinde sıra oluşturulur. Hacılar,
yanlarında getirdikleri takdimeleri elden ele vermek suretiyle altardaki
masaların üzerine bırakır. Takdimeler başrahip tarafından takdis edilerek boru
ve davulun müziği eşliğinde Tanrıça’ya sunulur. Böylece Şintoistler,
Amaterasu’nun bulunduğu en büyük kült yeri olan Ise’deki bu yeri ziyaret
ettikten sonra, Amaterasu’nun doğuşunu da izleyerek “hacı” olurlar.[7] Japonların
ulusal dinleri olan Şintoizm’deki bazı uygulamalar ilginç bir şekilde Hitit
inanışları ile benzerlikler göstermektedir. Benzer uygulamalar, Hinduizm ve
Budizm’de de görülmektedir.[8]
Hinduizm’de
Dini
açıdan önemli merkezleri ziyaret etmek Hindular arasında hem yaygın hem de
önemli kabul edilen bir uygulamadır. Bu ziyaretler, dini sorumluluğu yerine
getirerek sevap kazanmak, nihai kurtuluşu gerçekleştirmek, günahları
affettirmek, büyüklerin hayır dualarını almak, öfkeli tanrı veya tanrıçaları
teskin etmek, hastalıktan ve şanssızlıktan kurtulmak ya da mal veya toplumsal
statü kazanmak gibi gayelerle gerçekleştirilir.[9] Hint
yarımadasının Aryalarca istilâsı ve Hindu tapınaklarının inşası ile birlikte
ziyaret edilecek yerlerin sayısı da artmıştır. Ortaçağlara doğru hac için uzak
yerlere gitmek gelenek halini almıştı. Güneyde Comorin körfezi, doğuda Orissa,
batıda Kathiavar ve Himalayalar azizlerin inzivâya çekildiği yerler olduğu için
hac mekânlarıydı. Yıkandıktan sonra hac görevini ifa etme yanında kutsal
mekânın çevresinde dönmek de (tavaf) haccın unsurlarından biriydi. Hinduizm’de
Benares’i ziyaret etmek ve Ganj nehrinde yıkanmak, ölümden sonra yeniden
dünyaya gelişte daha mutlu olma ümidini vermektedir.[10]
Ganj nehri insanları günahlarından temizlerken Benares şehrinde ölen her
canlıya tanrı Şiva’nın inayeti sayesinde kurtuluş vadedilmiştir.[11]
Budizm’de
Budizm’de
de birtakım kutsal mekânlar vardır. Fakat zorunlu dini ibadetler arasında hac
yoktur. Bundan dolayı Budistler için bu kutsal mekânları ziyaret etmek, isteğe
bağlı nafile ibadetlerdir.[12]
Bununla birlikte Budizm’de hac ziyareti, Buda’ya ait mekânlarla ondan
kalanların bulunduğu yerlere yapılır. Budizm’de hacla ilgili en eski belgeler
Kral Aşoka’nın fermanlarıdır. Aşoka, tahta geçişinin onuncu yılında
“dharmayātrā” (doğruyu, gerçeği bulmak için yapılan yolculuk) yaparak Buda’nın
aydınlanmayı elde ettiği yere yani Bodhi Gaya’ya (Bodh Gayâ, Buddh Gaya, Buddha
Gaya) gittiğini söyler. Aşoka’dan günümüze kadar Bodhi Gayâ Hindistan’da
Budistler’in en önemli hac yeridir. Bunun dışında hac için ziyaret edilen
yerler Nepal’deki Siddhartha Gautama (Buda’nın doğum yeri Lumbini), Buda’nın
ilk vaazını yaptığı Benares yakınlarında bulunan Samath’daki Geyik Parkı
(Isipatana) ve Buda’nın Nirvana’ya ulaştığı yani öldüğü yer olan Utar
Pradeş’teki Kuşinagara’dır.[13] Nepal
Budistleri hac ibadetini yaparken Buda mabedinin etrafında yedi defa dönmekte
ve dönüşlerde dua çarklarına dokunup çevirmektedirler.
Eski Mısır’da
Helenist-Roma
dönemine kadar Mısır dininin her devresinde hac ibadeti mevcuttu. Belli başlı
hac yerleri Deita’daki Dedu veya Busiris ile (Osiris’in evi) kedi başlı
tanrıçanın tapınağının bulunduğu yine Delta’daki Bubastis idi. Herodot,
Bubastis’e büyük bayrama gelenlerin sayısının yaklaşık 700.000 olduğunu
söylemektedir. Bunlardan daha önemlisi, Yukarı Mısır’da Osiris’in başının
bulunduğu Abdu (Abdias) idi; burada Osiris’in esrarı kutlanıyor ve bu yerin
ziyaret edilmesiyle öbür dünyadaki mutluluğun elde edileceğine inanılıyordu.
Daha sonra Amon vahası (şimdiki Siva) önemli bir hac yeri oldu. Ptoléméler döneminde
ise Serapis kültü revaç bulmuş ve Memphis’teki ziyaretgâh önem kazanmıştı.[14] Eski
Mısır’da büyük tapınakların duvarlarındaki birçok resim ve yazı ve ayrıca bu
tapınakların çatılarında bulunan “hacılara ait ayak izleri” gibi bulgulardan
hareketle eski Mısırlıların hac uygulamalarının mevcut olduğu kanaati ortaya
çıkmaktadır. Eski Mısırlılar için yolculuk yapmak kolay bir şey değildi. Bunun
için fırsat bulduklarında milli panteonun büyük bir tanrısı yanında dua
ediyorlardı. Eski Mısır’da haccın varlığına dair doğruluğu kesin bilgilerden
bahsetmek zordur. Çünkü buradaki hac ile ilgili bilgiler şifahi rivayetlere
dayanmaktadır. Ancak Greko-romen çağdan itibaren hac uygulamasının mevcut
olduğu net olarak tespit edilmiştir.[15]
Yahudilikte
Tevrat,
bütün Yahudi erkeklerini yılda üç defa Kudüs’te Yahve’nin huzurunda bulunmaya
mecbur ediyordu.[16]
Bunlar Fısıh (Paskalya = mayasız ekmek), Şavuot (Pentekost = haftalar) ve
Sukkot (çardaklar) bayramlarıydı.[17]
Bu üç eski hasat bayramı İbrânîce’de “hag” adıyla anılıyor ve “hag ham-massôt,
hag haq-qasîr, hag ha asîf” diye adlandırılıyordu. Yahudilik’te klasik
düzenlemede hag kelimesi hacla dinî bayramı birbiriyle bağlantılı kılmaktaydı.
Temel dinî bayramlar ibadet yerleriyle irtibatlı olduğundan dinî bir seyahati
de ihtiva ediyordu. Esasen geleneksel hac İbrânîcede “‘aliyyah le-regel =
yürüyerek çıkmak, gitmek” diye adlandırılmaktadır. Hac, Yahudilerin millet
olmalarından itibaren kurumlaşmış ve erkeklerin üç bayramda Kudüs’e gitmeleri
istenmiştir. Yahudilikteki hac mekânlarını üç grupta toplamak mümkündür.
1.
Kudüs ve çevresinde oluşmuş, tarihî özelliğe sahip ve Kitab-ı Mukaddes’in
tarihi içinde ortaya çıkan mekânlar.
2.
Genelde Celîle’de bulunan, Talmud ve Kabala’da adı geçen bilgelerin mezarları.
3.
Diaspora (Filistin dışında yahudilerin yaşadıkları yerler) bilgelerine ve
azizlere adanan İsrail’in çeşitli bölgelerindeki merkezler.
Bâbil
esareti sonrasında mâbedin yeniden inşası üzerine hac 515 yılı Fısıh bayramıyla
tekrar başladı.[18]
Sukkot bayramı görkemli bir şekilde kutlandı.[19]
Hacla ilgili şer‘î kurallar ve bunlara uymanın önemiyle haccın takvâ yönü[20]
zamanla daha çok ön plana çıktı. Milâttan sonra 70 yılında mâbedin yıkılışından
sonra mâbedle ilgili hac artık yapılmadı; ancak Yahudilerin kutsal topraklara
yönelik ziyaretleri devam etti. Geçmişle ilgili hâtıralar, o topraklara yeniden
dönme özlemi, Yahudi büyüklerinin oralardaki kabirleri Yahudileri o bölgeye
çekiyordu. Kudüs’te Süleyman Mâbedi’nden geriye kaldığına inanılan “ağlama
duvarı” önemli bir ziyaret mahalli oldu. Günümüzde Yahudiler belli günlerde bu
tür yerleri ziyaret eder, bu ziyaretlerin şans getireceğine, talihsizliklere
iyi geleceğine inanırlar. Hac mahallerinde dua edilir, adaklar adanır, bazen da
istekler kâğıda yazılıp bırakılır. Ağlama duvarı veya Süleyman Mâbedi’nin batı
duvarı dışındaki ziyaret merkezlerinde azizlere yalvarılıp şefaatçi olmaları
istenir.[21]
Hıristiyanlıkta
İlk
Hıristiyanlar Yahudilikte olduğu gibi Kudüs’teki mabedi ziyaret ediyorlardı.[22]
Bununla birlikte kilise yeni bir tapınak yapmak istiyordu. Epiphane’ın
bildirdiğine göre İmparator Hadrianus 130 yılında yaptığı seyahatte Kudüs’te
her şeyin yıkılmış olduğunu, sadece birkaç ev ile Hz. İsa’nın semaya urûcundan
sonra Hıristiyanların toplandıkları evin yerinde küçük bir kilisenin
bulunduğunu görmüştü. Bu küçük kilise daha sonra hacıların ziyaret ettikleri
Sion kilisesi oldu. 216’dan itibaren genellikle o topraklarda bulunan
Origène’in naklettiğine göre Beytülahm’daki İsa’nın doğduğu mağara, çarmıha
gerildiği Golgotha mevkii ziyaret mahalliydi.[23] Kudüs’e
yapılan haccın gelişmesinde dinî zorunluluktan ziyade Konstantin’in (I.
Konstantinos) etkisi önemli bir rol oynadı. Konstantin’in Kudüs’ün çeşitli
yerlerinde başlattığı kilise yapımı, birçok Hıristiyanı İsa’nın doğup yaşadığı
ve çarmıha gerildiği yerleri görmeye teşvik etti. Kudüs’e yapılan haccın yanı
sıra türbeleri, hatta manastırlarda yaşayan rahipleri ziyaret de bir tür hac
olarak mütalaa ediliyordu. Diğer bir hac şekli de azizlerin ve şehitlerin
mezarları üzerine yapılmış kiliseleri ziyaret etmekti. Hıristiyanlıkta bir
kimsenin hac yapması için hayatında herhangi bir muayyen zaman yoktur. Ancak
Kudüs’e gidiş genellikle geç yaşlarda gerçekleşmektedir. Kudüs’e varan kişi
artık hayatında önemli bir işi yerine getirdiğini hisseder. Hz. İsa’nın ölüp
dirildiği yere bakınca kendisi de Kudüs’te ölmeyi arzular. Ermenice “mahdesi”
kelimesi “ölümü ve aynı zamanda Kudüs’te Paskalya bayramında yakılan kutsal
ateşi gören kimse” anlamındadır ve Kudüs haccından dönen kimseye bu sıfat
verilmektedir. Rus hacıları da Kudüs’e beyaz kefen götürür, Hz. İsa’nın vaftiz
olduğu Ürdün nehrinde bu kefenlerine sarınarak yıkanırlar. Diğer doğu Hıristiyanları
ise beyaz kefenleri Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği cuma günü onun mezarına
koyarlar. Genelde gruplar halinde Kudüs’e gidip dönen hacılar, dönüşlerinde bu
görevi tamamladıkları için kilisede şükran duaları yapar, Kudüs’ten
getirdiklerini dağıtırlar. Avrupa’da bilinen ilk hac yerleri, azizlere ait
kutsal eşya ve kalıntıları ihtiva eden mezarlardır. Bu tür ibadet XIII. yüzyıla
kadar piskopos, daha sonra da papa tarafından meşru sayılmıştır. Bu kutsal
mekânlar arasında, Roma’daki Petrus’un mezarı ile İspanya’da Santiago de
Compostela’daki Büyük Ya‘kūb’a atfedilen mezar en çok ziyaret edilen yerlerdir.
İkinci tür hac merkezleri Meryem’e atfedilen kutsal mekânlardır. XII. yüzyıldan
sonra Hz. Meryem’le ilgili iki çeşit hac yeri gelişti ve günümüze kadar devam
etti. Hıristiyanlığın Anadolu topraklarında da ziyaret yerleri vardır. Bu
mekânlar Hıristiyanlık tarihi ve önemli şahsiyetleriyle bağlantılıdır.
Pavlus’un misyonerlik gezileri esnasında dolaştığı yerler bugün bazı Hıristiyalarca
ziyaret edilmektedir. Antakya bu yerlerden biridir. Pavlus, Petrus ve Barnaba
burada Hıristiyanlığı yaymışlar, milâttan sonra 252-300 yılları arasında bu
şehirde on kilise toplantısı yapılmış ve ilk dönemlerde Antakya kilisesi beş
büyük kilise arasında yer almıştır. Diğer bir kutsal mekân da Efes’tir. Pavlus
Efes’te kalarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, havari Yuhanna ise burada
yaşamış ve ölünce buraya defnedilmiştir. Hz. Meryem’in de Yuhanna ile birlikte
Efes’e gelerek burada yaşadığı yolunda bir kanaat vardır; ancak bu zayıf bir
ihtimaldir. Efes’te bulunan ve Hz. Meryem’e nispet edilen ev günümüzde bir hac
mekânıdır. Hıristiyanlar buradaki kutsal sudan içer ve dua ederler. Papa VI.
Paul 1967’de, Papa II. John Paul da 1979’da burayı ziyaret etmişlerdir. Öte
yandan Demre de (Antalya) Hıristiyanlarca St. Nicholas’nın (San Nicola, Aya
Nikola, Noel Baba) yaşadığı ve defnedildiği yer olarak ziyaret edilmektedir.
Burada IV. yüzyılda Myra (Demre) piskoposu olan St. Nicholas’ya ait bir kilise
bulunmaktadır.[24]
Sih Dininde
Hindistan’da
Guru Nanak’ın öğretileri doğrultusunda XV. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan
senkretik karakterli ve tek tanrılı bir dindir. Sihlerin en dikkat çeken dinsel
merkezi Amritsar’dır. Amritsar’da bulunan ve Altın Tapınak olarak da
adlandırılan Har Mandir, bütün Sihler için en kutsal mekândır. Hac ibadetine
karşı çıkılsa da bütün dünyadaki Sihler burayı ziyarete büyük önem verirler.[25] Büyük
bir havuzun ortasında inşa edilen bu mabedin dört tarafında Sih dininin bütün
kastlara açık olduğunu belirtmek için birer kapı bulunur. Burayı hacı olmak ya
da şifa bulmak amacıyla ziyaret edenlerin sayısı oldukça fazladır.[26]
[1] Ömer Faruk Harman, “Hac”, ”DİA,
c. 14, s. 382
[2] Ali Erbaş, İslam Dışı Dinlerde Hac, Sakarya Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2002, c. 5, s. 97
[3] Harman, a.y.
[4] Özlem Sir Gavaz, Hititlerin Bin
Tanrılı Yolculuğu, Aktüel Arkeoloji, s.62
[5] Harman, a.y
[6] Harman, a.y
[7] Cengiz Batuk, Dinler Tarihi, Uzem,
OMÜ Yayınları, s. 16
[8] Gavaz, a.y, (s. 62)
[9] Ali İhsan Yitik, Yaşayan Dünya
Dinleri, “Hinduizm”, (ss. 277-371), DİB Yayınları, Ankara, 2007, s. 300
[10] Harman, a.y.
[11] Annamarie Schimmel, Dinler
Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 1999, s. 118
[12] Yitik, a.g.e., “Budizm”, (ss.
307-355), s. 335
[13] Harman, a.y
[14] Harman, a.y.
[15] Erbaş, a.y.
[16] Çıkış, 23/14, 17; 34/23
[17] Tesniye, 16/16-17; II. Tarihler,
8/13
[18] Ezra, 7/19
[19] Nehemya, 8
[20] Mezmurlar, 120-134
[21] Harman, a.y.
[22] Resullerin İşleri, 2/46; 3/1
[23] Harman, a.y.
[24] Harman, a.y.
[25] Şinasi Gündüz, Yaşayan Dünya
Dinleri, “Hinduizm”, (ss. 373-385), DİB Yayınları, Ankara, 2007, s. 300s. 381
[26] http://dunyadinleri.com