İslam düşüncesinin
tarihte yaşadığı ve günümüze de miras kalan en büyük bunalımı, hayatın
problemlerini kendi içsel bütünlüğü içinde değerlendirmek yerine
“nas”tan hareket ederek çözmeye çalışmaktan kaynaklanıyor. Sanki hakikat
geçmişte belirlenmiş; ‘din’ Allah ve resulünün kutsadığı ilk nesiller
eliyle tamamlanmış; selef asrında İslam ümmetinin ihtiyaçlarına dayanan
en faydalı meseleler çözülmüş; bütün beşeri ihtiyaçlar temin edilmiş,
doğrudan bizim çözmemize bağlı hiçbir mesele bırakılmamıştır. Cevherin
tükenmiş olduğu böylece kabul edildiği için, insanın yaratıcı
orijinalliğine bağlı bir değişim ve gelişimin dinsel temeli, İslam
düşüncesinde hâkimiyet kuramamış görünüyor. İnsan böyle bir düşünce
düzlemi içinde adeta Allah tarafından üzerine dil, ahlak, hakikat fikri
yapıştırılmış olan aciz, şahsiyetsiz, kendiliğinden bir şey yapmaya
kabiliyeti olmayan bir heykel, bir taş parçasıdır. Mutluluk gelecekte
görülmediği için onu geçmişteki bir “altın çağ”da tahayyül etmek
doğaldır. Oysa İslamın saf halinin yaşandığı, en sahih ve komplekslerden
en uzak bulunduğu, mezheplerin ortaya çıkmadığı, dolayısıyla birliğin
bozulmadığı, diğer milletlerin kültürlerinin İslama girmediği, bunun da
ötesinde dinin asıllarını anlamada bir idrak ve düşünce birliğinin
olduğu “ideal bir devir” farz etme, günümüz Müslüman bilincinin
zaaflarından, yanılgılarından en önemlisidir. Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Zeki İşcan, İslam’ın
“pişmiş ve kotarılmış” bir sistem, alelade bir formüller serisi, bir
kimlik bildirim formu olarak ruhsuz bir makine haline getirilişine etki
eden dinsel söylemlerden birinin tarihsel kökenlerini araştırıyor ve
“radikal İslam” olarak bilinen anlayışların hangi zeminlerden
kaynaklandığını aydınlatıyor.
Kaynak:http://www.kitapyayinevi.com/