Yrd. Doç. Dr. Muammer ULUTÜRK
Erzurumlu İbrahim
Hakkı, Osmanlı Devleti’nin “Gerileme Dönemi” olarak adlandırılan zaman
diliminde yaşamıştır. Onun yaşadığı bu dönemde beş padişahın tahta çıktığı
görülmektedir.[1] Coğrafi
ve ilmî kayıpları bir arada yaşayan Osmanlı Devleti’nin sorunlardan bir an
evvel kurtulabilmesi için birçok alanda reforma ihtiyacı vardı ve bu amaçla bir
dizi yenileşme hareketlerine girişildi. Lale devriyle başlayan süreçte
Avrupa’daki uygulamalar taklit edilerek okullar ve fabrikalar açıldı, tercüme
faaliyetlerine ağırlık verildi, fikir ve kültür hayatında canlanma görüldü.
On sekizinci
yüzyıldaki yenileşme hareketleri paralelinde Batıdaki bilimsel çalışmaları
aktarmaya çalışan bilim adamlarının yanı sıra, klasik bilgiye itibar eden, daha
çok ansiklopedik diyebileceğimiz, birden çok bilim dalı ile ilgilenen düşünürlerden
biri olan Erzurumlu İbrahim Hakkı ayrıcalıklı bir yere sahiptir.[2]
İbrahim
Hakkı, 18 Mayıs 1703’de Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Babası Derviş
Osman Efendi, annesi Dede Mahmud’un kızı Şerîfe Hanîfe Hanım’dır. Babası, 1707
yılında Erzurum’a yerleşmiş, burada yörenin ileri gelen ilim ve tasavvuf
erbabıyla tanışmış ve 1710 hac niyetiyle yola çıkmışken Tillo’ya[3]
uğramış, yörenin tanınmış mürşidlerinden İsmail Fakîrullah’a intisap ederek
buraya yerleşmiştir.[4]
Babasının isteği üzerine dokuz yaşında iken amcası Ali tarafından Tillo’ya götürülen
İbrahim Hakkı, babasıyla karşılaştığında şeyhi İsmail Fakîrullah’ı da orada
gördüğünü, içinde ona karşı derin bir sevgi ve hayranlık duygusu uyandığını
ifade eder. On yedi yaşında iken babasını kaybeden İbrahim Hakkı, muhtemelen
öğrenimini sürdürmek amacıyla aynı yıl Erzurum’a dönerek büyük amcası Molla
Muhammed’in evine yerleşti. Öğrenimini tamamladıktan sonra İsmail Fakîrullah’ı
ziyaret etmek üzere 1728-29’da Tillo’ya gitti, babasının hücresine yerleşerek
tasavvufî hayata yöneldi. İbrahim Hakkı ilk eğitimini babasından almıştır.
Daha sonra onu etkileyen Şeyhi ve hocası İsmail Fakirullah olmuştur.[5]
Ona olan minnet ve sevgisini belirten birçok şiir yazmıştır. Bunlardan birinde
şöyle demektedir:
“Ey
Fakirullah bu Hakkı bendebi,
Aşık-ı
ferzane ettin akıbet”[6]
1734’de
İsmail Fakîrullah’ın vefatı üzerine Erzurum’a döndü. Daha önce babasının
imamlık yaptığı Yukarı Habib Efendi Camii’ne imam oldu. Bu arada ilk evliliğini
yaptı. 1738 tarihinde hacca gitti. 1747 yılında İstanbul’a giden İbrahim Hakkı,
şeyhi Fakîrullah’ın Sultan I. Mahmud nezdindeki saygınlığından faydalanarak
padişahla görüşüp ilgi ve takdirini kazandı, saray kütüphanesinde çalışmasına
izin verildi. Özellikle yeni astronomiye ilgisinin bu kütüphanedeki çalışmalarıyla
başladığı söylenebilir. İbrahim Hakkı İstanbul’da iken kendisine müderrislik
payesi verildi ve ders okutması şartıyla Erzurum’daki Abdurrahman Gazi Dede
Tekkesi’nin zâviyedârlığı tevcih edildi. Erzurum’a döndükten sonra Habib
Efendi Camii’ndeki imamlık görevini sürdüren İbrahim Hakkı, bir müddet sonra
aynı zamanda iyi bir musikişinas olan oğlu İsmail Fehim’in tahsilini
tamamlaması üzerine bu görevi ona bırakarak ilmî faaliyetlere daha fazla zaman
ayırabilmek için günlerinin çoğunu Hasankale’de geçirmeye başladı.[7]
İbrahim
Hakkı 1755’te resmî bir hizmet için İstanbul’a çağrıldı. İlkinden daha uzun
sürdüğü anlaşılan bu ikinci ziyaret sırasında da kütüphane çalışmaları yapmış
olmalıdır. Nitekim Ma’rifetnâme’yi İstanbul dönüşünden kısa bir süre sonra
tamamlaması onun bu eserle ilgili olarak İstanbul’da yoğun bir hazırlık
çalışması yaptığı kanaatini vermektedir. İbrahim Hakkı, Hasankale’ye dönünce
bir yandan Ma’rifetnâme’nin telifiyle meşgul olurken bir yandan da öğrenci
yetiştirmeye başladı.[8]
1763’te
üçüncü defa Tillo’ya giden İbrahim Hakkı, İsmail Fakîrullah’ın oğulları Hamza
Ganiyyullah ve Mustafa Fânî tarafından babalarının halifesi olarak büyük bir
ilgiyle karşılandı; muhtemelen Tillo’ya yerleşmesini sağlamak üzere onu kız
kardeşleriyle evlendirdiler. Nisan 1764’de ikinci defa hacca gitti ve dönüşte
yine Tillo’da kaldı, burada öğrenci okutmaya ve eser yazmaya devam etti. Bir
süre sonra da Erzurum’a gitti. 1768’de Erzurum müftüsü Şeyh Mustafa Efendi ile
beraber üçüncü defa çıktığı hac yolculuğu sırasında amcasının oğlu Yûsuf
Nesîm’e, Şam’dan yazdığı mektupta eserlerinin oralarda bile arandığını ve
ilgiyle okunduğunu bildiriyor, kendisinden bazı kitaplarını temin edip göndermesini
rica ediyordu. Yolculuğun ardından Erzurum’a döndü. Yaklaşık üç yıl sonra oğlu
İsmail Fehim ile birlikte tekrar Tillo’ya giderek buraya yerleşti. 1775’te altı
ay kadar süren ağır bir hastalığa yakalandı. Bu arada şeyhinin kızı olan son
eşinin genç yaşta ölümü İbrahim Hakkı’yı derinden etkiledi. Kısa bir süre
sonra şeyhinin büyük oğlu Hamza Ganiyyullah’ın ölümü üzerine yalnızlığı daha da
artan İbrahim Hakkı, 22 Haziran 1780 tarihinde vefat etti. İsmail Fakîrullah’ın
oğlu Mustafa Fânî’nin isteği üzerine şeyhinin türbesine defnedildi.[9]
İbrahim
Hakkı, şeyhi için özel mimarisi bulunan bir türbe yaptırmıştır. Tillo’ya yaklaşık
4 km. mesafede bulunan dağın tepesine bir kale inşa ettirmiş ve duvarın ortasına
da küçük bir pencere yerleştirmiştir. Her sene Mart’ın 22’sine rastlayan
“Nevruz Günü”nde Günesin ilk ışıkları kaledeki bu pencereden geçerek türbenin
girişindeki kuleye yerleştirilmiş bulunan prizmaya yansımakta ve oradan da
türbenin tepesindeki kubbenin penceresine aksedip, bir mercek yardımıyla İsmail
Fakirullah’ın kabrinin başucunu aydınlatmaktadır.[10]
İlmi Yönü
İbrahim
Hakkı, ilmi vukufiyeti ve geniş bilgisi ile tanınmaktadır. Zira onun geniş
birikimi astronomi, matematik, fizik, anatomi edebiyat, kelam, tasavvuf,
felsefe, dil bilimi, coğrafya, yer bilimi vb. alanlarda yazmış olduğu eserlerde
de kendini göstermektedir. Kısaca mütefekkir, fizik ve metafizik gibi sahalarda
eser veren önemli Türk düşünürlerdendir.[11]
İbrahim Hakkı’nın iyi bir tahsil gördüğü eserlerinden anlaşılmaktadır. “Bu zamanda
en dürüst dost, en uygun meclis arkadaşı, en seçkin yoldaş, yârların en hayırlısı
ve sevgililerin en sevgilisi kitaplar olduğu için bunların sohbetlerine
meylimi salmışımdır” şeklindeki sözleri, onun düzenli öğrenim yanında kendi
kendini yetiştirmeye de büyük önem verdiğini göstermektedir.[12]
Yeni
astronominin verilerinden söz ederken hiçbir ilmî gelişmenin Allah’ın evreni
yaratıp yönettiği gerçeğine aykırı olamayacağını belirten İbrahim Hakkı, bütün gelişmelerin
bu inanç çerçevesinde yorumlanması gerektiğini sık sık vurgular. Ona göre din
bakımından önemli olan, âlemin Allah tarafından yaratıldığının kabul edilmiş
olmasıdır; bunun ötesinde yaratılışın ve oluşun keyfiyetine dair ortaya konan
teorileri ve ilmî tespitleri benimsemenin bir sakıncası yoktur. Ma’rifetnâme’de
Ebû Hanîfe’den “ser-mezhebimiz” diye söz eden İbrahim Hakkı’nın Nakşî veya
Kadirî olduğu söylenmektedir. İbrahim Hakkı’nın tasavvufi görüşleri Osmanlı
tasavvufunun tipik ve canlı bir örneğidir. Ona göre ebedî kurtuluşu kazanmanın
tek şartı Kitap ve Sünnetle amel etmektir. Allah dostlarının hallerine ve
kemallerine ulaşmanın yolu onların yolunu izlemekten geçer. Her türlü ferdî ve
içtimaî problemi aşmanın Kur’an’a uymakla mümkün olduğuna işaret eder. İbrahim
Hakkı, fizik âlemin kavranmasında akıl ve duyu tecrübelerinin önemini kabul
etmekle birlikte dinî ve tasavvufî konularda aşkı felsefeden üstün tutar. Bu
sebeple diğer mutasavvıflar gibi İbrahim Hakkı da ilham yoluyla elde edilmiş
bilgiyi kitabî bilgiden üstün görür. Esas İtibariyle Copernicus astronomisini
yansıtan bilgilere yeni aklî deliller ekleyen İbrahim Hakkı, sistem hakkındaki
bilgileri basite indirgeyerek anlatmaya çalışmıştır. Buna karşılık kelâmcılara
dayanarak müneccimlerle tabiatçı filozofların yüce yaratıcının bilgisinden
mahrum olduklarını, bütün olup bitenleri yıldızlara ve tabiata bağlayarak
sapıklığa düştüklerini söyler. Psikolojide büyük ölçüde İbn Sînâcı geleneği tekrar
eden İbrahim Hakkı’nın Ma’rifetnâme’de kişinin saç, göz, kulak, el, baş gibi
organlarından ve dış görünüşünden hareketle onun ahlâk ve karakter yapısı
hakkında sonuç çıkarma yollarını gösteren bilgilerden oluşan kıyafet ilmi
(physiognomy) konusuna ayırdığı bölüm İslâm ilimler tarihinde bu alanda
yapılmış çalışmalar içinde özel bir yere sahiptir.[13]
İbrahim
Hakkı’nın çoğu Türkçe olan eserlerinin sayısı hakkında değişik rakamlar
verilmiştir. Bunlardan ikisi hakkında kısa bilgi verelim:
Divan: 1755 yılında oğlu İsmail Fehîm için tertip edilmiştir.
Divanda Arapça ve Farsça şiirler dahil 500 kadar manzume yer almaktadır.
Marifetnâme: 1757’de tamamlanan eser İbrahim Hakkı’nın ismini
ölümsüzleştiren en önemli çalışmasıdır. Dinî ve din dışı ilimlere dair
ansiklopedik bir eser olan Ma’rifetnâme, müellifin ilmî ve fikrî kişiliğini,
yetişmişliğini, din ve ilim anlayışını yansıtması yanında dönemin skolastik
zihniyetinden kurtulma çabasını yansıtan nâdir örneklerden biri olması
bakımından da özel bir değer taşımaktadır.[14]
Genel olarak, incelendiğinde Doğu ve Batı bilimini ya da bir başka ifade ile
klasik bilimsel sistemlerle ve açıklamalarla yenisini birlikte veren bir
eserdir. Eserde ilkin matematikten başlamak üzere, nazari bilimler konusunda bilgi
verilmiştir. Bunlar arasında astronomi ayrıcalıklı bir yer işgal eder. Ayrıca
biyoloji, psikoloji ve eğitim konularında bilgi vardır. Eserde daha sonra
hadislerden başlayarak dini bilimlerle ilgili bilgi verilmektedir.[15]
Bunların
dışında İbrahim Hakkı’nın, âlemin yaratılışı, arş-ı azam, kürsü, levh-i mahfuz,
kalem, sidretülmünteha, tuba ağacı, meleklerin vasıfları, tavus kuşuna benzeyen
melek, cennet ve vasıfları vs gibi hususlarda israiliyattan mülhem olduğunu
düşündüğümüz kimi bilgileri Ma’rifetname’de kullandığı da görülmektedir.[16]
İbrahim
Hakkı’nın İnsâniyye, Mecmûatü’l-meânî, Meşûriku’l-yûh, Seîînetü’r-rûh min
vâridâtil-fütûh, Kenzü’l-fütûh, Defînetü’r-rûh, Rûhu’ş-şürûh, Urve-tü’1-İslâm,
Hey’elü’1-İslâm, Tuhfetü’l-kirâm ve Nuhbetü’l-kelâm gibi daha birçok eseri
mevcuttur.
Kaynakça
-Esin Kahya, “Erzurumlu İbrahim
Hakkı”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9502.pdf
-Hayrettin Karadeniz, Erzurumlu İbrahim
Hakkı’nın Ahlak Felsefesi, Doktora Tezi, Konya, 2006.
-Mustafa
Çağrıcı, “İbrahim Hakkı Erzurumî”, DİA, İstanbul, 2000, c.21, s. 305-311.
-Şâkir Diclehan,
Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı, Er-Tu Matbaası, İstanbul 1980.
[2] Esin Kahya, “Erzurumlu İbrahim
Hakkı” http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9502.pdf
[3] Siirt’in günümüzdeki adıyla
Aydınlar ilçesi
[5] Çağrıcı, a.g.md., s. 305
[6] Kahya, a.g.m.
[7] Çağrıcı, a.g.md
[8] Çağrıcı, a.g.md.
[10] Şâkir Diclehan, Çeşitli
Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı, Er-Tu Matbaası, İstanbul 1980, s.134
[11] Hayrettin Karadeniz, Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Ahlak Felsefesi, Konya, 2006, s. 5
[12] Çağrıcı, a.g.md.
[13] Çağrıcı, a.g.md.
[14] Çağrıcı, a.g.md.
[15] Kahya, a.g.m.
[16] Marifetname’nin dördüncü
madde’sinden bir örnek verelim: “Bu safların gerisinde bir büyük yılan vardır
ki, arş-ı âzamı kuşatır. Yılan, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz
inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Onun yüz
bin kanadı vardır ki, kanatlarının her saçağının yanında bir melek tesbih eder
bulunmuştur. O sarı yılanın tesbihinin sadasından melekleri titreme alır. Zira
bu, bütün meleklerin tesbihinin sadasına galip gelmiştir. Ağzını açtıkça,
gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük yılan tesbihinde taltif
ile ilham olunsaydı, onun sadasının mehabetinden bütün yaratıklar helak
olurlardı…”