Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Ahmet Güldağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Güldağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05 Aralık 2021

Yeni Kapı

MÜŞAHEDE //Ahmet Güldağ

aguldag@ihlas.net.tr

http://www.merhabagazetesi.com.tr/sablon.php?dosya=yazi.php&yazar=30&bolum=YAZAR

5 Ekim 2008              

Önceki yazımda Osmanlı Padişahlarından Cumhuriyet dönemi tarihçilerimizin bizlere “Yasakçı Hünkâr” diye bilhassa Mey( şarap), Afyon ve Fal’a bakma yasakları ile tanıttıkları Sultan IV. Murad ile ilgili öz geçmiş ve bir olayını sunmuştum.

 Bilhassa içki yasağı üzerinde sık konuşulup yazılarak, olmuş veya olmasa da atfen söylenilmiş hayli fıkralar mevcut.

Bunlardan birini sunarken dikkat çeken diğer birini de bu günkü yazıma bırakmıştım.

O zamanlar Anayasa, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi mahkemeler bulunmadığı için Padişahın fermanı kanun yerine geçtiğinde hemen tatbik edilmekte.

Olayı beraber okuyalım.

***

IV. Murat bir gece, tebdil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralar.

Sandalcı müşterisinin Sultan olduğundan bihaber kürekleri çekmeye devam eder.

Bir ara, sandalın yanından sarkan bir ipi çeker. İpin ucunda bir testi!

Sultan, “Ne var o testinin içinde?’’ diye sorar. Sandalcı “Ne olacak mey işte’’ derken gülerek müşterisine de ikram eder.

Yasak fermanı çıkarsa da şarapla ilgisi eksik olmadığı söylenen IV. Murat ikramı kabul eder ama yine de, “Mey yasak. Hünkârımız görse kafanı vurdurtur. Korkmuyor musun?” diye sormaktan kendini alamaz.

Sandalcı “Yahu Hünkâr nerden görecek bizi denizin ortasında” deyiverir.

Biraz zaman geçer. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarır ve nargilesine atarak körüklemeye başlar.

Gönlü zengin kayıkçı, müşterisine de ikram edince, Sultan da kabul ederken yine sormadan edemez ve yasağı hatırlatır.

Sandalcı normal kimse bildiği müşterisine yine aynı şekilde, cevap verir.

Biraz daha sonra Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkartır. Müşterisine “Ver 5 akçe de falına bakayım’’ der.

IV. Murat en çok falcılığa kızarmış meğer. İçinden “Hadi biraz daha sabredeyim’’ diyerek sakinlik içinde beş akçe verip “Bak bakalım” der..

Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, “Efendi, sorunu sor bakalım’’ teklifine müşteri; “Hünkâr şu anda nerde bak bakalım?’’ der.

Sandalcı taşlara bakıp “Hünkâr bu denizdedir’’ diyerek cevaplar.

Müşteri güya endişelenmiş havalarına girip, “Sakın yakınımızda bir yerde olmasın iyi bir bak’’ diye sorunca

Falına tekrar bakan kayıkçı, birden gerçeği görüp karşısındakinin Sultan olduğunu anlar ve…

Hemen karşısındaki müşterisinin ayaklarına kapanıp, “Affet beni Hünkârım’’ diyerek yalvarmaya başlar. Yalvarmalar kıyıya dönene kadar devam eder. .

***

Karaya çıkan Sultan bu yalvarmalara dayanamayıp “Sana bir soru sorucam. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurdurucam’’ deyince….

Sandalcı sevinçle, “Padişahım çok yaşa’’ der ve merakla soruyu beklemeye başlar.

Hünkâr sandalcıya, “İstanbul’a dönüşte hangi kapıdan girecem?’’ diye sorar.

Sandalcı düşünür. Hemen cevap verirse Hünkâr o kapıdan değil de başka kapıdan girip kendisinin kellesini gidereceğini tahmin ile yarı itiraz sayılan teklifini yapar.

“Hünkârım şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kâğıda yazsam ve size versem; Kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?’’ der.

Hünkâr başını “Olur’’anlamıyla sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kâğıdı verir.

Padişah sözünde durup okumadan cepkeni içine koyar kâğıdı ama. “Bu falcı hayli işler açabilir başımıza” diye de düşünmüş olabilecek ki verdiği ikinci söz yani boynunu vurdurmamayı dikkate almayıp. Orada karşılayanlara gizlice “Hemen boynunu vurun bu kâfirin’’ emrini verir ve emir yerine getirilir.

IV. Murat verdiği bu emirden rahatsızda olmuş ki. Kendini haklı çıkarmak için İstanbul surlarında ki isimli kapılardan değil de bilinmeyen yani falcının da bilemeyeceği bir kapıdan girmiş olmakla haklı çıkacağını düşünüp.

“Hemen haber verin ustalara yarım saat içinde Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a ordan girecem” emrini verir

Yarım saate bile varmadan surlarda yeni delik açılarak yapılan kapıdan Sultan emrindekilerle beraber girer ve Falcının kâğıdında, kapının ismini bilemeyeceğinden emin olarak herkes yanında açarak okur.

Sandalcının kâğıdında şunlar yazılıdır.

Hünkârım, yeni kapınız vatana millete hayırlı olsun’’

***

Hünkâr bundan üzülür mü üzülmez mi belli değildir? Ama o kapının adı bugün de aynen söylendiği gibi “Yeni Kapı” olarak anılmaktadır.

Bu fıkra eksiği veya fazlası ile pek çoğumuz bilebilir.

Bendeniz tekrar etmek şunu vurgulamak istedim

 Tahmin ve aceleci düşüncelerle tatbikat değil.

Bu günlerde bile olagelen olaylarda bile

 “İşin aslını öğrenip kanıtladıktan sonra karar vererek tatbikatta haksızca bir işlemden kaçınılmalı”

Diye düşündüğüm için

***

Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…

29 Ağustos 2021

Geçmişler de neler olmuş biliyor muyuz?

Ahmet Güldağ yazısı, 7 Aralık 2006

 

Cuma günkü yazım ( www.merhabagazetesi.com.tr/arsiv/2006/12/01/musahede.htm ) okurlarca hayli ilginç bulunmuş ki!..

E-Postamı açtığım akşamı 57 mail görünce şaşırdım. Bu ne diye!..

Yazımdaki konu içerikliğinin çok iyi bir hatırlatış olduğunu belirterek "Bu şekilde ki birçok hususlarında karanlıkta kalması yerine gençlerimizin hatta bilmeyenlerimizin bilgilendirilmesi yerinde olur…" meyanın da dem vurup, teşekkür etmekteler.

E- Posta ile yanıtladımsa da.  Buradan da teşekkürlerimi sunmak isterim…

Bendeniz sadece yazarlık vazifesini yerine getirmeye çalışmaktayım.

O günkü yazım için veri ararken karşılaştığım ilginç bilgiler oldu.

Bu gün, Bir yorum yapmadan desem de, bazı açıklamalar içinde bir kaçını sunarken…

Dün ve bugünkü hallerin derin düşünce ve yorumunu yinede sizlere bırakıyorum.

 ***

09.Mayıs 1935 CHP 4. olağan kurultayında Atatürk'ün konuşmasından:

"…Geçen Kurultaydan bugüne kadar, kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çehresini, kesin çizgilerile, ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, ilimsel müzik ve teknik kurumları ile, kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir. ( Sürekli alkışlar)…"

Herkesi eşit gören düşünce. Bu gün nasıl oldu da örtülü örtüsüz ayrımı ve İHL si gençlerinin saf dışı edilmesine dönüştü ki?

***

11 Kasım 1938: TBMM Cumhurbaşkanlığı'na İsmet İnönü'yü seçti 

1. Olağanüstü Kurultay: 26 Aralık 1938 . Atatürk'ün vefatı üzerine toplanan olağanüstü kurultayda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, "değişmez genel başkanlığa" seçildi. Kurultay ayrıca, Atatürk'ü "Ebedi Şef" ilan ederken, İnönü'ye de "Milli Şef" unvanını verdi. Partinin Genel Başkan Yardımcılığına Başbakan Celal Bayar, Genel Sekreterliğine İçişleri Bakanı Refik Saydam getirildi.

İnönü'nün 1. Olağanüstü Kurultay  konuşması şöyle:

"Aziz arkadaşlarım! Vatandaşlarda ve teşkilatı esasiyenin tarif ettiği vatandaşlarda, bu vatanın daimi sahip ve sakinleri sıfatile, emniyet içinde yaşamak huzuru kalbi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Cumhuriyet hükümetinin samimi hedefidir. Hiç bir milletin kendisine uygun gördüğü bir tedbir, bizim memleketimizde taklit olunamaz. Hiç bir vatandaş, kanunların kendisine temin ettiği nimetlerden mahrum edilemez (Alkışlar). Huzur içinde, müşterek vatanın yükselmesine çalışmak sahası, bütün vatandaşlar için açıktır. Bu memlekette, bütün kuvvetleri özünde toplamış olan tek kudretli varlık, Türkiye Büyük Millet Meclisidir (Bravo sesleri, alkışlar). Onun tedbirlerile, teşkilatı esasiyesi ve kanunlarile, hepimiz üzerine teveccüh eden mükellefiyetler ve vazifeler, diğer bütün vazife ve mükellefiyetlerimizin üstünü ve nazımıdır…."

Satır aralarını o güne ve bugüne göre fark var mı? diye değerlendirmeli…

CHP'nin Genel sekreterliğinden Başbakanlığa kadar yükselen Recep Peker!..

Atatürk sağlığında genel sekreter iken tutumu ve gittiği yolda masonluk kokuları gördüğü için kendisine bizzat "Masonluk Derneği kapatılsın" emrini verip daha sonra azlettiği Recep Peker için verilen fikir ve onun mecliste konuşmalarından örnek…

"…Recep Peker CHP'yi örgütsel yönden ve doktrin bakımından güçlendirmeye çaba harcadı. Partinin devlet ve hükümet üzerinde denetim kurabilecek ölçüde bir siyasi otorite olması için çalıştı. Parti ve Kurultay kararlarının, anayasadan üstün olduğunu, anayasanın parti ve kurultay kararları ışığında yeniden düzenlenmesi gerektiğini savundu. Türkiye Cumhuriyetinin ilk parti devleti olduğunu söyledi. CHP'nin ismi ve altı ok işareti Atatürk'e yaptığı öneriyle kabul olunduktan sonra, partinin altı ilkesinin, 1935 anayasasına girmesini sağladı. 1932 yılında İtalya ve Almanya'ya yaptığı geziler sonucunda, faşist partilerdeki örgütlenmeyi CHP içinde yapmak istedi. Liberal devlet tipine karşı olan Recep Peker, her şey ulusallaşmışken, partinin de ulusal ve tek olması gerektiğini savundu. İnkılâbı; "sosyal bünyeden geri, eğri, fen, eski... şeyleri birden bire yerinden söküp, onların yerine ileriyi, doğruyu koymaktır. Eskiyi vurup devirmedikçe inkılâp uzun süre devam etmez" şeklinde açıkladı.

***

Bu gün burada bırakalım da.

İhtilal yoluyla DP yi kapattırmada asıl sebep olarak gösterilen işlemin daha evvelce nasıl tatbik edildiği durumlarını ve parti kapattırma düşünce ve icraatları hususu da ilerde bilgi edinebileceğimiz konular olur inşallah…

***

Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…