Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Nisan 2014

Şerefüddin Ali Yezdi Emir Timur (Zafername)

Bu hafta elimize ulaşan yeni kitaplardan birisi Emîr Timur ile ilgili baş kaynaklardan olan Şerefüddin Ali Yezdi'nin meşhur Zafername isimli eserinin Türkçe çevirisidir. Çeviri Ahsen Batur tarafından yapılarak, titiz bir baskıyla, sayfa aralarına renkli minyatür resimleri konarak geçen sene İstanbul’da Selenge yayınlarından yayımlanmış.


Önsöz’de çevirmen Ahsen Batur Timur ile ilgili kaynaklar hakkında şunları söylemektedir: “Timur ve zamanının üç temel birinci el kaynağı vardır. Bunlardan biri Nizameddin Şamı'nin "Zafernâmesi", ikincisi ve ondan daha önemli olanı Şerefüddin Ali Yezdî'nin "Zafernâmesi", üçüncüsü ise İbni Arabşah'm "Acaibu'l Makdur" adlı eseridir. Bunların dışında Timur'dan bahseden başka birinci el kaynaklar da vardır, fakat bunların büyük bir kısmına yukarıda adları sayılan bu üç eser kaynaklık etmiştir. Eserinin yaklaşık 200 sayfalık bir kısmını Timur'a ayıran İbni Tagrıberdî, bir noktaya kadar bu konuda dördüncü kaynak sayılabilir. Elbette Uygur kroniklerini, Mirhand'ı, Hafız-ı Ebrû'yu da unutmamak gerekir.
Bu sözü edilen dört temel kaynağın tamamı elinizdeki bu eserle birlikte Türkçeye çevrilip yayınlanmış durumdadır. İbni Arabşah, Şerefüddin Ali Yezdi ve İbni Tagrıberdi, bu satırların yazarı tarafından orijinallerinden çevrilerek yayınlanmış; Nizameddin Şamı'nin "Zafernamesi" ise Necati Lugal tarafından tercüme edilmiş ve TTK tarafından neşredilmiştir.”
Selenge yayınları sahibi Ahsen Batur bu eserle Türk tarihinin önemli kaynaklarından birini daha Türk okuyucularının istifadesine sunuyor. Kendisine bu önemli katkılarından dolayı teşekkür ediyor, son olarak kitabın arka kapak yazısından bilgiler sunuyoruz.


“ Emir Timur dünyanın tanıdığı en büyük fâtihlerden biridir. Biz ki, melik-i Turan, emîr-i Türkistanmiz; biz ki, halkların en kadimi, Türk'ün başbuğuyuz” diyerek Türklüğüne vurgu yapan, Sultan Bayezid'le gönülsüzce savaşa giren, savaştan sonra da "Bu, hiç hesapta olmayan bir savaştı. Atlarınızın ayaklarına bez bağlayın ki, bu fesat toprağı burada kalsın ve Türkistan'a ulaşmasın!" diyen komutan odur. Timur'un Sultan Bayezid'in hanımı ve cariyelerini çırılçıplak soyarak sakilik yaptırdığı iddiası, Arap asıllı İbni Arabşah'ın onu karşı duyduğu kinle uydurduğu bir iftiradır. Çünkü hükümdarlar birbirlerini akraba kabul ettiklerinden, esir de almış olsalar, düşmanının hanımlarına karşı asla saygısız davranışlar sergilemezler. Timur'un devleti sağlığındayken son derece sağlamdı, fakat ardı arkası kesilmeyen fetihlerden sonra prensipsiz ve teşkilatsız bir şekilde kurulduğu için, bu yüce fâtihin ölümünden hemen sonra temellerinde çatlaklar oluşmaya başlayacaktı. Bu kitapta, İbni Arabşah'ın eserindeki Timur'un aksine, merhametli, melek yüzlü, himmet deryası bir Timur bulacak; Bayezid-Timur çatışmasında kimin haklı olduğu konusunda bir hükme varacaksınız.”
Kitabın Künyesi: Şerefüddin Ali Yezdi, Emir Timur (Zafername), (Çev. D. Ahsen Batur), Selenge Yayınları, İstanbul, 2013, 512 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 23 cm, ISBN : 9789758839971, Fiyatı 50 TL.

Prof. Dr. Abdulvahap Kara

30 Ağustos 2010

Bir Şehrin Hikayesi Yahut Hatırla Ey Şehir

“Hatırla Ey Şehir”, sevgili Ağabeyim İsmail Detseli’nin Konya ve Meram’ın geçmiş yaşantılarını anlatan pek değerli kitabının adı. Uzun zaman sonra elime geçtiğinden hakkında ancak yazabildim. Kitap, muhtevası itibarıyla şehir tarihçilerine, belgeselcilere, kültür ve sanat insanlarına kaynaklık etmekle kalmayacak, yazarın yaşadığı coğrafyayı bir zaman sonra ele alacak olanların başvuru kitaplarından biri olacaktır.

Kaybolup gitmesin diye köy ve şehir kültürünü yazı ve sohbetleriyle şevkle kollama derdinde olan başka birini tanımadım. Çocukluk ve gençlik yıllarında olup biteni bütün detaylarına kadar hatırlayan bir başkasını da. Sade, yalın ve abartısız eski köy yaşantılarından yakın geçmişin şehir hayatına ulaşır İsmail Detseli. Modern zamanlar insana ait olanı kolaylaştırsın lakin dejenere etmesin ister. İyilikler artsın, kötülükler hızla yok olsun, yapay yaşamlar insan geleceğini bunaltmasındır felsefesi. Belki de yazıyı sırf bu sebeple yazar, şiiri bu sebeple çağırır yüreğinden.

Kitabında anlattıklarından bir kısmına yetiştiğimi düşünüp mutlu oldum. Çok önemsedim bu sebeple. Bağbozumu zamanları düştü aklıma.  Dutlu ve Hocacihan’daki bağlarımızdan evimize at arabalarında taşıdığımız üzüm  küfelerinin arasında kaybolduğum günleri hatırladım. Detseli ile aynı coğrafyanın çocuğu olmak, yazdıklarını ziyadesiyle kolay anlamamın vesilesi oldu. Onunla aynı yüreği hissedip aynı lisanı konuşmak duygusuna karışarak dünyaya daha erken gelip, bu şehrin “bir zamanlar”ını yazabilmeyi istedim.

Eli kalem tutan ve yöresel geçmişin izlerini sürmeye merakı olanların, coğrafyalarına vefalarını ödemek adına borçları vardır. İsmail Detseli, kendisini çocuklar gibi sevindirdiğini söylediği “Hatırla Ey Şehir”le borcunu ödemiştir bana göre. Sehavet ehlinin sofralarını kimler bilir şimdi? Ya yokluk zamanlarında mis gibi kokan tam okka şehir ekmeğinin yanında ak helva yiyebilmenin anlatılmaz hazzını? Dağ alıcının, kuru erik ve kayısının uzun, karlı  kış gecelerine eşlik ettiği günleri ya? Şimdi birer masal sahnesi olup gitti herşey. Bir kısmını hatırlayabildiğim o günlerden kalanlar, Detseli’nin işitip derlediği masallar gibi hatırlanacak zamanı geldiğinde. Elbette eskinin her işinin faziletlerle dolu olduğunu söyleyenlerden değilim. Detseli’nin yokluk zamanlarına denk gelen çocukluk ve gençlik dönemlerini  kaleme aldığı yaşanantılardan zorluklarla dolu olanı bugün hiç kimse yaşamak istemez. Lakin yazılmalı, söylenmelidir ki bugünle geride kalan zaman için bir mukayese imkanı olabilsin. Kitapta geçen eski zaman sahnelerinden böyle olanlarına okuyucu tebessüm edecektir.

Bir kitabın elde tutulacak hale gelmesi türlü sebeplerle kolay iş değildir. Günümüzde ticari avantajı bulunduğu düşünülmeyen çalışmalara prim veren olmuyor. Bu sebeple, kitabın yayınını gerçekleştiren Memleket Gazetesi, yazarına vefa göstermiş yerel kültüre de katkıda bulunmuş olmakla tebriki hak etmiştir.

Değerli ağabeyimin birikimini yeni kitaplarda görmekten son derece mutlu olacağım. “Hatırla Ey Şehir”le başlattığı geçmiş zaman yolculuğu devam etsin. Elleri dert görmesin.

05 Ağustos 2008

Toprak Gönüllüler


21.07.2008

“Toprak Gönüllüler”, Duran Çetin’in yayımlanmış dokuzuncu kitabı. Bu toprakların, hayat öyküleri çok da parlak olmayan insanını anlaşılır bir dil ile kaleme alan yazar, okuyucusuna yaşanmış olaylar örgüsüyle ulaşmış. Şehirde yahut taşrada yaşayan sıradan insanımızın kendini görebileceği bir roman Toprak Gönüllüler.


Eserlerinde iyi insan olmanın hayırlı akıbetine vurgular yapmayı özellikle seçtiğini düşündüğümüz yazar, bu romanında köy kızı Hanife’nin hayatla mücadelesini anlatırken dini hassasiyetin gerekliliğini önceleyen sahneler sunmuş. Üstelik romanın kahramanları yanı başımızdakiler. Karaman’a, Konya’ya, Mevlana’ya akraba, onun tanıdıkları, bizim yahut sizin de bildiğiniz, yaşamak ve geçinmek derdinde, kanaatkâr, yalın ancak problemlerine çözüm üretmeyi başarabilmiş kimseler.

Kullandığı sade ve akıcı dil, roman okuyucusunun alışık olduğu cinsten türlü karmaşık olaylar ve sahnelerin ağır, bulanık tasvirleri arasında kaybolup gitmesini engelliyor. Kahramanlar arasında cereyan eden konuşmalarda anlatılmak isteneni anlaşılmaz kılacak, mekan ve zamanı birbirinden koparacak sahneler yer almıyor romanda. Bol grenli ve gizemli siyah beyaz fotoğraf karelerinden fırlamış görüntüler yok romanda.

Karşı tarafa mesaj vermeyi roman boyunca ısrarla sürdüren yazarın bu eğilimini eğitimci tarafıyla ilişkilendirmek mümkün. Böylece siz, sanatın hayat için ancak bir vasıta olduğunu savunan kanaate ram olmuş bir yazar yakalamakla kalmıyor, hikmetin başının Allah korkusu ile kaim olduğuna kendinizi bir kez daha inandırmış oluyorsunuz anlattıklarıyla.

Yazar, bu romanı hakkında yaptığı bir söyleşide; “Kitaplarınızda mesaj verme kaygısı çok belirgin. Edebiyat anlayışınız bu noktadan mı neşet ediyor? sorusuna: “Düşüncenizde haklı olduğunuz taraf var. Aslında yazmaya başlarken illa ki şu mesajı vermeliyim gibi bir peşin kanaat söz konusu değil, ama genel itibarı ile yazdıklarımın bir yere dayanması gerektiği düşüncesinden de uzak kalamıyorum. “Hayır” söylemeyi, “iyi insan” olmak uğrunda yapılması gerekenleri yazmaktan hoşnut olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Mesaj kaygısı taşımamak ne kadar tabii ise bu kaygıyı taşımak da o kadar tabiidir.” cevabını vererek aldığı eğitimi, hayat tarzını ve ne için yazdığını böylece ortaya koymuş. (Söyleşi: Abdullah Harmancı, Gönülleri Toprak Gibiydi). Toplumsal sorumluluğun kendi zaviyesinden yansıyan yönünü tarif etmiş değerli yazar.

Romanda dikkat çeken detaylardan biri kahramanlara modellik eden şahıslar. zamanın çoğu yazar ve sinema yönetmenleri tarafından sahtekarlık libası giydirilmiş hoca ve hoca adayı modelinin yerinde, Hanife ve çevresindekilere dini doğru kaynaklardan doğru yaklaşımlarla aktaran aklı başında adamlar hayırlı akıbetin yolunu göstermekle meşguller. Hoca Dayı ile müstakbel ilahiyatçı Celal böyleler söz gelimi. Okuyucu kendi zâviyesinden elbette başka detaylar bulacaktır.

Olup bitenlere sabrı kuşanarak bir yol bulunabileceğini sıkça dile getiren konuşmalara bakarak, bu romanın esas vurgusunun sabır olduğunu söylemek mümkün.

Okurken duygulanacağınız, kahramanlarını ibretle izleyip kendinize göre onlara yol tarifleri yapmak telaşına bile düşeceğinizi düşündüğüm Toprak Gönüllüler, gönlü toprak gibi bir yazarın ürünü. Ben özellikle yetişme çağındaki gençlere tavsiye ediyorum.

“Bu memlekette hayatı boyunca dokuz kitap okumamış milyonlara bakarak…” cümlemi tekrar etmekten rahatsızlık duymuyorum yine. Dokuz eserini dokuz çınar gibi gördüğüm sevgili Duran Çetin’in asil çabasını yürekten kutluyorum.

Beka yayınları, İstanbul 2008,

23 Mart 2008

Konya Ansiklopedisi Üzerine

24.03.2008 09:28:14

Konya kültürüne ciddi emekleri bulunan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Hoca’nın, “Akademik Sayfalar”da yayınladığı 7 Haziran 2006 tarihli “Konya Ansiklopedisi Hazırlanabilecek mi?” başlıklı yazısının ilgilisine dokunduran mesajlarını çok manidar buldum. Kültür adamlarının emeklerini görmezden gelen muhataplarına sitem dolu ve haklı göndermeler var bu yazıda.

Türkiye’nin kendine mahsus kronik krizli gündemlerinin arasında, şehrin kültür sanat meselelerini söz konusu etmenin iki elin parmakları kadar kişiyi ilgilendirdiğini peşinen kabul ediyorum. Ne yapalım, görmeyi arzu ettiğimiz şeyleri hiç değilse kendi gündemimize taşımaktan sarf-ı nazar edecek de değiliz. Netice itibarıyla “hacı hacıyı Mekke’de” buluyor.

Şehir ansiklopedisi” kavramına ülke olarak yabancıyız. Bütün Türkiye’de sadece dört ilin ansiklopedisi; sekiz ciltlik İstanbul, üç ciltlik Bursa, tek ciltlik Kayseri ve düzenlenip basılmayı bekleyen 10 ciltlik Konya Ansiklopedileri mevcut.

Merhum Selçuk Es tarafından hazırlanıp yıllarca “Anadoluda Hamle” ve “Yeni Konya” gazetelerinin sayfaları arasında kalan Konya Ansiklopedisi’ni eksiksiz olarak Koyunoğlu Kütüphanesi’nde bulabilirsiniz. Yazar, “Büyük Konya Ansiklopedisi” adını verdiği bu muazzam eserinin birinci cildine şu notu düşmüş: “18.05.1968 tarihinden itibaren (Anadolu’da Hamle) Gazetesi’nde günlük olarak yayınlamaya başladığım (Büyük Konya Ansiklopedisi) yazı serisi halen tapaj edilmemiş durumda (Z) harfine kadar hazırlanmış vaziyettedir. Ansiklopedinin bugüne kadar 30X21 boyutunda sekiz yüz sahifede altı harfi yayınlanmıştır. Bu altı harften (E) harfinin tamamlanmasına 5-6 gün kalmış vaziyette iken Hamle Gazetesi yayınını tatil etmiştir. Bu yazı serisini takip eden resmi müesseseler ile özel kişilerin koleksiyonunda noksanları bulunmaması için kalındığı yerden bu defa Yeni Konya’da yayınlanmasını uygun bularak bugünden itibaren sayın Yeni Konya Gazetesi okuyucularının bilgilerine sunuyorum.”

Müellif, tek başına ve hiç kimsenin yardımı olmaksızın Konya kent merkezi başta olmak üzere, o günün on sekiz ilçe, kırk dört nahiye ve dokuz yüz elli köyünde ele almaya değer ne varsa belgeye dayandırmak suretiyle binlerce madde yazıp büyük iş başarmış. Kendi ifadesi ile “mahalle, sokak, yer adları, akıllısı delisi, türküleri, âdetleri, görenekleri, yetiştirdiği büyükleri, yemekleri, folkloru” vs. ile memleket coğrafyasında adım atmadığı yer bırakmamış. Derlediği maddeleri Sicil-i Osmanî’den mecmua koleksiyonlarına, salnamelerden muhtelif araştırma kitaplarına kadar geniş bir arşivden yararlanarak zenginleştirmiş.

Söz gelimi, Konya eski su değirmenleri ile ilgilenen biri olarak, “Midilli” olarak bildiğim değirmenin adının “Dimille” olduğunu, bunun 1435 yılında Sultan II. Bayezid döneminden kaldığını ve yarı gelirinin Sadreddin Konevî Vakfı’na ait bulunduğunu malumatını bu ansiklopedi vesilesiyle öğrenince hayranlığım kat kat arttı.

Geçtiğimiz hafta içinde Mehmet Ali Uz Beyefendi ile Koyunoğlu Müzesi’nde karşılaştığımda bu konudaki düşüncesini sordum. Bir muhtasar Konya Ansiklopedisi hazırlamak düşüncesinde olduğunu, Selçuk Es’in sözünü ettiğim ansiklopedisini kullanılır hale getirmek niyetiyle birlikte muhtemel bir Konya ansiklopedisine öncülük etmek istediğini ifade etti. Konya’da bu işi kotaracak güç bulunduğunu fakat bütün meselenin finansman bulmakla çözülebileceğini belirtti.

Böyle bir proje için elbette ki ciddi emek, zaman ve en önemlisi para kaynağı gerekli. Bu tür bir iş, Saim Hoca’nın yazısında dediği gibi “enayilik ile ölçülen fahri yazarlık” yoluyla olacak şey değil. Evvelen ehil bir sekreterya oluşturacaksınız. Ansiklopedi maddeleri, sekreterya tarafından ister sıfırdan belirlenerek, isterse Selçuk Es’in ansiklopedisi esas alınarak uzmanlarına dağıtılacak. Tabii ki ücreti mukabilinde. Öyle bedava olmayacak bu. Bizce Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyeleri, Ticaret Odası ve Sanayi Odası finans kaynakları olabilirler. Netice itibarıyla kurum ve kuruluşların bulundukları şehre kültürel hizmet kabilinden ödevleri var.

Zahmeti bol lakin tamamlandığında anıt niteliğine sahip olacak bir çalışmanın hayalini zorladığımın farkındayım. Zamanımızın türlü teknolojik kolaylık ve hızına bakarak, merhum Selçuk Es’in büyük bir eser bırakma çabasını anlatmaya da gücüm yetmiyor. Selçuk Es hakkında detaylı bilgi için (kendisi hakkında özel sayı) Merhaba Gazetesi’nin kültür sanat eki Akademik Sayfalar’ın 15 Eylül 2004/129 numaralı fasikülüne bakılabilir.

11 Ekim 2007

Gözlerdeki mutluluk

2007-04-19/19:13:00

Duran Çetin…
Öğretmen ve yazar.
Ona bir gün, senin adını neden Duran koymuşlar diye soracağım.

Pek durmaya niyeti yok. Son hikâye kitabı /bu hikâye kelimesine öykü mü demeliyim acaba/ “Gözlerdeki Mutluluk”, Beka Yayınlarından çıktı. İkisi ikinci baskılarını yapmış beş öykü, üç de roman olmak üzere sekiz eseri var. Ömrü boyunca sekiz kitap okumamış çoğunluğun yaşadığı ülkemizde üretken bir yazarı yanı başımızda bulmak kıvanç vericidir.
Özellikle, kendi rutini ile yetinmeyip amacının peşinde koşan, yazan, hayata karşı sorumluluklarının farkına varmış tanıdık eğitimci dostları söz konusu etmek daha bir keyif verici oluyor.

Çocuk edebiyatının kendine mahsus boşluk kabul etmez bir özelliği var. Uzun yıllar boyu yazarların, yayıncıların ilgisini yeterince çekmeyen “edebiyatla çocuğa hizmet” son zamanlarda biraz daha fark edilmiş durumda. Özellikle okul öncesi eğitimine veli rağbetinin artması, bu alandaki yayın sayısının da çoğalmasına yol açtı. Duran Çetin, bu boşluğu gören yazarlarımızdan biri. Ben onun öykücülüğüne bakarak, çocukluğumda kalbimi çalan ve okumaya olan iştiyakımın yegane sebebi Kemalettin Tuğcu’nun (1902-1996) yaşayan, bununla birlikte derin değerlerimize atıflarını hiçbir şekilde elden bırakmayan ikizi gibi görüyorum.

Duran Çetin eserlerinde hayatı yakalıyor, gündelik yaşamın kenarında, kıyısında, kimi zaman arkasında kalmış kahramanların dilinden sözler, tavırlarından ibretli sahneler dökerek diriltici mesajlar veriyor, çoğu yazarın ihmale uğrattığı sosyal hayatın metafizik duruşunu okuyucuya hissettiriyor. Bunu yaparken sade, anlaşılır bir lisan ile buluşuyor karşı tarafla.

Roman ve öykülerini “iyi insan” üzerine kurgulayan yazar, iyi insanların yetişmesi ve topluma kazandırılmasını eğitimin önemine vurgular yaparak ele alıyor. İyi insan oluşumunu sağlayacak, iyi insan donanımına sahip kılacak örnekler sunuyor kitaplarında. Kültürel yozlaşmanın toplumu sürüklediği yokluk uçurumundan kurtarma adına çaba sarf ediyor.

Yazdıklarının bir şeyler anlatması gerektiği inancında olan yazar, sırf sanat olsun diye yazıp çizmek yerine yazdıklarının bir bütünlüğü olması ve bir öğreti sunması gerektiğini, okuyucunun okuduğunu anlaması ve bundan da kendine bir çıkarımda bulunmasını ön şart olarak görüyor. Sanat kaygılarıyla çok da anlamlı olmayan bir şeyler yazmanın iyi bir iş yapmak anlamına gelmediğini hissettiren Çetin, üslubun açık olanını tercih ediyor.

Son öykü kitabı “Gözlerdeki Mutluluk” on üç öyküden oluşuyor. İbretli kurgulardan oluşan öykülerde, dürüstlüğü öğrenen Nurettin’in küçük dünyasını, Mustafa ve Rıdvan’ın çaresizliğine merhem olan lokanta sahibini, Seyit’in borca batmış Barbaros’a borç vererek dostça güvenişini, Bilgiç Rıfat’ın komik durumlara düşmesini, ilçeye henüz tayin olmuş öğretmenin kiralık ev bulma problemini, Balıkçı Adem’in insanlara verdiği adamlık dersini, tamahkarlık ve hırsından gözü dönmüş Ahmet Ağa’yı, su kıtlığının ciddi bir sorun olduğunu öğrenen küçük Büşra’yı, Ömer ve Serhat’ın kıt kanaat dünyasında kendi çocukluğunu gören öğretmeni, parasını hırsıza kaptıran yaşlı bakkalı, köyde Bekçi Dayı’nın cehaletini, başkalarına yardım etmenin dini bir gereklilik olduğunu özümseyen adamı, Mevlana’yı ziyaretten dönen yaşlı amcayı; bizden ve içten sahnelerle okuyorsunuz. Ben bu kitapta en çok “Tartalım Abi” öyküsünü sevdim.

Samimi, mütevazı ve örnek eğitimci yönüyle, karşılıklı muhabbetimizin daim olmasını dilediğim Duran Çetin, eser üretme yaşının olgunluk çağında şimdilerde. Halen Selçuklu Adnan Hadiye Sürmegöz İlköğretim Okulu’nda idareci ve öğretmen olarak görevini sürdüren yazar evli ve iki çocuk babası. Ben şahsen çocuğuna öykü kitabı seçmekte zorlanan velilere özellikle tavsiye ediyor ve çalışmalarının, heyecanının devamını diliyorum.


Eğitimci Yazar Ersal Özkan

2006-12-28/19:49:00
Aydınlar Ocağı Salı sohbetleri aralıksız olarak devam ediyor. Geçtiğimiz Salı günü akşamı hava çok soğuk olmasına rağmen, sohbetlerini düzenli olarak takip edemediğim Sille Konağı’nda neredeyse oturacak yer yoktu. Konya’mızın kültür ve sanatına alanları itibarıyla katkıda bulunanlara, bildiklerini öğrenmek isteyenlere kucak açan bu sohbet ortamları son derece düzeyli geçiyor.

Türkiye’nin en önemli meselesinin, eğitim-öğretim olduğunu her fırsatta söyler, işitiriz. Ancak meselenin, dünyanın en kalabalık genç nesillerinden birine sahip olan ülkemizdeki yürüyüş ve işletiliş seyri hakkında ya teorisinden ya da pratiğinden kaynaklanan sorunlara sahibiz. Bu haftanın konuşmacısı “Öğrenmeyi Öğret Bana” kitabının genç yazarı Eğitimci Ersal Özkan’dı. Sohbetinin ana temasının, kitabının 20. sayfasından şimdi nakledeceğim bir anekdot çerçevesinde geçtiğini, yahut da anladığımı söylemek istiyorum:

“O dönemlerde asistan olan Prof. Erol Güngör’e, mülteci olan hocası Rus Profesör, bir İstanbul gezisi esnasında gördüğü çocuklara hayranlıkla bakıp şunları söyler: “Erolcuğum; bu kadar zeki çocukları eğitim kurumlarınızda nasıl bir eğitim vererek aptallaştırıp mezun ediyorsunuz, buna çok şaşırıyorum.” Yahut da ille de bu konuşmaya sohbetin genel seyrine bakarak bir başlık koymak icap etseydi, “kültür meselemiz ve okuma kültürümüz” demek uygun düşerdi.

Sizler o Profesör gibi şaşırıyor musunuz? Muhtemelen evet. Özellikle ilk ve orta dereceli okullarımızda her alanda uluslar arası başarılara imza atan, övünç duyduğumuz madalyalı çocuklarımız var. Sadece bunların değil, öğrenim çağındaki bütün çocuklarımızın “çoklu zekâ” ile yetiştirilmesi, bu kuramın işlemesine yarayacak bütün imkânların kullanılması en büyük dileğimiz. Milli Eğitim Bakanlığı, “çoklu zekâ” sisteminin öğretim faaliyetlerine uyarlanmasına yönelik adımlar attı/atıyor. Prof. Gardner, yıllar boyu hakimiyetini sürdüren, insanların tek bir zekaya sahip oldukları IQ denilen zeka anlayışını kırdı ve biz de farkına vardık çok şükür. Neden “çok şükür” ifadesini kullandığımızı başka bir yazımızda dile getiririz. Özetle, herkese has olan ve bir diğerinden fazla gelişmiş bir zekâ ve yetenekten söz ediyoruz. Gardner’in bugün revaç bulan ve ülkemizde uygulamaya geçirilmiş teorisi, benim gibi vaktiyle her sene Matematik dersinden ikmale kalan birinin aslında aptal olmadığını öğretti. Bu arada Ersal Bey’den, büyük Sosyolog İbn Haldun’un dost meclislerinde “Matematik dersinden başarısız olduğunu itiraf ettiğini” öğrendik. Mimar Sinan’ın, yaşadığı dönemde şayet İngilizce dersi olması halinde sınıfta kalacağını da. Veliler ve okul ortamlarının işbirliği ile öğrencilerimizin yeteneklerinin keşfettirilmesi, ucuz ama etkili sonuçların alınmasına yarayacaktır şüphesiz.

Bugünlerde, “meselesi olmak” sözüne takmış durumdayım. Çünkü, meselesi pozitif olanlardan öğreneceğiniz çok şeyler oluyor. Ersal Özkan, sohbette anlattıklarıyla “bir meselesi olduğunu” hissettirdi. Öğretmeden önce öğrenmeye heveslendirmeden, bunun programını yapmadan, uygulamadan, faydalı olacak metodları hayata geçirmeden yapılacak işlerin amaca hizmet etmeyeceğinin altını çizdi. Eğitim camiasının bir ferdi olarak söylediklerini çok önemsedim. Hele ki, bir meslektaşımızın eğitim-öğretimin meselelerini alternatifler sunarak sunması gurur verici.
İlginç bir not: Ersal Özkan, yaptığı araştırma sonucuna göre, ilköğretim okullarımızın birinci sınıfındaki “okuma bayramları”nın yapıldığı tek ülkenin Türkiye, buna mukabil “okumanın” en az görüldüğü ülkenin de Türkiye olduğunu ifade etti. Ne kadar ilginç bir sonuç değil mi? Özkan, “anlama bayramına” ihtiyacımızın olduğu, öğrenme taleplerinin arttırılmasının gerektiği, öğrenilmiş çaresizliklerin yok edilmesinin özsaygı ile gerçekleşeceği, empati vs. gibi mühim konuları yerli ve batılı kaynaklardan örnekler vererek hâzırûnu bilgilendirdi.

Malum, bu meselesi olan adamların bazen, birikimlerini kitap haline getirmesi icap eder. Umumiyetle de, maişetlerinden elde ettikleri bu işlere kifayet etmez. Epeydir de, “sponsorluk” denilen bir kavramı öğrenmiş bulunuyoruz. Eğitim meselelerini, bakanlık mensupları çözecek diye bir kural yok. Okul yaptıran hayırseverler gibi, kitapseverlerin de meselesi olan adamları desteklemesi fikri bana çok sevimli geliyor.

Son bir not daha: çoklu zekâ hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler http://www.cokluzeka.com/ adresini ziyaret edebilirler.