Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Dr.M.ULUTÜRK

Avrupa Yakası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Yakası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2015

Paris Gazetelerinde Hz. Muhammed Aleyhtarı Yazı ve Resimler

Paris'teki Charlie Hebdo adındaki kazuratın günümüzdeki icraatlarından evvel meğer Hz. Peygamber hakkında 19. yüzyılın sonlarında da Fransızlar tarafından yayınlar yapılmış.

Aşağıdaki yazı ve belge ile transkripsiyonu tarihçi Sinan ÇULUK'un bloğundan alıntılanmıştır.

Batı dünyası daha 19. Yüzyılda basın dünyasını beşinci kol faaliyetlerinin en önemli unsurlarından biri haline getirmişti. Bilhassa Sultan İkinci Abdülhamid devrinde bu faaliyetler hız kazandı. Osmanlı topraklarındaki Rum,Yahudi, Ermeni, Bulgar, Arnavut, Kürt unsurların ayrılıkçı veya asayişi bozucu faaliyetlerine destek vermeleri hiç şaşırtıcı değildi. Aynı şekilde  Müslüman tebaanın da mukaddesatına açıkça saldırmaktan çekinmezlerdi. Sultan Abdülhamid’i çeşitli şekillerde karikatürize ettikleri yetmezmiş gibi Hz. Muhammed’i de aynı bugün olduğu gibi karikatürize ederler veya hakaretamiz yazılar yayınlarlardı.  Özellikle Hz. Muhammed ve İslamiyet olunca hassasiyeti bir kat daha artan Sultan Abdülhamid bu yayınların neşredildiği gazeteleri öncelikle ülke sınırlarından içeriye sokmamaya çalışır, bir şekilde girmesine engel olamadıklarını da piyasadan toplattırırdı. Bu hamleyi başardıktan sonra da gidip o gazetecileri öldürmek, gazete binalarını yakmak gibi projelerle uğraşmaktansa, yazar-çizer takımını yanına çekmeye çalışır,  o tür yayınlar yapmamaları şartıyla gazetelerine para gönderirdi. Bu niyetini keşfeden bazı Avrupalı girişimcilerin sırf Abdülhamid’den para sızdırmak için o tür yayınları konu alan gazeteler çıkardıkları da söylenmektedir. Bunlarla da yetinmez nişan, madalya gibi maddi mükafatlarla da o gazeteleri  ve sahiplerini yanına çekmeye çalışırdı. Aşağıdaki belgede de böyle bir olayın bizzat Zabtiye Nazırı Nazım Paşa tarafından Abdülhamid Han’a bildirildiğini görüyoruz.

BELGE METNİ;

ZABTİYE NEZARETİ

Paris’te neşrolunan Gordiyol nâm Fransız gazetesinin 30 Temmuz 1893 tarihli ve iki yüz kırk üç numaralı nüshasında “Fahr-i Kainat Efendimiz Hazretlerinin Cenneti” serlevhasıyla bir resim bulunduğu gibi diyanet-i celile-i İslamiye aleyhinde makâlât-ı muzırrayı havi bir de bend münderic olduğu elde edilen nüshasından anlaşılarak bu makule tesâvir ve neşriyat-ı muzırrayı havi olan gazetelerin payitaht-ı saltanat-ı seniyyeye idhal ve intişarı gayricaiz olmasına binaen intişar eden nüshaların hemen toplattırılması ba-tezkire Beyoğlu Mutasarrıflığı’na tebliğ ve izbar kılındığı gibi taraf-ı sami-i sadaret-i uzmaya dahi ita-yı malumat edilmiş ve elde edilen salifü’l-arz gazete nüshası manzur-ı ali buyurulmak üzere leffen arz u takdim kılınmış olduğu maruzdur. Ol babda emr u ferman hazret-i men-lehü’l-emrindir.


19 Temmuz 1309
Zabtiye Nazırı
bende
Nazım
Kaynak: http://sinanculuk.blogspot.com.tr/2015/01/paris-gazetelerinde-hz-muhammed.html

26 Mart 2014

Gagauzya (Gagauz Yeri) ve Gagauzlar

Moldova Cumhuriyeti'ne bağlı bir özerk devlettir. Ülkeye ismini veren Gagavuzlar Oğuz Türkü kökenlidir ve Gagavuz kelimesinin Gök-oğuzdan türediği düşünülmektedir. Paul Wittek'e göre Gagavuz kelimesi Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. İzzeddin Keykavus ile bağlantılıdır.
Gagauzlar toplu olarak Moldova Cumhuriyeti’nin güney tarafında, Bucak denilen bir arazide, Gagauz Yeri Özerk Bölgesi’nde yaşamaktadırlar. Gagauzlar Moldova nüfusunun %4’ünü teşkil etmektedirler. Sayıları 170 000 civarında olan bu halkın dili Anadolu Türkçesine çok yakındır.

Gagauzlar Hristiyanlığın Ortodoks Mezhebine bağlıdırlar. Gagauzların tam sayısı 300 000 civarındadır. Yayılma coğrafyası geniştir. Kuzeydoğu Bulgaristan'da (30000), Romanya'da (1500), Ukrayna'da (35000), Yunanistan’da (30000), Kazakistan'da (1000), Rusya'da (15000), Türkiye'de (15000), Amerika'da ve Brezilya'da da Gagauzlar yaşamaktadırlar. 






GAGAUZ CUMHURİYETİ
Gagavuzlar, 21 Ağustos 1990'da Özerk Gagavuz Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni, güneyde Gagavuzların en yoğun yaşadığı Komrat yöresinde ilan etmişlerdir. Bu karar, Moldova Yüksek Sovyeti tarafından iptal edilmiştir. 

25 Ekim 1990'da Gagavuzlar, Gagavuz Cumhuriyeti'ni oluşturmaya yönelik seçimler yapmış, ancak Moldova milliyetçileri bu girişimi, yöreye 50,000 silahlı gönüllü göndererek önlemeye çalışmış ve Rus askerlerinin müdahalesiyle şiddet önlenmiştir. Devam eden seçimler sonucunda 31 Ekim'de Komrat'ta yeni bir Gagavuz Yüksek Sovyeti kurulmuş, Stepan Topal Başkan seçilmiştir. Moldova'nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra (27 Ağustos 1991), Gagavuzlar da kendi cumhuriyetlerini ilan etmişlerdir. 

Mari Kız Türküsü. Tıkla dinle.


Moldova Meclisi 23 Aralık 1994 tarihinde " Gagavuz Yeri " Özel Hukuki Statüsünü yasa olarak çıkarmıştır. Yasaya göre, Gagavuzlara Moldova Anayasası'na ters düşmemek şartıyla, çeşitli sahalarda yasa çıkarma hakkı verilmiştir. Gagauz Yeri'nin en yüksek mercii Başkandır ve Gagavuz Yeri'nin tüm makamları Başkan'a bağlıdır. 

Gagauz Yeri'nin Resmi dili Gagavuzca, Rumence ve Rusça'dır. Gagavuzlara bu kanunla Geleceklik Hakkı tanınmıştır. Gagavuzlara özel statü tanıyan bu yasaya göre (Madde 113), Millet Kongresi, kültür, bilim, eğitim, iskan, belediye hizmetleri, sağlık, spor, bütçe, ekoloji, finans ve ekonomi alanlarında Moldova Anayasası'na ters düşmemek kaydıyla kanun yapmaya yetkili kılınmıştır.

06 Nisan 2008

Konya-Balkanlar Hattı

07.04.2008 09:06:36

Konya’nın, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Müslüman halklara, özelliklere Müslüman soydaşlarımıza ilgisi hemen herkesin malumudur. Söz konusu Balkanlar olunca hassasiyetimizin daha fazla önem kazandığı vakıasını “bilenler” bunu elbette onaylayacaklardır. Makedonya'da Konçi (Konya) adında bir köy mevcut. Bosna Savaşı yıllarında Konya’nın türlü büyük desteklerine şahidiz. O dönemde nakdi yardımları bizzat almaya gelen Bosnalı komutanları ve savaş sonrasında da Gazi Aliya İzzetbegoviç’i –Allah onlara rahmet etsin- burada görüp dinlemek bu satırların yazarına da kısmet oldu. Şehir büyüklüğünde adı Bosna Hersek olan bir mahallemiz var. Saraybosna kardeş şehrimiz. Balkan ülkelerinden Konya’ya gelip öğrenim gören çok sayıda genç kardeşimiz var. Konyalı bir çiftin başkanlıklarını yaptığı Balkanevi Derneği ile Toplumsal Gelişim Derneğinin Türkiye (Konya)-Balkanlar hattında güzel çalışmaları mevcut.

Osmanlının Balkan siyasetinin bir sonucu olarak, özellikle Konya ve Karaman’dan Rumeli’ye göçtürülen Müslüman Türkler sayesinde Balkanlar’ın büyük bir kısmı Türk yurdu haline geldi. Bazı tarihçiler, neden Konya ve Karaman sorusunu, bu yörelerde yaşayan halkın Anadolu’nun Müslüman ve geleneksel yaşam biçimini bütün saflığı ile temsil etmiş olmasıyla açıklıyorlar. Bir başka deyişle, Konya’da görülen örf ve âdetin benzerlerini Balkanların kimi köy, kasaba veya şehirlerinde de bulmak imkânı var. 23 Mart günü Balkanevi Derneği’nin düzenlediği “Baharda Balkan Esintisi” adlı programında gördük ki, merasimler aynıdır. Türkiye’de öğrenim gören Romanya vatandaşı soydaş öğrencilerin sahnelediği yeni doğan çocuğa ad koyma, Bosnalı öğrencilerin sahnelediği kız gelin etme ve diğerlerindeki bütün detaylarda Anadolu âdetlerinin tıpkıları vardı.

Programın açılışında kürsüye gelen Makedonyalı İsmail Ali şöyle demişti tertemiz Türkçesiyle: “Bu topraklardan giden akıncı beylerinin torunları olarak Rodoplardan, Kosova’dan, Drina’dan Taşköprü’den, Makedonya’dan, Gagauz Eli’nden selamlar getirdik. Selam sizlere.”

O gün MKM’de İsmail Ali gibi ecdadının kökleri unutturulmayan, kim olduklarını asla unutmayacak çok sayıda genç vardı. Bize ibretli, kulağımıza küpe olacak etkili mesajlar gönderdi sözlerine şöyle devam ederek: “Bizler, sizlerin uzaklardaki yakınlarıyız. Balkanlara dair izlediğiniz yahut duyduğunuz haberlerde bizi iki kere düşünün. Bizim oralarda rahat uyuyabilmemiz için sizin burada güçlü olmanız lazım.”

Yoruma hacet bırakmayacak kadar açık bu mesajın ne büyük sorumluluk gerektirdiğini içimizde hissettik. Lakin eyleme geçmeyen hislenmenin kime ne faydası olur? Biz bu hislenmeyi zamanında yaşamış ve gereklerini devlet-millet eliyle topyekün yerine getirmiş olsa idik, katillerin vahşet gösterilene dönüşen savaş sahnesi olmazdı Bosna. Mostar Köprüsü’nün hazin sonuna şahit olunmaz, II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen en büyük insan kıyımı yaşanmazdı Srebrenitza’da. Üç yıldan fazla süren kirli savaşta 312 bin kişi hayatını kaybetmezdi. Türkiye artık, dışarıdan bakanların gözünde Balkanlarda yaşayan Müslümanların gerçek hâmisi, kucaklayan babası olmalı. Kendi ülkelerinin esintilerini sahnelemeden önce söz alan grupların sözcüsü gençlerin ortak mesajıydı İsmail Ali’nin dedikleri. Güçlü bir Türkiye bizim kadar onları da alakadar ediyor.

Bugün için Türkiye’nin Balkanlarda olası hareketlenmelere karşı nasıl bir ağırlık koyabileceğini zaman gösterecek. Her şeye rağmen, bizi Balkanların geleceğine dair ümitvâr kılacak güzel gelişmeler bulunduğunu, programda söz alan Toplumsal Gelişim Derneği Başkanı Abdullah Uluyurt’tan öğrendik. 1994 yılından itibaren Bosna’dan Türkiye’ye üniversite eğitimi için gelen 700 kadar öğrenci, bugün ülkelerinde devlet adamı, bürokrat yahut vekil olmak suretiyle yetkili makamlarda söz sahibi olmuşlar. Sadece Balkanlar değil, diğer ülkelerden gelerek aynı amaçlarla eğitim gören çok sayıda gencin hassasiyetlerimiz konusunda açılan kapılar, geçilen köprüler olacağını sevinçle şimdiden görebiliyoruz.

Gelecek Temmuz ayındaki “Sancak Oyunları”na Konyalılar özellikle davet edilmişler. Buradan duyurmuş olalım. Önümüzdeki yaz aylarında şartların elverişli hale gelmesi halinde Bulgaristan-Şumnu’da, Nurten Remzi Hanım’ın rehberliğinde bir dizi etkinliğe katılacağız. Geçtiğimiz haftalarda ciddi bir ameliyat geçirip sağlığına kavuştuğunu öğrendiğim Şumnu Kültür Evi Müdiresi Nurten Remzi’ye bilvesile sağlıklı bir ömür dilerim. Kendi deyişiyle gurbette Türk olmak çok zor.

Avrupa’da, Balkanlarda, Asya’da kısaca dünyanın neresinde olursa olsun bütün dünyada yaşayan Müslümanlara, soydaşlarımıza kol kanat gerecek kararlılık ve erk bizde. Memleket insanına, gurbet insanına sonsuz güven veren bir Türkiye işte şuracıkta; Konya’da, Karaman’da, Sivas’ta…

http://www.hakimiyet.com/article.php?id=2175


11 Ekim 2007

Yeni Şeyler Söylemek Lazım

2007-07-26/18:38:00

Papa’nın Türkiye ziyareti ve bundan kısa bir süre sonra da Almanya Başbakanı Angela Merkel’in; “Papa’nın, A.B. anayasasında Hıristiyanlığın “resmi din olarak yer alması” talebine sempatik yaklaşımlarına dair yazdığım bir-iki yazı ile, “Avrupa kendi tarihini neden bu kadar hızlı hatırlama gereği duyuyor” sorusunun yerli yerinde cevapları örtüşünce konuya iyice dikkat kesildim. Batıdaki dünyanın, yeni şeyler üretip bunları şiddetle ve bir an evvel uygulamaya koymak yönündeki adımları giderek hızlandı. Komşu coğrafyada yaşanan sancılar, büyük düşünen adamların kendi lehlerine ürettiği ancak zulümden başka bir şey getirmeyen bu projeden, Büyük Ortadoğu Projesi-BOP’dan kaynaklanıyor.

Başka büyük projelerin hayalleri içinde olanlar da çok. “Büyük Ermenistan”, “Büyük İsrail” ve dünyanın henüz işitmediği başka büyük projeler ve hayallerin de sırada olma ihtimali mümkün. Yakın coğrafyada hayalleri kesişenlerin (gözümün önüne ortaokul yıllarında Matematik hocasının tahtaya çizdiği kesişim kümeleri geliverdi) işi kolay değil hani.

Bizim “büyük düşünmek” derdimiz, asırlar öncesinde, şimdi açanın okuyamadığı kitap sahifeleri arasında kaldı. Böyle olunca, büyük düşünmek olgusunu, tarihi yeniden şekillendirmek arzusundan alacak, bunu ortaya çıkaracak zihin faaliyetini, çalışkan Tarihçi Mustafa Armağan ile TYB Konya bahçesinde yapıyor olmak kimi nasıl etkiledi bilemiyorum.

A.B.D.’nin Büyük Ortadoğu Projesine karşılık, Türkiye’ye ait bir “Büyük Osmanlı Projesi” öngörüsü ile ortaya çıkmak, bu öngörüyü de ecdada bir borç bilmek, A.B. sürecine angaje olmuş Türkiye’de hangi ittirici gücün etkisiyle olacak diye sormaktan kendimi alamadım. Üstelik Türkiye’nin bir de “Medeniyetler İttifakı” denen sürecin iki aktöründen biri olmak gibi bir özelliği var.

Armağan’ın, aklımızı başımıza toplayıp dünyanın siyasi gidişine yeniden yön vermeyi hedefleyen, insanlığa örnek olacak bir projenin çalışılmaması halinde büyük bir vebale ortak olacağımızı ifade etmesi, düşünen ve derdi olan kafaları sanıyorum “nasıl?” sorusuyla baş başa bırakmıştır.

Söğüt’teki bir avuç insanın, yeni bir medeniyet doğurmak için, içlerine ateş düşmüş bir halet-i rûhiye ile gayrete gelişi ile Anadolu’nun Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yeniden dirilişi arasında bağ kuran Armağan, Büyük Osmanlı Projesini; İslam coğrafyasını ihata eden ve sahibi Türkiye olan bir “bahçeye çevirmek” şeklinde tanımladı. Tarihe damgasını vuran bu iki büyük eserden ilkinin yapıcı, diğerinin bahçeye çevirici olmasa da, diriltici özellikleri temayüz etti malum. Biri, başlangıcı itibarıyla Anadolu’da birliği sağladı, diğeri de çağdaş Müslüman halkların özgürlük mücadelelerinin nüvesi oldu.

Böyle bir projeyi fantezi olmaktan çıkarıp hayata geçirilmesini temin edecek çok ciddi bir tarih bilincine sahip olmak ve inanmak gerekiyor öncelikle. Tarihi yeniden yorumlayan, Osmanlı gündeme gelince iyice küçültülmüş tarih algısının kompleksi altında ezilmeyen bilginin kitaplara girmesi, kendi içinde lokalize tartışmaları bir daha gündeme getirmemeye niyetli toplumsal bir bilinç, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre’sinde anlattığı ile Çanakkale’de temayüz eden ruhun neredeyse aynı yerden beslendiğini çoktan fark etmiş büyük düşünmenin cesaretle birleşmesi gerekiyor.

Şu Ermenistan’ın büyük hayaline karşı, bizim büyük bir hayalimizin olmaması düşünülür şey değil.

Konuşmasının bir yerinde; “dünyada büyük işleri yapanlar tek başına olanlardır, işte bu yüzden kahramanlar az olur. Tarihle övünürken tarihimizin de bizimle övüneceği işler yapmalıyız” dedi. Bilgi nakletmekten yeni şeyler söylemeye azmi ve cesareti olmayanların çokluğu arasında Mustafa Armağan, gözümün önünde “kahraman” gibi duruyor…

AB'nin 50. Yılı ve Bir Anketin Gösterdikleri

2007-03-28/19:00:00


Berlin'de, Avrupa Birliği'nin 50. yılı kutlamalarına Türkiye davet edilmedi. Halen Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı koltuğunda oturan Almanya Başbakanı Angela Merkel'in, Türkiye'yi kutlamalara davet etmemesi, bir tür nezaketsizlik, ileri görüşsüzlük ve ayıp olarak nitelendirildi. Muhtemel tepkileri hesap edebilen ancak davet konusunda hesap dışı kalan Merkelli Almanya'dan gelen açıklama hayli ilginçti: “Aday ülkeleri çağırmadık.” Hırvatistan dışında aday ülke kalmadı zaten. Lafa gelince Türkiye hakkında “stratejik öneme sahip” ülke tanımlamalarını eksik etmeyenler, bir türlü “ne şiş yansın ne kebap” yaklaşımından kurtulamadılar. Sadece 6 ülkeyle kurulan Avrupa Birliği, 50 yıl içinde bir zamanlar adı bile olmayan ülkeleri bünyesine kattı. Türkiye'nin üyelik süreci hala devam ediyor. Başbakan Merkel, toplantının sonunda ilginç cümleler kurmuş. İşte bir örnek: Merkel, “Papa 16. Benediktus'un din unsurunun Avrupa Anayasasına dahil edilmesi yönündeki isteği hakkında görüşünün sorulması üzerine, bu konuyla ilgili AB içinde tartışmalar olduğuna işaret ederek, “Kökenimizin Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe dayandığı şüphe götürmez. Ancak bunun anayasada yer alıp almaması tartışılabilir” demiş. AB anayasasına din unsurunun girme ihtimalini düşünebiliyor musunuz? Peki, böyle bir ihtimal karşısında Türkiye'nin AB'ye girme çabalarını? Kağıt üzerinde değilse de gerçek bir anlamda böyleydi zaten. Bu sivri dilli Papa epey açık sözlü bir adam. İşi gereği, Avrupa'nın geleceği adına teolojik çıkarımlarını en kestirme yollardan ancak siyaseten zaafiyetleriyle dillendiriyor. Tarih ne tür cilveler yapar bilinmez ama, Avrupa Birliğinin Papa'nın dayatmalarına uygun şekilde resmen bir “dini birlik” haline gelmesi neleri beraberinde getirir kestirmek zor. Buna ilaveten AB'nin, Türkiye hakkında, zamanı gelince lazım olabilir kabilinden yaklaşımları, üyelik çabalarını bir türlü sonuçlandırmıyor.

50. yıl kutlamaları belli ki, ülkemizde gündemi takip edenlerce hayli dikkate alındı. AB'nin oyalamaları yüzünden giderek halk nezdinde ilgisini yitiren maceramızı, Milliyet Gazetesinin halen devam eden iki soruluk anketi şöylece gözler önüne seriyor:
*AB. 50. yılında geleceğini arıyor. Türkiye'nin üyeliğini destekliyor musunuz?
Evet, destekliyorum 15556 (% 23.83). Hayır, desteklemiyorum 47125 (% 72.19). Kararsızım 2601 (% 3.98). Toplam oy: 65.497.
*Müzakere sürecinde AB üyeliği ile ilgili fikrinizde değişme oldu mu?
Olumlu yönde değişti 1019 (% 3.98). Olumsuz yönde değişti 17604 (% 68.82). Değişmedi 6958 (% 27.20). Toplam oy: 25581.
Ciddiye alınması gereken sonuçlar bunlar. Hakkımızda her daim hayırlısını dileyelim.

***
Yarışmamız Sonuçlandı

Kütüphaneler haftası etkinlikleri bu ayın son haftası itibarıyla başladı. Biz de haftaya farklı bir katkı sağlamak amacıyla köşemizde esprili sorulardan oluşan bir yarışma tertip etmiştik. Gelen cevaplar arasından kendimizce belirlediğimiz ölçülere göre, ilk üçe giren okurumuza kitap hediye edeceğimizi de eklemiştik. İstedik ki, arada bir rutinin dışına çıkarak, okurlarla aramızda bir ülfet, kitabı da hediye vesilesi kılmış olalım.

Yarışmamız sonuçlandı. İkinci ve üçüncülüğe layık cevaplar bulamadığımızdan tek bir kitap ödülüyle yetinmek zorunda kaldık. Zira, elektronik posta kutumuza yalnızca bir okurumuzdan cevap geldi. Konya Çimento San. A.Ş. İnsan Kaynakları Müdürü Sayın İsa Metin Güden'i gösterdiği alakadan dolayı kutlamak isterim. Kendisine hediye kitabını en kısa zamanda zevkle ulaştıracağım.

Almanya’dan Mektup Var

2007-03-05/19:59:00
Cuma günü buradan, bir dizi temasta bulunmak için Türkiye’ye gelen Türkiye kökenli Avrupalı vekillerin Avrupa’da “lobi yapmak” imkanını kurgulamış, gurbetçilerin yaşadıkları ülkelerde olup bitene kayıtsız kalmamaları ve devletimizin de onlara daha etkili sahip çıkması dileğimizi yazmıştık. Yazımızı okuyan ve Almanya’da 14 senedir ikamet eden, Alman vatandaşlığına geçmiş gurbetçi bir dostumuzdan e-posta aldık. Düşüncelerini şöyle dile getirmiş:

“Bizler burada yabancı, Türkiye’de “alamancıyız”. Bu gözle bakıldığı için maalesef lobi işi olmuyor. Daha Avrupa’daki vatandaşı için seçim sandığı koyamayan bir ülkeye sahibiz. Küçücük ülkeler bile vatandaşları için sandık kuruyor. Devletimiz bizim kazanmış olduğumuz haklarımızı ne kadar koruyabiliyor tartışılır. Yakında Alman okullarında Türkçe dersleri hepten kaldırılacak. Zaten okullarda Almanca dışında konuşmayı bile yasaklamayı düşünüyorlar. Bunların özgürlük dedikleri hep palavra, adamına göre muamele. Bunların integration dediklerin şeyin altında asimile yatıyor aslında. Yavaş yavaş bunu da, sistemli ve uzun vadeli politikalarla başarmaya doğru gidiyorlar. Hollanda, Türkiye’den gelecek damat veya gelinler için dil sınavı uygulaması düşünüyor. Danimarka’da yaş sınırlaması bile var. Yakında Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri Türkiye’den imam gelmesini dahi istemeyecekler. Burada yetiştirilmesi için zorlama yapacaklar. Almanya, Alman vatandaşlığına geçecek yabancılar için akla hayale gelmeyen sorular soruyor, hem de yazılı. Şimdiki hükümetin aslında en büyük kozu, yönünü Türkî cumhuriyetlere dönmesi olur. Dış Türkler Bakanlığı kurulması için geç kalındı. Özal yaşasaydı belki kurulurdu. O zaman Avrupa Birliği adına bizi köseye sıkıştırıp boğmaya çalışanlar çoktan altın tepside sunmuşlardı üyeliği.”

Almanya’dan iletilen bu düşünceler ortak bir kanaati yansıtıyorsa yapılacak işler var demektir. Öteki Avrupa ülkelerindeki gurbetçileri bu ülkeden farklı kılan şartların da yaklaşık olduğu düşünülebilir.

Büyük projelerin ardında büyük idealler olur. Büyük idealler de kararlı adımlar atılarak gerçekleştirilir. Umulur ki, sayıları giderek artan gurbetçilerin problemlerine bir an evvel etkili çareler bulunmuş olsun.



Avrupalı Türk Vekiller Lobi Yapabilir mi?

2007-03-01/19:59:00
Avrupa meclislerinde görev yapan Türkiye kökenli 8’i kadın 23 milletvekili, 24 Şubat Cumartesi günü Ankara’ya geldiler. Medyaya yansıyan kısmıyla vekillerin, Avrupa’daki Türklerin entegrasyon sorunlarının giderilmesi konusunda görüş alışverişinde bulunacakları duyuruldu. Vekillerin iki günlük ziyareti bir ilk olması bakımından önemlidir. Esasen bu konuda geç kalındığını düşünüyoruz.

Sebebine gelince;
Avrupa’daki göçmenler içinde Türk nüfusu ilk sıralarda yer alırken sayıları da gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Avrupa’da yaşayan Türk nüfusun en yoğun olduğu ülkeler içinde Almanya 3 milyon Türk nüfusu ile ilk sırada yer almakta, Fransa 500 bin, Hollanda ise 350 bin ile nüfus ile Almanya’yı izlemektedir. Avrupa’da toplam Türk sayısı 5 milyon civarında.

Onca nüfusa rağmen, Avrupalı Türklerin yaşadıkları ülkelerdeki siyasal etkileri, eğitim ve kültürel az gelişmişliğe bağlı olarak, 60’lı yıllardan günümüze hala yeterli değil. Bunun en açık örneği, 1998’de sayısı 10 bini bulmayan Ermeni nüfusun, 140 bin Türk nüfusuna rağmen Belçika’da kabul ettirdiği sözde ermeni soykırım kararı. Siyasal etki Fransa’da da farklı değil. Aynı nüfusa sahip Ermeniler dünyada ilk kez Fransa’da soykırım kanunu çıkarttırdılar. Bunlar olumsuz örnekler.

Hatırlanacağı gibi, 2002 Eylül’ünde yapılan Almanya seçimlerinde Türklerin yüzde 60’ı sandıklara giderek Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefet eden sağcı Edmund Stoiber’in iktidara gelmesini engellemişlerdi. Şimdi, Angela Merkel’li Almanya’nın mesela bir soykırım iddiasını gündeme getirmesi mümkün görünmüyor. Bu da işin iyi tarafı elbette.

Son dönemlerde bir “diaspora” kelimesi telaffuz edilir oldu. Anavatanından ayrı, kendi içinde kapalı yaşayan topluluk anlamına gelen “diaspora”nın, şimdilerde bir anlam değişikliğine uğrayarak, “anavatanından ayrı ancak haklarının izini süren topluluk” gibi bir çıkarıma işareti var. Adı ne olursa olsun, Avrupalı Türklerin de yaşadıkları ve büyük oranda vatandaşı oldukları ülkelerin siyasetine, kültürüne, sanatına ilgi duymaları ve sahip çıkmalarından başka çareleri yok. Özellikle son kuşağa “kim olduğunu” öğretecek olanların bir işbirliğini şucu bucu demeden olmazsa olmaz görmesi lazım.

Yine medyadan öğrendiğimize göre gelen vekillerden üç isim dikkat çekiyor: PKK’ya yakın derneklerin AP’deki etkinliklerine yardımcı olan Feleknas Uca... Babası Kongra Gel’in Yönetim Kurulu üyesi olan Evrim Baba... Ermeni soykırımını tanıdığı iddia edilen Kürt kökenli milletvekili Gıyasettin Sayan.

Avrupa’daki seçimlerde oy kullanan Türklerin, oy verecekleri Türk vekil adaylarına aynı Türkiye’deki gibi laik-antilaik, alevi-sünni gibi tercihleri olduğu biliniyor. Bu garabete, siyaseten akıllı tavrın hakim olması gerekiyor. Vekillerin de dikkatli olması. Tabii Türkiye’ye ve oradakilere muhabbetleri varsa.

Bu meseleler, bir köşe yazısına sığmayacak kadar uzun. Türk dışişleri, bu vekilleri davet ettiğine göre, umulur ki, Avrupa’daki Türklerin de en az Ermeniler kadar güçlü bir Türk lobisi oluşturmaları konusunda telkinleri olsun. Hele ki şimdiden sonra Türkiye’nin, hangi tip iktidar gelirse gelsin “Avrupalı Türkler”e sadece sahip çıkması değil, siyasetlerine de yön vermesi elzem olmuştur. Bulgaristan ve Romanya’nın da 1 Ocak 2007’de AB’ye dahil olmasıyla birlikte, AB ülkelerindeki 5 milyonu aşkın Türk nüfusu 7 milyona çıkmıştır. Büyükler daha iyi bilir ama, bir “Dış Türkler Bakanlığı” -veya adı ne olacaksa- kurulması zamanı çoktan geçmiştir. Sahip çıkılmayanın öyle yada böyle bir sahip çıkanı mutlaka olacaktır. Hayat boşluk kabul etmez.

Sizin Mesihiniz Ne Zaman Geliyor?

2007-02-22/19:40:00

Hz. Adem’den beri insan zihnini türlü şekil ve biçimlere sokan inanç, güdülenme ve ümidin, inançlar tarihine sirayeti, inanma duygusunun uyarıcıları nispetinde etki gösterir. Bu sebeple insan, nasıl inanırsa ona göre bir hayatı biçimler ve sürdürme eğiliminde olur.
Bugün yeryüzünde başkalarının ümidini söndürmek azmiyle küresel kaosa yol açan ve gücünü inanca dayalı gelecek beklentilerinden alanların büyük hesapları, “küresel ümit” ve beklentileri var. Zarar görenlerin de. Bu sebeple insanlık tarihinin Mesihleri, mehdileri, kurtarıcıları hiç bitmez. Birini, yüreğini ateşleyen sahip olmak duygusu, diğerini de kurtulduktan sonra intikam almayı da ihmal etmeden atalara layık olmak dürtüsü kuşatır. Her zeval kemal, her kemal de zeval olmak yolunda kısır bir döngü içinde dolanır durur.

Teknolojik gelişmelerde zirve yolculuğu tükenmeyen Batı’nın, bu alandaki ilerlemişliğine mukabil, primitif inançlarla dolu kafa yapısının kısa tarihine göz attığımızda, hangi ümidi doğuran kaynaklardan beslendiğini kolayca anlamak imkanımız vardır. Kıyametin yaklaşmakta olduğu ümidi ile örgütlenen ve hız kesmeden çalışan Mesih odaklı bazı Hıristiyan dini grupları şunlar:
1. Hür Kardeşler (Freier Brüderkreis): İngilizlerin liberal eğiliminde olanları arasında doğan bu kilise, Amerika ve Avrupa’da yayıldı. Kendilerini “Tanrının Çocukları” sayarlar. Kıyamet öncesi 1000 yıllık saltanat için, İsa’nın “Mesih” olarak gökten döneceği günü beklerler. Kilisenin sayısal çoğunluğu Almanya’dadır. 20 binin üzerinde taraftarı vardır.
2. Pfingst Cemaatı: Kendilerini 20. yüzyılın dindarlık hareketi sayar ve “ahir zaman uyanışı” olarak değerlendirirler. Mesih cemaatinin Tanrıya kendilerini adayanların cemaati olduğunu kabul ederler. 1000 yıllık Mesih saltanatı için, İsa’nın çok yakında geri geleceğine inanırlar. Sayıları 75 binin üzerindedir.
3. Katolik Havariler (Irvingianlar): Hareketin kurucusu Edward Irwing (öl. 1834), dünyanın sonunun ve Mesih gününün yaklaştığını ilan etmiş ve yeni havarileri hizmete çağırmıştır. Fransız İhtilali, “kıyamet alameti” olarak kabul edilir. 1000 yıllık Mesih saltanatı için İsa’nın geleceğine inanırlar. Dünyada 100 binin üzerinde taraftarı olduğu düşünülmektedir.
4. İsa Mesih İmparatorluk Kardeşliği: Kurucusu Yahudi asıllı bir aileden 1900 yıllarında doğan Abram Pojak’tır. Almanya göçü sonrası Hıristiyan olmuştur. 1935’te Kudüs’te “Yahudi-Hıristiyan Birliği”ni kurmuştur. (Kilisenin ilk dönemlerindeki ebionitler hareketine benzerlik gösterir). Ahir zamanın geldiğini, yakında olağanüstü olayların görüneceğine inanır ve İsa Mesih’in kuracağı “Tanrısal Devleti” beklerler. Sayıları bilinmiyor.
5. Adventisler: Bu hareketin tarihi New York’ta doğan (öl. 1849), William Miller’in Babtist Kilisesinde vaaz vermeye başlamasına dayandırılır. İlk zamanlarına “Miller Hareketi” de denir. İsa’nın yakında geleceğini vurgulayan Mesihçi bir harekettir. Miller’in, 1843’te İsa’nın geri döneceğini iddia etmesiyle binlerce insan beklenti içine girdi. 1844’e kadar İsa’nın dönüşü gerçekleşmeyince cemaatin huzursuzluğunu gören Miller, kehanetini süresiz erteledi. Onun ölümünden sonra cemaatin bir kısmı, İsa’nın “ruhen” geri döndüğüne, rahmet devrini başlattığına inandı ve 1844 yılını kıyametin başlangıç yılı kabul etti. İnançlarına göre, ölen Hıristiyanlar gökte İsa ile birlikte yaşarlar. Zamanı gelince yeryüzüne İsa ile dönüp 1000 yıllık “Mesih Devleti”nin ihtişamını yaşayacaklarına inanırlar. 3 milyonun üzerinde taraftarı vardır.
6. Tanrısal Devlet Kilisesi: Kurucusu Alexandre Freytag (öl. 1844), kendini İsa’nın ilk kilisesini yeniden kurmakla görevlendirildiğine inanmış bir peygamber olarak ilan etti. İsa’nın ahir zamanda başkanlığını yapacağı “Adalet Devleti”nin kurulmasına çalışırlar. 70 binin üzerinde taraftarı vardır.
7. Yahova Şahitleri: Cemaatin kurucusu Charles Taze Russell (öl. 1916)dir. İsa’nın yakında gelerek “Ahirzaman Tanrısal Devleti”ni kuracağı ve 1000 yıl saltanat süreceğine inanırlar.
8. Afrika Mesihçi Hareketleri: Afrika kabile ve cemaatleri içinde sömürgeciliğe tepki olarak doğan “Siyah Mehdi Hareketleri”dir. Beyaz mesihten beklediklerinin hayal kırıklığını yaşayan ve 1911’de İsaiah Shembe’nin kurduğu “Nazareth Baptist Kilisesi” bu türdendir. Bir diğeri de 1921’de Simon Kimbangu tarafından kurulan “İsa Mesih Kilisesi”dir. Yaygın inanca göre İsa, mümin ruhlarda yaşamakta olup kıyamet gününde bedeniyle geri dönecektir.
9. Evangelistler: Evangelizm şu anda dünyada en fazla yayılan, en çok taraftar toplayan dini cereyandır. Sayıları 500 milyondur. Bunlar “Armageddon Savaşı”na yani ahirzamanda iyilik güçleriyle kötülük güçleri arasında dehşetli bir savaş olacağına inanmaktadırlar. Dünya çapında güçlü televizyonlardan, internet sitelerinden, video oyunlarından, kurgu-bilim romanlarından yararlanarak misyonerlik yapmaktadırlar. ABD Başkanı George W. Bush’un kendisi ile bakanlarının ve danışmanlarının çoğu, bu hızlı ve fanatik tarikata mensuptur. Bunlara, ABD Cumhuriyetçileri demek mümkün.

Başka bir yazımızda Evangelistler hakkında detaylı bilgiler veririz.
Ayrıntılar için Sarıkçıoğlu, Dinler Tarihi; The Catholic Encyclopedia veya newadvent.org sitesine bakılabilir.

Medeniyetler İttifakı mümkün mü?

2007-01-09/19:51:00
Samuel Huntington’un “medeniyetler çatışması” tezi uzun süredir tartışılıyor. İspanya Başbakanı Zapatero ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “medeniyetler ittifakı” teşebbüsü konusundaki girişimleri de devam ediyor.

Yaygın kanaate göre “Huntington’un tezi, hegemonyasına dayanak arayan Amerika’nın ihtiyaç duyduğu en önemli şeyi, inandırıcı bir düşmanı vaat ediyordu.

Huntington, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra rekabet ve düşmanlığın yeniden dünya dengelerini belirleyeceğini, geleceğin çatışma ve kutuplaşma ekseninin medeniyetler arasında gerçekleşeceğini iddia etmişti. Bu tezden de sadece İslam dünyası ile Batı medeniyeti arasında bir çatışma yaşanacağı sonucu çıkartılmıştı. 11 Eylül sonrasında Avrupa başkentlerinde yaşanan, Türkiye’nin de nasibini aldığı terör olayları, bu iddianın gerçekleştiği ve dünyanın İslam ile Batı arasında bir medeniyetler çatışmasına sahne olduğu kanaatini kuvvetlendirdi. Bu kanaat, özellikle Batı’da gelişen İslam düşmanlığının da mesnedini oluşturdu.”

Öyle görünüyor ki, “içi doldurulması son derece zor bir kavram” olan “Medeniyetler ittifakı”, felâket tellalı Huntington’un iddiasının antitezi olarak üretildi. Lakin bu antitezin karşısında dünyayı bir an önce kıyamete (Armageddon’a) sürüklemek için çırpınan Evangelist Bush ve destekçileri var. Yani meseleye ABD’de cephesinden ve dünyada olup biten gelişmelerden bakıldığında, ufuklarda bir ittifak imkânı görünmüyor. Huntington’un iddiası ile Bush’un “ötelerden gelen” emre itaat çabaları birbirine fevkalade uygun. Hatta aynı şey.

Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın medeniyetler ittifakı projesi içerisinde, “İslam Medeniyeti’ni temsilen bir misyon üstlenmesinin kendisi ve Türkiye için bir şeref olduğunu, Hıristiyanlığı ve zımnen Yahudiliği temsil eden İspanya Başbakanı ile eş başkan olarak medeniyetler ittifakı çabalarında Birleşmiş Milletler nezdinde baş aktör olarak rol almasının aynı zamanda Türkiye için büyük bir kazanım anlamına geldiği” görüşünde olanların yanında, bu projenin bir ütopyadan ibaret olduğunu savunanlar mevcut.

Böyle bir girişimin sonucu ne olursa olsun tarihi bir zemin oluşturduğuna kimsenin itirazı olacağını düşünmüyorum. Dünya kurulalı beri, devletler bazında böyle bir teşebbüsün bizim bildiğimiz bir örneği yok.

Ancak toplumları birbirine yakınlaştıran yahut uzaklaştıran temel vasıtanın, din mefhumunu çerçeveleyen kurallar/önyargılar olduğunun gözden kaçırılmaması lazım. Yani Yahudi ve Hıristiyan seçmenlerinin iradeleriyle gelen iktidarların siyasi bütün adımları, geleneksel önyargılara, dolayısıyla dini saiklere bağlı. Bunun en açık örneği AB-Türkiye ilişkilerinde yaşanan sorunlar.

İttifakın dini ayarlarını yapmadan diğer ayarlarını yapmak nasıl sonuçlar ortaya çıkaracak, bunu zaman gösterecek. Ayardan, karşılıklı tavizler vermeyi değil asgari müştereklerde buluşmayı kastediyoruz. Malum taviz meselesi en fazla dinler arası diyalog konusunun antitezi.
Bütünden gelerek birkaç varsayımda bulunalım. Görünüşe göre, Evangelist Bush’un medeniyetler ittifakı konusunda resmi-gayri resmi bir girişim ve kabulü olmayacak. ABD’nin medeniyetten anladığı, yanı başımızdaki Irak’ta şiddet ve kan olarak tezahür ediyor. ABD, kendisi gibi olmayanı dini/tarihi önyargılarıyla medeni kabul etmiyor. Bir ittifak imkânı olacaksa şart, öncelikle İspanya ve Türkiye öncülüğünde Avrupa’yı kapsayan bir Doğu ittifakının gerçekleşmiş olması. Bundan da öncelikli şart, ülkemizin AB’de kabul görmesi. Ancak bütün bunlardan da önce bizim kendi içimizde bir ittifak ruhunu yakalamamız gerekiyor. Görüldüğü gibi dizi dizi şartlar, ittifak için sırada bekliyor. Bunların aşılamaması, medeniyetler ittifakı girişimini tarih kayıtlarının romantik/duygusal satırları arasında bir yere koyacaktır.

21. asır kültürlerin uzlaşmasına sahne olacak diyenlerin iyimserliğinin gerçekleşmesine şahit olmak istiyoruz. Gözyaşının sona ermesini, şiddetin insanlığın ayıp ve günahı olduğunu kavrayanların artmasını diliyoruz.

Batı’nın Yakın Geçmişi ve Biz

2006-12-14/20:37:00
İkinci Dünya Savaşı kanlı bir savaştan öte, katliam ve soykırım girişimleriyle tarihe damgasını vurdu. Savaş ilan edildiğinde, birçok ülkede kitleler tarafından sevinç ve coşkuyla karşılandı. Liderler, askerlerini cepheye sürmekten büyük bir gurur duydular. Darwin’in evrim teorisi, Sosyal Darwinizm denilen kavrama giydirildi. Amerikalı tarihçi Thomas Napp’a göre bu savaş sürpriz değildi. 1914 öncesinde, Avrupa’da geniş çevrelerce savaş isteniyor ve bekleniyordu. Her taraftan pek çok Avrupalı savaşı neşeyle karşıladı. Savaşın arındırıcı, heyecanlı, gençleştirici olduğu düşünüldü. Çoğu Avrupa ülkesindeki eğitim sistemi bir tür Sosyal Darwinist rekabet mantığına kapıldı ve bu mantıkta savaş canlandırıcı ve onurlandırıcı olarak görüldü.

Savaş, Almanya’dan Rusya’ya, Kuzey Afrika’dan Japonya’ya kadar milyonlarca insanı etkiledi. 7 Mayıs 1945 günü General Jodl, Almanya’nın teslim belgesini imzaladı. 14 Ağustos 1945’te Japonya, kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etti ve teslim belgesini ise 2 Eylül 1945’te imzaladı.
Savaşı izleyen yıllardan itibaren Batı toplumu yaralarını bütünüyle tedavi edemedi ve kendini, ahlaki değerleri yozlaştıran, hiçe sayan bir buhrana kaptırdı. Bununla birlikte teknolojide tahmin bile edilemeyen gelişmeler, bazı ülkelerde ekonomik patlamalara yol açtı. Sınırları zorlayan üretim, tüketicilerin kafasında zoraki ihtiyaçların dışında henüz tanışılan yeni ihtiyaçların karşılanması için daha fazla kazanmanın gerekliliği düşüncesini doğurdu. Batı insanı, nesneler dünyasında kaybolarak kendini bir nesne haline getirdi. Eski olanın zararlı olduğuna inanıldı. Bunu, ortaçağ dönemlerinde manastırın hegomonyasına karşı kazanılan zaferin benzeri olarak görmek isabetli olacaktır.

Altmışlı yıllarda, Batı’nın en tutucu bilinen ülkelerinde bile ortaya çıkan yeni devrimler, toplumları yeni sosyal isyan yenilenmeleriyle karşı karşıya getirdi. Hürriyet ve adalet savaşları, kimilerini cinsel devrim döngüsüne sokarken, kimilerini de metafizikle tanıştırdı. İşin ilginç yanı, her iki eğilim taraftarlarının da yaptıkları işin kutsal olduğuna inanmaları oldu. Bir süre sonra modası geçen cinsel devrim, iyiden iyiye insanları ikinci eğilime yönlendirdi.
Altmışlı yıllardan sonra, Batı toplumlarında İslam’a ve Asya’nın mistik dinlerine rağbet arttı. Bazı ülkelerde idol sayılan şahısların ve karşı renge mensup kitlelerin özellikle İslam’ı din olarak kabul ve ilanları, mesela Amerika’da, yöneticiler tarafından dillendirilmese de teskin edici bir sosyal hareket olarak algılandı.

Günümüzde ise, Batı’nın derin inanç ve sosyal doyum arayışları yetmişli yıllardan itibaren yeni yahut eskinin devamı olarak devam ediyor. Dükkânlarda büyücülük ve fal kitapları, iksir malzemeleri satılıyor. Televizyonlarda büyücülük ve fal konulu dersler, bilgilendirmeler yapılıyor. Bizim buralarda cinci büyücü efendi ve hanımlara gidildiği gibi, oralarda da bizimkine benzer yerlerde şifa dağıtan insan hatta kurumlara müracaat ediliyor. Los Angeles’te binlerce insan “Şeytan’ın Kilisesi”ne giderken, herkese açık âyinler yapılıyor. Gizli sanatlar, gizli ilimler, çağdaş simyacılar, nevzuhur peygamberler, yeni felsefeler, yeni sentezler, yeni tarikatlar ve tarikat liderleri büyük ilgi görüyor. Buna rağmen kimsenin putuna zarar gelmiyor.
Bütün bunlar, evrensel anlamda şuurlu-şuursuz inanma’nın kaçılamayacak ihtiyaçlar listesinin başında geldiğini gösteriyor. Homo sapiens (ilkel zeki insan), hiçbir zaman homo religious (dindar insan) olma özelliğini yitirmiyor.

Batıya yönümüzü döndüğümüz günden beri, salt iktisadi ve sosyal iyi örneklerden ibret almak ve bunları gerçekleştirmek yerine, kimseye hayrı olmayan, bir işe yaramayan, içi doldurulmamış, ne anlama geldiği konusunda bir türlü ittifak sağlanamayan ithal yahut nev’i şahsına münhasır yerli kavramlar arasında bocalayan sosyal yapımızın, akl-ı selim adamlar ve yollarla giderilmesi zamanı çoktan geçti. Dini yahut felsefi yönelişlerin hukuk ve maslahatlara uygun şekilde yürümesini ve siyasal eğilimlerin bunları kendi algılamalarına göre söylemlere dönüştürmelerini bitirmelerini umuyoruz. Türkiye’nin, bütün toplumu etkileyecek şekilde yukarıda izah etmeye çalıştığımız cinsten bir değişimi/arayışı olmadı. Türlü yanıltma ve kasıtlara rağmen ülke insanının kendi içinde sürekli bir uzlaşma içinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu durum esasen memleket muktedirleri açısından nimettir. Hedefi aynı olmayan, kavramlar arasında boğulmuş toplumun ülkeyi adam etme şansı yoktur. İhtiyacımız olan şey, çok tahammül, bilgelik ve bunları yerli yerinde kullanacak uzlaşmış siyasi erk.

Papa gitti, geride neler bıraktı?

2006-12-07/19:17:00
Ha geldi, gelecek derken Papa XVI. Benedictus, 01 Aralık 2006 Cuma günü nev’i şahsına münhasır haçlı seferini gerçekleştirerek memleketine döndü. Papa, 4 günlük Türkiye gezisinde Ankara, İzmir ve İstanbul’da çeşitli ayinlere katıldı ve temaslarda bulundu.
İleride lazım olur düşüncesiyle ve tarih hafızamızla olan irtibatsızlığımızı dikkate alarak tarihe birkaç not düşerek vazifemizi yapalım istiyoruz.
• Papa, İstanbul’da kaldığı süre boyunca caddeler, sokaklar trafiğe kapatıldı. Güvenliği bahane edilerek bir kısım İstanbul halkı perişan edildi.
• Geziyi 2000 kişilik basın ordusu takip etti. Papa XVI. Benedictus’un İstanbul ziyareti sırasında toplam 9 bin 534 polisin görev yaptı.
• Önceki yazılarımızda vurguladığımız meseleden dolayı korktuğumuz başımıza geldi. Papa, Patrik Bartholomeous’tan ekümenik Patrik olarak söz etti. Fener Rum Patriği 300 milyonluk Rus Ortodokslarına rağmen, bütün Ortodoks dünyanın lideri kabul edildi. Papa, Lozan’a ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına muhalefet ederek sınırı aştı. Zira Türkiye, bilindiği gibi patrikhanenin ekümenikliğini dolayısıyla da Patrik’in ekümenik oluşunu reddetmektedir. Papa, davet edildiği Türkiye topraklarında büyük bir cüretle yasalarımızı çiğnedi. İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret eden Papa, “Şükran Ayini” sonrasında yaptığı konuşmasında ve Aya Yorgi ayinlerinde Bartholomeos’a “ekümenik” diye hitap etti. Yayınladıkları ortak deklerasyonda da aynı hitap kullanıldı. Deklerasyon, Almanca, Arapça, İngilizce, Fransızca, Yunanca, İspanyolca ve Rusça yayınlandı. Patrik’in resmi dili Türkçe yoktu.
• Ziyaretin tarihi bir hadise olduğunu söylemiştik. 1054 yılından 2006’ya tam 1000 yıllık buluşma gerçekleşti. Dargınlar barıştı.
• Papa hızını alamayarak, Ermeni Kilisesinin lideri Mesrop II ve Süryanilerle görüştü. Papa’nın kurmayı hedeflediği Katolik-Ortodoks Hıristiyan birliği artık rahatça Deyruzzaferan manastırından Erivan’a kadar uzanacaktır. O zaman Katolik-Ortodoks- Süryani-Ermeni ittifakı geniş coğrafyaların bir başka açıdan uyanışı olacaktır.
• Partik’in, Papa’nın onuruna verdiği yemeğe Cem Uzan ve ailesi VİP davetli olarak katıldı. İlginç mi dediniz?
• Dini zannedilen ziyaret, niyete uygun şekilde tamamen siyasi olarak tezahür etti.
• 30 Kasım günü Aziz Andreas Yortusu ile, Patrikhanenin Havari Andreas tarafından kurulduğu, dolayısıyla buranın Apostolik mahiyet taşıdığı tescillenmiş oldu. Ne alaka ise!
• İstanbul buluşmaları, Hıristiyanlar açısından tam bir kiliseler arası diyalog görüntüsüne sahne oldu. Diyanet İşleri Başkanı ve İstanbul Müftüsünün, Papa’yı karşılama ve bazı gezilerine iştiraki, dinler arası diyalog olmadığı gibi, bazı siyasilerin de Papa’ya eşlik etmiş olmaları, medeniyetler arası diyalog anlamına gelmedi. Misafire hörmet diyelim.
• Fener Rum Patriği Bartholomeous, “ekümenik” sıfatıyla Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ne konuşmacı olarak davet edildi. 22 Ocak 2007 tarihinde Strasbourg’da bakalım neler olacak?
• Papa, İslam ve Peygamber Efendimiz hakkındaki konuşmasından dolayı özür dilemedi.

Ve bir notla yazımıza nokta koyalım:
Fener Patriği tüm Ortodoks dünyasını temsil etmiyor. Ruslar, Bartholomeos’un ekümenikliğini yani Ortodoks dünyasının lideri olduğu iddiasını kesinlikle reddediyorlar. Bartholomeos’un liderliğini reddeden 300 milyon Ortodoksun dini lideri, halen Moskova’da ikamet eden Rus Ortodoks Patriği II. Alexiey ile ilgili makamlarımızın sıcak temaslar kurmasını ümit ediyoruz. Böyle bir mesele Patrikhaneyi elbette rahatsız edecektir. Yanlış anlaşılmasın mesele tamamen duygusal ve diyaloglara da uygun. Değil mi?






Papa Niçin Geliyor?

2006-11-27
Papa XVI. Benedictus’un Türkiye ziyareti, kesinlikle tarihi bir hadisedir. Öncelikle bunun bilinmesinde fayda var. Ziyaretin tarihi bir hadise oluşunun geri planı hususuna önceki yazımızda değinmiştik.
Bu yazımızda da, Katolik ve Ortodoksların teolojik anlaşmazlık konularını ana başlıklar halinde ortaya koyduktan sonra, yeni bir haçlı ittifakı mı doğuyor sorusunun diğer cevaplarını bulmaya çalışacağız.
“Evrensel” ya da “genel” anlamına gelen Katolik teriminden adını alan kilise, geleneksel Roma kilisesini ifade eder. Bu kilisenin evrensel oluşu, ruhani lideri durumundaki Papa’yı da evrensel hale getirir. 1054 yılındaki nihai bölünme ile, Roma Kilisesi’yle İstanbul (Bizans) Kilisesi birbirini aforoz etmiş, Roma Kilisesi, evrensel birlik iddiasıyla Katolik adını alırken, İstanbul kilisesi antikite konsillerinde (ilk yedi konsil) alınan kararlara bağlı oldukları iddiasıyla Ortodoks (doğru görüş ve inanç demektir) adını almıştır. Kuruluşunu Havari Petrus’a dayandıran Katolik kilisesi, gerek Petrus’un İsa’nın halefi ve vekili olması, gerekse 325 İznik Konsili’nde kabul edilen hiyerarşik sıralamada İstanbul ve diğer kiliselere karşı üstünlüğünün vurgulanmış olmasından dolayı kendisini Hıristiyanlığın en üst kurumu olarak niteler. Katoliklerin dini lideri Papa, İsa’nın vekili ve Petrus’un halefidir. Ortodoksların dini lideri Patrik’tir. Papa, İsa’nın vekili olarak kabul edildiğinden yanılmazdır. Ortodokslar ise Papa’nın Katoliklerce kabul edilen dogmalarını reddederler. Roma kilisesi evrenseldir. Onun dışında kurtuluş yoktur. Ortodoks kilisesi bunu reddeder. En önemli ayrılık meselelerinden biri kabul edilen Filioque (filyök) yani Kutsal Ruh’un nereden çıktığı konusunda Katolikler, Kutsal Ruh’un Baba ve Oğul’dan çıktığını; Ortodokslar ise Oğul yoluyla Baba’dan çıktığını öne sürerler. Katolik kilisesi, 21 evrensel konsili kabul ederken, Ortodoks kilisesi antikite konsillerinden sonrakileri kabul etmez. Katolik haçı, İsa’nın çarmıhındaki! gibi alt kolu uzun iken, Ortodoks haçının kolları birbirine eşittir. Katolikler soldan sağa haç çıkarırken, Ortodokslar sağdan sola haç çıkarırlar. Katoliklerde âyin dili (II. Vatikan Konsiline kadar) Latince iken, Ortodokslarda âyin dili her ülkenin lisanı ile yapılabilir. Katoliklerde ruhban sınıfı evlenemez, bunun dışında kalanlardan evlenenler boşanamaz. Kilisede yapılmayan nikâh geçerli sayılmaz. Boşandıktan sonra evlenme zina sayılır. Ortodokslarda ise papazlar evlenebilirken, keşiş, piskopos ve patrikler evlenemezler. Boşanma şartlara bağlıdır. Bunların dışında diğer bölgesel kiliseler arasında da çok sayıda ihtilaf konusu mevcuttur.
Bu genel malumattan sonra şimdi gelelim asıl meseleye. Papa, neden geliyor? Bülbül Dağı’na türbe ziyaretine mi, yortuya katılmaya mı yoksa küresel barış adına dinler ve medeniyetler arası diyalog çalışmalarını hızlandırmaya mı? Papa’nın, Patrik Bartholomeous ile görüşeceği söz konusu edilmeseydi bu yazıyı yazmak zahmetimiz de olmayacaktı. Oysa Roma Kilisesi, Kalkedon-Kadıköy Konsili ile Evrenselliğini ilan eden Fener patrikhanesinin bu kararını lanetlemiş ve Fener patrikhanesini sıradan bir piskoposluğa indirgemişti. Yakında, önemli evrensel konsillere ve özellikle Katoliklere göre Efes’e bağlı bir piskopos olması gereken Bartholomeous, kendi memleketi Almanya’dan sonra ikinci ziyaretini İstanbul’a yapacak olan Papa ile bir araya geliyor.
Papa’nın İstanbul Kilisesi yani Fener Patrikhanesi ile yukarıda saydığımız teolojik ihtilafın giderilmesine yönelik bir amacı söz konusu olmadığına göre, ziyaretin sebebi tamamen siyasi görünmektedir. En azından şimdilik bu ihtilaf konularının halledilmesine dair bir Vatikan açıklaması veya karşı tarafın girişimi mevcut değildir. Esasen bu husus imkânsız gibi görünse de, küresel egemenlerin aradaki teolojik ihtilafın izalesi için bir çalışma başlatmayacaklarını da kimse garanti edemez.
Kendisini ekümenik ilan eden Patrik Bartholomeous ile Papa’nın görüşmesinin, Patrik’in siyasal konumu ve önemini arttıracağına şüphe yoktur. Üstelik Bartholomeous’un arkasında ABD. ve Avrupa Birliği’nin açık desteği vardır. İstanbul’da Bizans’ın yeniden hortlatılması konusunda AB. Ülkelerinde toplantılar yapıldığı, Bizans enstitülerinin yoğun gayretler içinde olduğu belirtilmektedir.
Gözlerden kaçan bir hususu zikretmekte fayda görüyorum. Papa’nın 30 Kasım günü Aziz Andreas yortusuna katılacağı açıklandı. Özellikle bu günün seçilmesi anlamlıdır. Aziz Andreas, Katolik Hıristiyanlığının ilk Papa’sı kabul edilen Petrus’un kardeşi ve havarilerden biridir. Hıristiyan inancına göre, havarilerin kurdukları kiliselere Apostolik Kilise adı verilir. Apostolik kilisenin bulunduğu yerler, en önemli Hıristiyan merkezlerinden sayılır. Andreas’ın İstanbul’a geldiğine veya burada öldüğüne, yahut burada bir cemaat (kilise) kurduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. 345 yılında İmparator Konstantin’in, Andreas’ın kemiklerini ve emanetlerini, çarmıha gerildiği Patras’tan İstanbul’a getirmek istediği ancak Aziz Regulus tarafından Andreas’ın misyonerlik yaptığı İskoçya’nın Fife sahiline götürülerek burada bir yere gömüldüğü tarzında rivayetler söz konusudur. 30 Kasım’ın anlamı, İstanbul’da cemaat oluşturduğu bilgisi bulunmayan Andreas üzerinden de İstanbul’a yeniden sahip çıkmak, hortlatmayı dini zeminler üzerine dayandırmak ve Fener Patrikhanesinin bu havari tarafından kurulduğuna atıfla Patrikhanenin zeminini sağlamlaştırmak niyetinden başka bir şey değildir. Üstelik Aziz Andreas yortusu havariler döneminden 300 yıl sonra başlatılmıştır.
Bununla birlikte Papa'nın Ayasofya'da dua etmesi, Ayasofya'nın kutsanması anlamına gelecek ve yeni bir Katolik hac mekanı sayılacaktır. Hatırlanacağı üzere 1967 yılında Papa VI. Paul'ün benzer bir girişimi o dönemin yetkililerince engellenmiştir.
Bu görüşme, bütün ihtilaf konularını es geçerek birlikte çalışma zemini oluşturma ihtimalini ortaya çıkmaktadır. Papa’nın ziyareti Bülbül Dağı’nda türbe ziyaretiyle sınırlı kalsaydı buna saygı duyardık. Ancak XVI. Benedictus, önceki Papa'nın uyumlu dini otoritesinin aksine, İslam ve Peygamberimiz hakkındaki zehirli açıklamalarında görüldüğü gibi, siyasi bir kimlik taşımayı yeğlemekte ve Patrik ile görüşmeye gelmektedir. Bu siyasi duruş, Patrik’in de ekümeniklik iddialarını kolaylaştıracak, ekmeğine yağ sürecektir. Zira Papa'nın patrikhaneye uğraması, Patrik'in ekümenik olduğunun tescil edilmesi anlamına gelmektedir.
Netice itibarıyla Türkiye, yeni bir Katolik-Ortodoks kuşatması ile karşılaşma riski ile birlikte AB. tarafından muhtemel tavizler vermeye zorlanacak gibi görünmektedir.
Papa’nın Türkiye’den ayrılmasından sonra daha sağlıklı bir değerlendirme imkânı bulacağız.