Boğazı aslında ilk geçen Tarık b. Ziyad değil, sıradan bir nefer olan Tarif b. Malluk idi. Tarık'tan bir yıl önce yani 710 yılında 400 kişilik bir öncü keşif kolunun başı olarak Endülüs topraklarına göndermişlerdi.
Yaklaşık 50 (670) yılında doğdu. Berberî asıllı Nefzâve veya Zenâte kabilesine mensuptur; Mağrib fetihleri sırasında esir alındığı belirtilir. Hemedan (İran) kökenli olup Kuzey Afrika’ya göç etmiş bir kabileden geldiği veya Arap asıllı olduğuna dair görüşler de vardır. Leys veya Sadîf kabilesine nisbet edilmesi onun bu kabilelerin azatlısı diye kabul edilmesindendir. Tarık kabiliyetiyle Emeviler’in Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr’ın dikkatini çekti. Müslüman olduktan bir süre sonra Mûsâ b. Nusayr tarafından azat edildi ve Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen fetihlerde öncü birliklerin kumandanı sıfatıyla önemli hizmetlerde bulundu. Mûsâ b. Nusayr’ın Tânca’yı (Tangier) fetheden ordularından birinin kumandanı olarak görev aldı. Kont Julianos’un idaresindeki Sebte (Ceuta) şehrinin kuşatılmasında Mûsâ b. Nusayr'ın maiyetindeydi. 89 da (1706) ele geçirilen Tânca şehrine Mûsâ b. Nusayr tarafından tayin edildi ve Endülüs'e gönderilinceye kadar bu görevde Kaktı.
Sebte Kontu Juüanos çeşitli
sebeplerle Vizigot Kralı Rodrigo’ya kızgın olduğundan Müsâ b. Nusayr’a
başvurarak onu Ispanya'nın fethi için teşvik etti. 91 (710) yılında Mûsâ b.
Nusayr tarafından Güney Ispanya'ya gönderilen Tarif b. Mâlik kumandasındaki 500
kişilik birliğin keşif seferinde başarı göstermesi ve bol miktarda ganimetle
geri dönmesi Endülüs’ün fethi Konusunda Müslümanları cesaretlendirdi. Bunun
üzerine Mûsâ b. Nusayr. Târık b. Ziyâd’ı Endülüs'e gidecek birliklerin
kumandanlığına tayin etti. 7000 kişiden oluşan ordunun büyük çoğunluğu
Berberlerden meydana geliyordu.[1]
Boğazın Geçilmesi
Tarık, Julianus’un verdiği dört
gemiyle ordusunu karşıya geçirdi. Bütün orduyu bir defada geçirmek mümkün
olmadığı için karşı kıyıda müstahkem bir yer tespit edip orduyu peyderpey
geçirmeye muvaffak oldu. Bu yerin adı bugün Tarık’a nispetle Cebel-i Tarık diye
anılmaktadır.
İlk geçenler arasında
Julianus’un da bulunduğunu ifade eden tarihçiler, bu nakil işinin hiç bir
zorlukla karşılaşılmadan tamamlandığını belirtirler. Çünkü bu iş için
kullanılan gemiler ticaret gemileri olup yerli halk bu gemilerden inen
insanların yeni tüccarlar olduğunu zannediyordu. Kimse bu gemilerin Endülüs’ün
kaderini değiştirecek kuvvetleri taşıdığını düşünmüyordu. Nihayet gemilerin son
seferinde Tarık da Endülüs’e ayak bastı. Tarık b. Ziyad’ın Endülüs’e geçmesi
ile ilgili İslâm kaynaklarında bir çok rivayet bulunmaktadır. Ancak bu
rivayetlerin gerçekle alâkası olmadığı ve sonradan uydurulduğu açıktır. Zira
bütün büyük hadiseler hakkında bu tip rivayetlere rastlamak mümkündür.
Gemilerin Yakılması Meselesi
el-Hımyerî ve diğer tarihçiler,
Tarık’ın askerlerine yaptığı konuşmada, «Kaçacak yer var mı? Önünüz düşman,
arkanız deniz» dediğini delil göstererek gemilerin yakıldığını ileri
sürmektedirler.
Buna rağmen müslüman ve gayr-ı
müslim pek çok tarihçi, gemilerin yakılmadığı görüşünde birleşmektedirler. Bu
tarihçilere göre, elinde bulunan gemiler merkezle irtibat sağlamak ve
gerektiğinde takviye kuvvetler alabilmek için Tarık açısından hayatî bir önem
taşımaktaydı. Nitekim Tarık, Endülüs’ün fethi sırasında merkezle haberleşmeyi
bu gemilerle yapmış, yardımcı kuvvetler de kendisine bu gemilerle
gönderilmiştir.
Tarık, karşıya geçip de ülkenin
başkentine doğru ilerlemeye başlayınca Rodrich’in büyük bir orduyla üzerine
geldiğini haber almış ve Mûsa’dan yardım istemiştir. O da beş bin asker daha
göndererek onun isteğine cevap vermiştir. Sonradan gelen kuvvetler de mutlaka
aynı gemilerle taşınmıştır. Tarık’ın ordusu bundan sonra on iki bin kişiye
ulaşmıştır. Tarık’ın gemileri yakmadığını teyid eden bir hadise de Mûsa’nm
ordusuyla (Sekiz bin civarında) Afrika’dan Endülüs’e geçmesidir. Bu geçiş
Tarık’ın geçişinden yaklaşık bir sene sonra olmuştur. Mûsa’nm büyük ordusunu
geçirmek için kâfi miktarda yeni gemi yaptırdığını kabul etmek mümkün değildir.
Gerçek olan, Mûsa’nın bir sene zarfında yaptırdığı gemilerin yanında Tarık’ın
geçtiği gemileri de kullanmış olmasıdır.
Tarık’ın konuşmasındaki ilk cümle,
şüphesiz arkalarında denizin olduğunu anlatmaktadır.
Fakat bu ifade sahilde gemilerin
bulunmadığını göstermez. Yani Tarık arkalarında gemilerin bulunmadığını değil,
o gemilerin azlığını ve kolay kolay o gemilere gidilemeyeceğini kastetmiş
olabilir. Çünkü mezkur gemilerin ordunun tamamını bir defada taşıması mümkün
değildir.
Endülüs Kıyısına Varış ve Savaş
Öncesi Hadiseler
Tarık, kendi ismiyle anılacak olan Cebel-i
Tarık'a. 5 Recep 92 (711) pazartesi günü geçti . Ordunun tamamı aynı yerde
toplandıktan sonra, önce üzerinde bulundukları dağın stratejik durumunu tetkik
etti. Sonra kendilerine yapılacak ani bir saldırıya karşı tedbirli olmak için
ordugâhın etrafı tahkim edildi. Bazı tarihçiler, bu tahkimata Arap surları adının
verildiğini belirtiyorlar.
Daha sonra Tarık, başlarında
Abdülmelik b. Ebî Amir’in bulunduğu küçük bir birliği keşif için çevreye
gönderdi. Bu birlik kısa bir zaman sonra el-Cezîretu’l-Hadra (Algeciras)
’nın karşısındaki kaleyi ele geçirdi. Daha sonra asıl ordu gelerek şehir
merkezini hiç bir direnişle karşılaşmadan teslim aldı.
Tarık bundan sonra, daha önce
yaptığı plâna uygun olarak Kurtuba’ya doğru harekete geçti. Önce deniz
sahilinde bir müddet yürüdü. Sonra kuzeye Kurtubay yöneldi. Burada Rodrich’in
kızkardeşinin oğlu Bencio komutasında bir orduyla karşılaştı ve onu kolayca
mağlup etti. Fakat bu dağılan ordu kısa süre sonra toparlanarak müslümanlarla
çarpışmaya başlamıştır. İspanyolların bu düzensiz kuvveti her çatışmada
yeniliyor ve bir miktar askerleri Ölüyordu. Nihayet komutanları Bencio
öldürülünce hepsi dağıldı. Bu savaşlarla manevi güçleri artan müslümanlar,
yarımadanın içlerine doğru yürüyüşlerini sürdürdüler.
İspanyol araştırmacı Saavedra’ya
göre bu ordudan kurtulan Wiliesindo adında bir asker, kaçarak güneyden gelen bu
tehlikenin büyüklüğünü Rodrich’e haber vermeyi başarmıştır.
Bu sırada Rodrich, ordusunun
başında Beşkens (Boscos) ve Pamplona şehirlerine saldıran Franklarla savaşmak
üzere kuzeye doğru hareket etmişti.
Haberci gelip durumu bildirince
hemen güneye dönmeye karar verdi. Bazı Arap tarihçiler, Rodrich’in kuzeye
hareket ederken Tode- mir adlı birisini Toledo’da vekil olarak bıraktığını
zikrederler. Tarık, Endülüs’e çıkınca Todemir, Rodrich’e şu mektubu yazdı: «Ülkemize
gökten mi indiklerini yoksa yerden mi çıktıklarını bilemediğimiz bir kavim
geldi.»
Müslümanların gelişini Rodrich’e
ister Wiliesindo, ister Toledodaki vekili bildirsin her halükârda bu haberin
onda şok tesiri yaptığı kesindir. Öyle ki güneyden gelen bu tehlikeyi bertaraf
etmek için ülkenin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin ileri
gelenlerine bütün kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı. Kısa zamanda
yüz bin (veya daha çok) kişilik bir ordu toplandı. Bazı rivayetler bu ordunun yetmiş
bin kişiden meydana geldiğini bildirirler bazı kaynaklar da kırk binden fazla
olmadığını naklederler. Bir kısım kaynaklar ise bu konuda bir rakam vermezler.
Rodrich, süratle güneye inip büyük bir tehlike olarak gördüğü bu düşman
karşısında eski kralın çocuklarından bile yardım talebinde bulundu ve sahip
oldukları bütün siyasî, askerî ve ekonomik güçleriyle kendisine katılmalarını
istedi. Bu hususta gevşek davranmamaları hususunda dikkatlerini çekerek
müşterek düşman karşısında tek güç oluşturmaları gerektiğini bildirdi. Onlar da
bu isteğe görünüşte de olsa olumlu cevap vererek kuvvetlerini toplayıp kuzeyden
gelmekte olan Rodrich ordusuna katılmak için yola çıktılar. Vitiza’nın iki
oğluna gelince, Rodrich onları gayet iyi karşılayıp birine sağ, diğerine de sol
kanat komutanlığını verdi.
Vitiza’nın oğullarının, babalarının
tahtını ellerinden alan Rod- rich’in ordusuna katılmalarının asıl sebebi,,
ileride de görüleceği gibi, ilk fırsatta idareyi ele geçirmek idi. İlk önce
kazanılacak zaferden asıl payı almayı düşünmüş olmalarına rağmen, savaş
müslümanlarm lehine dönünce tutumlarını değiştirmişler ve Rodrich’e ihanet
etmişlerdir.
Rodrich, ordusuyla Kurtuba’ya
gelip, kendisine katılacak yardımcı kuvvetleri beklemeye başladı. Kurtuba,
Toledo ile el-Cezîretu’l-Had- ra’nın arasında bulunuyordu. Bu yüzden iki ordu
da diğerinin ne yaptığını kolayca öğrenebiliyordu. Tarık, Rodrich’in kendisine
karşı çok büyük bir ordu ile geldiğini haber alınca elindeki kuvvetin
yetmeyeceğini düşünerek Mûsa’ya hemen yardım göndermesi için haber gönderdi.
Musa, mektubu alır almaz beş bin kişilik bir kuvvet daha hazırlayıp Tarık’a
gönderdi.
Bu ikinci kuvvetin Endülüs’e nakli
konusunda muhtelif rivayetler vardır. Bunlardan bir kısmı, yardıma giden
ordunun Mûsa’mn yaptırdığı gemilerle geçtiğini zikrederken, bazı kaynaklar da
Tarık’ın daha önce geçtiği gemiler vasıtasıyla nakledildiklerini
belirtmektedir.
Tarık b. Ziyad’ın emrindeki ordu,
son gelen yardımla on iki bin kişiye ulaşmıştı. Çoğunluğu piyade pek az bir
kısmı ise süvariydi.
Tarık, takviye kuvvetleri gelir
gelmez, kuzeye doğru harekete geçti. Aynı anda Rodrich de-güneye doğru
ilerliyordu. Fakat iki ordunun karşılaşmasından önce Rodrich’e karşı savaşın
kaderini tayin eden bir komplo yapıldı.
Bazı kaynaklar, komplonun devlet erkânı
tarafından yapıldığını naklederken, bir kısmı da Rodrich’in meşru kralın
hakkını gasbetti- ğine inanan halk tarafından yapıldığını, diğer bir kısmı da
sadece eski kralın iki oğlu tarafından yapıldığını öne sürmektedirler.
Komployu halkın yaptığına inanan
tarihçiler, bu konuda şu delili ileri sürüyorlar. Onlara göre kralı tasvip
etmeyen halk genel olarak şöyle düşünüyordu:
«Bu adam, ehil olmadığı
halde kralımızı tahttan indirip onun yerine kendisi geçti. Bizim gibi halktan
birisiydi, idareden hiç anlamazdı, ama başımıza kral oldu. Bu adamın fitne ve
fesadına daha ne kadar sabredeceğiz. Şu dışardan gelen ordu bizden sadece
ganimet ister, buraya yerleşmeyi düşünmez. Nasıl olsa, kısa zaman sonra elde
ettikleri ganimetlerle geri dönüp gidecekler. Öyleyse bunlara yenilelim, onlar
gittikten sonra da Rodrich denilen adamı indirip istediğimiz birini başımıza
geçirelim.»
Komployu eski kralın iki oğlunun
yaptığını öne süren tarihçiler ise bu konuda şunları yazmaktadırlar:
«Vitiza’nın iki oğlu, hezimeti
hazırlayanların başındaydı. Böylece babalarının tahtına yeniden kavuşmak
istiyorlardı. Şöyle ki iki ordu karşılaşınca Vitiza’nın oğulları, Tarık’a haber
göndererek, «Rodrich’in aslında hizmetçileri olduğunu, ama babaları ölünce
tahtı zorla ele geçirdiğini, şimdi bu haklarını geri almak istediklerini
bildirdiler.» Tarık’a gönderdikleri haberde, savaş başlayınca kendilerine eman
vermek şartıyla ordusuna katılacaklarını, buna karşılık olarak da zafere
kavuştuklarında babalarının «Safâyâ’l-Mülûk» denilen toprağını ken-dilerine
vermesini istediler. Tarık da tekliflerini kabul etti.»
Demek ki Rodrich saflarındaki
komplonun ağları böyle örülmüştü. Bunun ilerde göreceğimiz gibi müslümanların
kazanmasında büyük etkisi olmuştur.
Vadi-i Bekka (Lekke) Savaşı
Tarihçilerin değişik görüşler ileri
sürmelerine rağmen, iki ordunun karşılaştığı yerin, Guadalete nehrinin vadisi
olduğu anlaşılmaktadır.
Ahbaru Mecmua adlı eserin yazarı
savaş yerinin el-Buhayra, el-Makkarî ve İbn Haldun ise Bifahsşerîs olduğunu
zikrederken, İbn İzarî ve İbnu’l-Abbar savaşın Şuzûne bölgesinde Vadi-ı
Lekke'de cereyan ettiğini söylemektedirler. İhtilaflı görünen bu konu da,
yanlış anlaşılma söz konusudur. Lekke, İspanyolca Lago kelimesinin
Arapçalaştırılmış veya bozulmuş şeklidir. Mânâsı Buhayra demek-tir.
Savaş Buhayra denilen yer ile deniz sahili arasında cereyan etmiştir.
Kaynakların zikrettiği yer isimleri aynı bölgede oldukları için birbirine çok
yakındır.
İki taraf da savaş vaziyeti aldı.
Komutanlar askerlerine cesaret vermeye çalışıyor, moral kazandırıcı sözler
söylüyorlardı.
Rodrich, müşterek düşman karşısında
tek vücut olarak ülkeyi korumak için bütün eşraf ve ileri geleni bu savaşta
bulunmaya çağırmıştı. Çünkü ülkenin geleceğinin bu savaşa bağlı olduğunu
biliyordu. Öte yandan Tarık da askerlerine heyecanlı konuşmalar yapıyor, zafer
kazanmakla elde edecekleri sevap ve ganimetten bahsediyordu. Endülüs’ün
fethinin bu savaşa bağlı olduğunu ısrarla belirtiyordu.
Savaşın Seyri
İki ordu birbiriyle
karşılaştiğı zaman savaşa başlamak için vakit çok geç olmuştu. Çünkü gecenin
karanlığı başlamak üzereydi. Tarık, ordusuna etraflarındaki her harekete dikkat
etmelerini söyleyerek o gece istirahat etmelerini ve ertesi gün savaşa girmek
için hazırlanmalarını emretti.
Sabah olunca iki ordu da savaş
vaziyeti aldı. Kral Rodrich, tahtına oturdu ve uşaklarına kendisini savaş
yerine götürmelerini emretti. Tacını giydi ve bütün ziynetlerini taktı. İpek
gölgelikler altında bayrak ve sancak ormanını andıran bir kalabalıkla önünde
savaşçıları, silâhları ve bütün mallarıyla müslümanlara doğru ilerledi.
Tarık ise atına binmiş, ordusundaki
herhangi bir süvari gibi harekete geçmişti. Müslümanların süvari sayısı pek
fazla değildi. Ordunun büyük bir kısmı piyadeydi. Zırhlı asker pek azdı,
başlarında beyaz sarık vardı. Silâh olarak Arap yayları, kılıç ve mızrakları
bulunuyordu.
Artık iki orduda da sabır son
haddine varmış karşı taraftan gelecek ilk hücumu beklemeye başlamışlardı.
İlk hücum müslümanlardan geldi.
Böylece İspanya’nın kaderini tayin edecek savaş başlamış oldu (28 Ramazan 92/19
Temmuz 711). Tarık, Rodrich’i önünde o lüks elbise ve ihtişam içinde görünce, «İşte
düşman azgını, benimle birlikte hücum edin!» diye bağırdı ve birlikte hücum
ettiler. Rodrich’in önündeki muhafızlar dağıldı.
Tarihî kaynaklar savaşın seyri
hakkında fazla malumat vermemekle beraber çok çetin bir savaş olduğunu ve
müslümanlarm, bir ölüm kalım savaşı vererek büyük kahramanlıklar
gösterdiklerini kaydetmektedirler.
Her iki taraf da çok kayıp verdi.
Nihayet Rodrich’in ordusunun sol kanadında çözülme baş gösterdi. Daha sonra sağ
kanatta da dağılma başladı. Bununla birlikte merkez direndi ve müslümanlara
karşı şiddetle mukavemet etti. Ancak bu dayanma fazla devam etmedi, hezimete
uğradılar. (2) Kaynaklar bu çetin savaşın bir, üç veya sekiz gün sürdüğünü
kaydetmektedirler.
Savaşın seyri hakkında İbn
îzarî: «Müslümanlar ve Rodrich'in askerleri öyle Şiddetli savaştılar ki,
her iki taraf da bu savaşın kendilerinin sonu olduğunu zannettiler» diyor.
Vakıdî de, Abdulhamid b.
Cafer’den şunları naklediyor: «Endülüs’lü bir adamın Saîd b. Müseyyeb’e
hikâyelerini anlattığını duydum. Şöyle diyordu: Müslümanlar galip gelinceye
kadar kılıçlarını düşman üzerinden kaldırmadılar. Sonra da Kurtuba’ya doğru
yürüdüler.»
Ayrıca İbn İzarî de Vakıdî’den
şunları nakletmektedir: «Güneşin doğuşundan batışına kadar savaştılar.
Mağrib'de ondan daha büyük bir savaş vuku bulmamıştır. Savaşta ölenlerin
kemikleri uzun zaman orada kaldı. Savaşın sekiz gün sürdüğünü iddia eden
er-Razî ise şunları söylemektedir: «Rodrich, Tarık'ın olduğu yere gelince
Lekke vadisinde savaşa tutuştular. O gün Ramazan’ın bitimine iki gün vardı.
Pazar günüydü. Güneşin doğuşundan batışına kadar savaştılar. Sonra Pazartesi
sabah tekrar başladılar. Ve akşama kadar yine savaştılar. Harp ertesi hafta
Pazar gününe kadar sürdü.»
el-Makkarî de şunları
zikretmiştir: «Savaş, iki ordu arasında h. 92’de Ramazan'ın bitimine iki
gün kala Pazar günü başladı ve Şevvalin beşinci günü olan Pazar gününe kadar
sekiz gün devam etti.»
İbnu’l-Abbâr ise savaşın, Lekke
vadisinde h. 92 yılı Ramazân ayının 28’inde Pazar günü başladığını ve
çarpışmaların sekiz gün sonra Şevval ayının beşinci Pazar günü sona erdiğini
nakletmektedir.
Savaşın bitiminde Rodrich’in
etrafında çok az bir kuvvet kalmıştı, Rodrich bu durumda yenileceğini anlayınca
başka bir ordu düzenleyip yeniden mukavemet ümidiyle savaş meydanını
terketmiştir. Müslüman süvariler onu takip etmişlerse de Rodrich ellerinden
kurtulmayı başarmıştır.
İslâm kuvvetleri Rodrich’in bindiği
atı kıymetli taşlarla süslü e- yeriyle birlikte bir bataklığın yakınında
buldular. Giydiği çizmelerden birisi bataklığın çamuru üstünde yüzer halde
bulunduğundan, buradan Rodrich’in kaçarken, bataklığa düşüp boğulduğu anlaşılıyor,
«el- Makkarî Rodrich’in izi kayboldu ve sonunun ne olduğu gizli kaldı» demektedir.
İbn İzarî de şöyle diyor:«Müslümanlar,
Rodrich’i kaçarken ba
taklık bir vadide yetişerek
öldürdüler.»
er-Razî ise bu olayı: «Allah,
Rodrich ve beraberindekileri helâk etti ve Endülüs yolunu müslümanlara açtı.
Rodrich’in âkibeti bilinemedi. Cesedi de bulunamadı. Sadece süslü çizmesi
bulundu. O zaman bazıları «boğuldu», bazıları da «öldürüldü» dediler» şeklinde
nakletmektedirler.
İbnu’l-Abbar da şu şekilde
nakletmektedir: «Rodrich’in izi kayboldu. Nereye düştüğü ve ne yaptığı
bilinmez oldu. Ancak müslümanlar, eğeri yakut ve zebercedle süslü atını
ayakları çamura batmış vaziyette buldular. Bundan onun boğulduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim çizmelerinden birisi de bulunamadı. Doğrusu orada
ölüp ölmediği bilinmemektedir. Diğer taraftan, «Tarık, Rodrich’i görünce
hemen hücum etti ve Rodrich’in önündeki savaşçılar dağıldı. Tarik, ona
yetişerek kılıcını kaldırdı ve kılıcıyla başına vurarak onu öldürdü»
şeklinde bir rivayet de vardır. Fakat bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü
Rodrich’in savaş esnasında öldürülmediğinde ve kaçarak kaybolduğunda ittifak
vardır.
Saavedra ve Levi
Provencal gibi tarihçiler, Rodrich’in öldürülmediğini yeniden kuvvet hazırlamak
için kuzeye çekildiğini ve Mûsa b. Nusayr ile yaptığı ikinci savaşta
öldürüldüğünü nakletmektedirler. Rodrich’in kurtulan askerleri de tabiatıyla
içeriye doğru kaçmışlar, kalelere ve korunması sağlam şehirlere sığınmışlardır.
Savaşın Sonuçları
Her iki tarafın verdiği ölü sayısı
kesin olarak bilinmemektedir. «Dokuz bin müslüman ganimeti paylaştın sözünden
müslümanlarm üç bin şehit verdiğini anlayabiliriz. Çünkü savaştan önce
sayılarının on iki bin kişi olduğunu biliyoruz. Yaşayanlar dokuz bin olduğuna
göre savaşta üç bin kişi ölmüştür. Bununla beraber kesin rakam bilinmemektedir.
Vizigotiar’ın kayıplarının bundan
kat kat fazla olduğu kesindir. Çünkü Arap kaynakları kaçanların çok az olduğunu
zikretmişlerdir. Her ne kadar az kelimesinin ifade ettiği sayıyı takdir etmek
mümkün olmasa ve böyle durumlarda mübalağa yapılırsa da Vizigotlar’ın
kayıplarının müslümanlarm kayıplarından fazla olduğu kesindir.
Müslümanlar, karşı tarafın
karargâhındaki bütün mal, malzeme ve ağırlıkların hepsini ele geçirmiş ve
sonunda bu ganimet dokuz bin müslüman arasında paylaştırılmıştır. Herkese iki
yüz elli dinar düşmüştür. Tarık, savaştan sonra zafer müjdesini Mûsa’ya
bildirerek ülkenin merkezine giden yolun önlerinde açıldığını belirtti.
Müslümanlar, Tarık’ın zaferlerini ve ganimetin bolluğunu işitince her taraftan
fetih hareketine ortak olmak için akın akın Endülüs’e gelmeye başladılar.
Halk, İslâm ordusunun karşısında
korkuya kapılarak çoğu kalelere, şatolara sığındılar. Tarık, komutanlarını
toplayıp Endülüs’ü fethetmek için bir plân hazırlamaya başladı.
bildirerek ülkenin merkezine giden
yolun önlerinde açıldığını belirtti. Müslümanlar, Tarık’ın zaferlerini ve
ganimetin bolluğunu işitince her taraftan fetih hareketine ortak olmak için
akın akın Endülüs’e gelmeye başladılar.
Halk, İslâm ordusunun karşısında
korkuya kapılarak çoğu kalelere, şatolara sığındılar. Tarık, komutanlarını
toplayıp Endülüs’ü fethetmek için bir plân hazırlamaya başladı.[2]