Yolumuzu yarılarken, başımızı kaldırıp baktığımız vakit; uzun saçlı, ağlak, suskun, bir o kadar da; gönlümüz, gözümüz, göğümüz olan kadınlarımız ve analarımız ve çocuklarımız ve boynunu kırmak zorunda kalmış babalarımız… Bu sayı sizlere ithaftır.
Yitirilmiş neyimiz varsa, kulaklarımızda çınlayan o mistik çocukluğumuz, o güzelim sonbahar kestaneleri sobalarda, buralarda arar dururduk bizi tamamlayan ne varsa.
Ne zaman aydınlığı görsek:
-Sabah budur! Der, susardık. Gidilirdi her yere, varılırdı. Bütün savaşların içinden biz sıçradık, kavgalarımız vardı. Korkularımız, gece yarıları intiharları. Sokağın halis büyüklüğünde çocukluğumuz gölgelenirdi. Ezana teslim edilmiş terimiz, kulağımız tetikteydi. O vakit güzeldik, hoş idik. Annelerimiz ekmek pişirirdi, biz öğle vakti uykusunda. O vakit güzeldik, güzeldi dünya da.
İşte ne zaman bir kadın sokak ortasında vuruldu, bir baba alnının terinde boğuldu, bir çocuk oyun çağındayken önce beyaz, sonra kırmızıya boyandı; işte o vakit kanımıza kir ekildi. Kir biçtik dünyam!
Şimdi o vicdan denen soyut güvercinin kanatlarını kim kopardıysa, lütfen yeniden doğursun!
Ya da; annenize sarılın, babaları yere düşürmeyin, çocuklara pencereleri açın.
İyi düşünmeler…
Yuja Dab (Yayın Yönetmeni)
1 Mayıs 2015
0 yorum:
Yorum Gönder