Mürekkebin döküldüğü yerde haritanın x-ray cihazından geçişini izliyorum. Dağ
yok, terasa çıkıp rüzgârın avuçlarımdaki çizgilere değişini ve gidişini
seyrediyorum. Her vakit bayat bir ekmeği, küflü bir portakalı, el değmemiş
hayallerimin kamburuna sürüp yiyorum. İskemle var bir tane son metrekarenin
bitiminde. Onun ayağına sırtımı yaslıyorum, gözlerim kapalı. Buradan güzel
görünen tek şey on kat aşağıdaki eczane. İlaçlar. Hasta olan her insanın
ihtiyacı olan kadar var eczaneler. Kimse sevgilisini alıp bir gün eczanede ilaç
içmeye götürmüyor. Sadece hastalar. Video oyunlarındaki düşen enerji paketleri
gibi; yara aldıkça tükenirsiniz, ölmeye yaklaşırsınız. Enerjileri topladıkça,
yenilenirsiniz ve yaşamak için, yani oyunu devam ettirip bölüm sonu canavarını
yenilgiye uğratmak için bu paketler sizin Tanrınız gibidir.
İskemle, rüzgârın hafif şiddetine dayanamayıp devriliyor.
Altında kalmamak için hızla uzaklaşıyorum. Tam olarak bilmiyorum ama bir
kitapta kendi resmimin altında yazan özelliklerime göre; 0.75 milimetrelik bir
canlıyım. Atalarım bundan milyonlarca yıl önce ortaya çıkmış falan. İşin tuhafı
da ağırlığımın 20 katını kaldırabiliyormuşum. Tam 20 kat. Oysa o kadar insan
zararına maruz kaldım ki, değil 20 kat tamı tamına varlığımın milyonlarca katı
kadar acı çektim.
Haritada muhafaza edilmiş bir bölgenin tırmıklanmış
izleri var. Dağ yok. Hala terastayım ve rüzgâr hızını gittikçe arttırıyor.
İskemle benden garip, neredeyse parçalanacak. Saat 17.30 gün batımı. Eczane
sahibi kepenklerini ağır ağır indiriyor. Kaldırımdan geçen adam bağıra bağıra
bir şarkı söylüyor, herkesin kulağı ona koşuyor. Dinliyorlar. Berbat bir ses. Aygıtlarımı
kapatmak zorunda kalıyorum. Demirden yapılı silindirik bir direk var, sanırım
kolay kolay yıkılmaz. Ona yaslanıyorum. Terasın insanı, çöplüklerini üzerime
fırlatıyor. Terasın köpeği havlıyor. Dağ yok tabii. Enerji arıyorum.
Yunus Baysal (Yuja Dab)
0 yorum:
Yorum Gönder