Türkiye 70’li
yıllarda tam anlamıyla bir kimlik bunalımının çatışmasını yaşadı.
Siyasal örgütlere bağlanmış gençlerin asli sorusuydu, kimlik soruları.
Sağcı
da solcu da vatanı korumak ve halkı ya da milleti kurtarmaktan söz
ediyordu. Vatanı komünistlerden korumak, vatanı emperyalistlerden
kurtarmak...
Ülkücülük, evrensel kurtuluş konusunda yetersiz gelen cevaplarıyla İslamcılığın sorularını hazırlıyordu...
Kürt
genci Müslümanlık ortak paydası yolunda ülkücü bile olurdu. Ülkü
Ocakları’na devam eden pek çok Kürt arkadaşım için Türklük,
Müslümanlıkla aynı giysiymiş gibi görünürdü.
Aynı iftar
sofrasında biraraya gelinir, Tanrı Dağı kadar Türk olunduğu
varsayımından hareketle, Hira Dağı kadar Müslüman olma umuduyla dualar
edilirdi.
Halide Edip’in Dağa Çıkan Kurt’u okunur, o yurdunu korumak üzere dağa çıkan kurdun kimliği üzerine tartışmalar açılırdı.
“Türk”lü
isimlerle, soy isimleriyle bir korunurluk sağlamaya çalışanlar hiç az
değildir Kürtlerin arasında. En güçlü “Türk” vurgusunda dillenir, en
çetin korunma çabaları...
Dağ yolunu tutan Kürt genci, ana-ata ocağında bile barınamaz olduğu için de o tuzaklarla dolu yola sapmıştır.
Kendi
ocağımızın çocuğu olduğunu söylüyorsak, onu dağdan inmeye razı etmenin
çarelerine elbette kafa yoracağız, zihnî ve fizikî konforumuzun
bozulmasına bakmadan. Onu kaybetmeyi değil, kazanmayı istemiyor muyuz?..
Bir evin eşiğinden sokağa adımını atar atmaz Kürt gibi
görünmemeyi, Kürt kökenli olarak işaret edilmemeyi sağlamak için
sürdürülen çabaları nereye kadar tahmin edebiliriz?.. Kimliği kökenle
mühürleyen zihniyetin talep edeceği bedelleri ödemeye kim, ne kadar
hazır olabilir?.. Evde konuşulan dışarı taşırılmamalı! Çocuğu bu ikili
terbiye yüzünden bir çatışma yaşamasın diye, duygularını ve
düşüncelerini ev ortamında dahi dile getirmekten sakınan ebeveynler hiç
az değildir.
Anılmaktan kaçınılan ismin yerini tuhaf, horgörü
dolu yakıştırmalar, modern sayılan maskelerle geçerlilik kazanmış
hurafeler, hegemonik ilişkilere özgü seslenmeler alır.
Televizyon
spikeri bir arkadaşım, İstanbul’da geçen çocukluğu ve gençliği boyunca
yıllarca Kürt olduğunu gizlediğini söylemişti. Kürt olmanın artık
telaffuz edilebilir olduğu bir dönemde, çalıştığı işyerinde bir
cesaretle açıklar, kökenini. En yakın iş arkadaşı saydığı kişi omzunu
sıvazlayarak, “Üzülme, sen de insansın” der.
Elbet Alevilik de gizlenirdi ve “Kürt/Alevi” olmak, daha ziyade gizleme çabası gerektiren bir kimliğin isimleriydi.
90’lı
yılların başları... “Osmanlı” bir hanımefendi ile Kürt meselesi üzerine
konuşuyoruz. “Akıllı olsalardı, kıymetlerini bilirdik” dedi. Bir
“efendi”, bir vasi yaklaşımı...
Keşke, Kürt genci dağlara
çekilmeden duyulsaydı, kurtuluş kelimeleriyle örülmüş siyasal hiziplerin
ardındaki imdat çığlığı... Binlerce kayıp verilmeden...
Turgut
Özal onları dağlardan indirme düşüncesini gerçekleştiremedi. Hapis
damlarında yaşatılan işkencelerin getirdiği sonuç ise pek çok Kürt genci
için benzerdi: Dağa çıkmak bir kurtuluş olabilir.
Kim bilir ne
kadar çok Kürt genci kendini bir açmaz içinde bularak çaresizce dağ
yollarına vurdu! Ve ne çok anneye karanlık geceler canhıraş sesler
gönderdi, dağlardan doğru...
Bunun en üzücü sonuçlarından birini Taraf gazetesinde okuyorsunuz günlerdir: Şehit askerlerin ailelerinin gözyaşları yıllar geçse de dinmek bilmiyor.
Bu
şartlar altında Kürt açılımının Türklüğün zararına bir girişim olarak
değerlendirilmesini ne kadar sorgulasak az... Türk olmaya bir anlam
biçiyorsan, Kürt olana daha kararlı bir empatiyle yaklaşabilirsin.
Türkçe konuşmanın inceliklerinden söz ediyorsan, dili yasaklı Kürtlerin
nasıl bir psikoloji geliştirdiklerinden de haberdar olmalısın. Annenin
Türkçe ninnileri kulaklarından eksik olmuyorsa, Kürtçe yazmayı ve
konuşmayı isteyen gençlerin içindeki ukdeyi anlayabilmelisin.
Kürt açılımı da işte bu şekilde bir anlama, bir empati programı halinde geliştirilmeli.
Henüz
içeriği belirsiz bir açılım, tartışmalara konu olan. İyi niyetli
yaklaşanlar arasında bile, “Bu paket bir program, bakalım arkasından ne
gelir” şeklinde şüpheli sözler telaffuz ediliyor. Böylesine süratli ve
kapsamlı bir hamlenin Türkiye’nin kendi dinamiklerince
gerçekleştirilemeyeceği kanısı, açılıma yönelik güvensiz bakışın bir
parçası.
Daha fazla kan akmasın diye bir çözüm sunamayanlar,
çözümü çözümsüzlükte ya da komplo teorileri sarmalının gösterdiği vakit
kaybında aramaya devam etmek istiyorlar. Hata payı ihtimal dâhilinde de
olsa, başlatılan süreç, sevaba, iyiliğe dönüktür. Şiddeti tırmandıracak
şekilde sürdürülen politikalar, kimliklere özgü duyarlılıkları
keskinleştirdi. Ortak bağlar ve değerlerin hatırlanmasına, yapıcı
seslerin yükselmesine ihtiyaç duyulacak bir süreç bu.
İşte
Ramazan geliyor: İnsanlar Müslümanlık kimliğiyle, kardeşlik duygularıyla
aynı iftar sofrası başında biraraya gelecek. Yeni bir başlangıç için
kıymeti bilinmesi gereken saatler sunacak oruç günleri.
Kürt
açılımının içeriği belirsiz; fakat bir açılımın söz konusu olması bile,
barıştan yana olan herkes gibi beni de umutlandırıyor.
Cihan Aktaş
http://www.haberkalesi.com/?mxz=YaziD&hid=16
0 yorum:
Yorum Gönder