Yrd. Doç. Dr.
Muammer Ulutürk
Hayatı
Tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve
devlet adamı olan İbn Haldun, 27 Mayıs 1332’de Tunus’ta doğdu. Aslen
Yemen-Hadramut’lu oluşu sebebiyle Hadramî, Tunus’ta doğmuş olduğu için Tunûsî,
hayatının önemli bir kısmını Kuzey Afrika’da geçirdiği için Mağribî nispetleriyle
anılmıştır. Endülüs’ün fethinden sonra bugünkü Sevilla (İşbiliye) şehrine
yerleşen saygın bir aileye mensuptur. Dedesi haciplik yapmış, babası siyasete
girmemiş, kendisi ise sürekli ilimle meşgul olmuştur.
Başta babası Muhammed olmak üzere, el-Hasâyirî,
ez-Zerzâlî, Ahmed b. Kassâr, el-Vâdiâşî gibi ilim adamlarından Arap dili ve
edebiyatı; Muhammed b. El-Kasîr, el-Ceyyânî gibi üstatlardan fıkıh tahsil etti.
Tunus’ta el-Hadramî, es-Sattî, el-Zavavî gibi âlimlerden faydalandı. Yetiştiği
siyasi ve sosyal ortam İbn Haldun’un ilmi kişiliğinin oluşması bakımından büyük
önem taşır. Gençlik yıllarında Mısır’dan Fas’a kadar bütün Kuzey Afrika ve
Endülüs’te birbirleriyle mücadele eden devletlerin taht kavgalarına ve işgallerine
tanık oldu. 1348’deki veba salgınında anne ve babasını ve hocalarından bazısını
kaybetti. Hafsîler’in Tunus’u yeniden ele geçirmelerinden sonra Sultan Ebu
İshak’ın “alâmet katipliği” görevine getirildi. Merinî Sultanı Ebu İnân’ın
daveti üzerine dönemin başkenti Fas’a gitti ve burada sultanın ilim meclisini
oluşturan âlimler arasında yerini aldı. Bu sırada Fas’taki kütüphanelerde
çalışmalar yaptı. Bulunduğu memuriyeti küçük görerek Ebu İnân aleyhine bir
komploya katıldığı anlaşılınca iki yıl hapiste tutuldu. Sultanın ölümünden
sonra taht kavgaları başladı ve bir ayaklanmaya başa geçen Ebu İnân’ın kardeşi
Ebu Sâlim’e verdiği destekten dolayı İbn Haldun’un itibarı arttı. Sır kâtipliği
ve hâkimlik görevlerinde bulundu. Her iktidar değişikliğinde görevde kalmayı
başaran İbn Haldun, 1362 kışında Granada’ya (Gırnata) gitti. 1361-1375 yılları
arasında ardı ardına gelen ayaklanmalar ve siyasi karışıklıklarda farklı devlet
adamları tarafından görevlendirildi veya görevlerinden uzaklaştırıldı. 1375
yılında Ben-i Ârif kabilesi arasında kalarak el-İber adlı tarihini yazmaya
başladı. Bu eserin birinci kitabını oluşturan Mukaddime’yi iki yıl sonra
tamamladı. 1382 Aralık ayında Kahire’ye ulaşan İbn Haldun, Memlük Sultanı
Berkuk’un sultanlığının başlarında Ezher Camii’nde ders vermeye başladı, burada
büyük ilgi gördü. Kamhiye Medresesinde müderris sıfatıyla verdiği derslerde birçok
ilim ve devlet adamı hazır bulunuyordu. Berkuk döneminde Kadılkudat görevine
getirilen İbn Haldun, çıkarları zedelenenlerin baskısıyla görevinden alındı ve
müderrisliğe döndü. Timur’un Kahire’yi zabtı sırasında onunla görüşmeler yaptı
ve ona övgüler düzdü. Mısır’da iken el-İber’i genel bir tarih kitabı haline
getirdi, Mukaddime’ye ilaveler yaptı. 1401-1406 yılları arasında dört defa
kadılık görevine getirildi. Bu görevde iken 17 Mart 1406’da vefat etti.
Kabrinin yeri tam olarak bilinememektedir. Hayatının ilk 20 yılını Tunus’ta, 26
yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te, 4 yılını yine Tunus’ta, son 24 yılını da
Kahire’de geçiren İbn Haldun, iyi bir eğitim almış, bazen sultanlar ve emirler
kadar etkili işler yapmış, iktidar değişikliklerinde aktif roller üstlenmiş
ancak siyasi hırslardan kendini kurtaramamıştır. Denilebilir ki, çağdaşı birçok
ilim adamının kendisi hakkındaki kanaatlerinin farklı oluşu bu özelliğinden ileri
gelmiştir. İbn Haldun, Lübabü’l-Muhtasar fi usûli’d-din, Şifaü’s-sâil
li-tezhibi’l-mesail ve içinde Mukaddime’nin de yer aldığı Kitabu’l-İber adında
önemli eserler kaleme almıştır (Uludağ, 1999).
İlmi
Yönü ve Görüşleri
Genel kabule göre teşekkül devri dışta
bırakılırsa İslam düşüncesi VII-XIII. asırda güçlü temsilcilerini bulmuş ve en
üst seviyede sözünü söylemiştir. Tasavvuf düşüncesinde zirve kabul edilen İbn
Arabi (öl. 1240), kelam mektebinin son güçlü temsilcisi Fahruddin Razi (öl.
1209) ve Selefiye hareketinin en üst temsilcisi İbn Teymiye’den (öl. 1328)
sonra gelen İbn Haldun böyle bir kültür birikimini en iyi şekilde değerlendiren
ve el attığı sahalarda kendine has eserler ve etkiler bırakan önemli kişilerden
biridir. Döneminde İslami ilimlerde yoğun bir taklit ve nakil işiyle
uğraşanlara nispetle İbn Haldun, tenkitçi bir yol izlemeyi seçerek farkını
ortaya koymuştur. Mukaddime’sinde naslardan çıkmamış, bazı ayetleri açıklarken
kişisel görüşlerini serbestçe yazmıştır. Sosyolojideki şöhreti ağır basan İbn
Haldun hadis ilmindeki yeteneğine rağmen hadis alimi olarak görünmez ancak
Kahire’de Surgatmışiye Medresesinde hadis hocalığına tayin edilmiştir. Metin ve
senedinde sıhhatinde şüphe gördüğü rivayetleri tenkit etmiştir. Söz gelimi
tıbb-ı nebevî hadislerinin tümünü, ibtidai “Arap örfünün tedavi usulleridir,
şeriatla ilgili değildir” diyerek bağlayıcı vasfının bulunmadığını öne sürerek
modern bir hadis usulü ortaya koymuştur. Bir Maliki kadısı olarak İslam hukuku,
miras, fıkıh usulü, adalet konularında veciz tespitlerde bulunmuştur. İbn
Haldun, kelam ilminde sonrakilerin açıklamalarını; ibarelere, metinlere ve
lafızlara tapma adını vererek bu ilmin bunun ötesinde olduğunu savunmuştur.
Felsefenin batıl olduğuna inananmış ve İbn Teymiye kadar sert olmasa da felsefeye
bulaşan kelam ilmine de, tasavvufa da karşı durmuştur. Aristo, İbn Sina, İbn
Rüşd ve bunların takipçilerini reddederek görüşlerinin asılsız olduğunu
belirtmiştir. Onun tasavvufi bir hayat yaşadığına, bir tarikata girdiğine dair
bir vesika bulunmamakla birlikte, Mukaddime’nin muhtelif yerlerinde tasavvuftan
bahsetmiştir. Amel, ibadet ve ahlaktan ibaret olduğuna inandığı tasavvuf, gayb
alemini müşahede etmek, his perdelerini aralamak değildir. Dil ve edebiyatta iyi
bir eğitim aldığı anlaşılan İbn Haldun, dil, kabile lehçeleri, lügat vs
konularında uzmandır. Külfetli söz sanatlarına aşina gelenekçi, taklitçi
yazarların aksine kendine has kolay anlaşılır, açık bir üslup geliştirmiştir. Umran,
ilm-i umran, beşeri-ictimai hadarilik, bedevilik gibi ıstılahları ilim
dünyasına kazandırmıştır. Beşeri coğrafya üzerinde duran İbn Haldun, coğrafi
şartların, yeme içme alışkanlıklarının insanın fizik ve diğer özelliklerini
etkilediğine, matematiğin doğru kıyas ve çıkarımlar yapmaya yarayan bir ilim
olduğuna, pedagojik bir süreç olarak ilmin çeşitli yaş gruplarına göre tahsil
edilmesinin gerekli bulunduğuna dair görüşler ileri sürmüştür ki bütün bunlar
modern zamanlarda bile inceleme konusu olmaya devam etmektedir. İbn Haldun kendi
hal tercümesini ve hayat hikayesini yazan ilk müellif olarak da dikkati
çekmektedir. Bu durum tarih sahasına yeni bir alt bilim dalı açmak anlamına
gelmektedir. “Et-Tarif b’İbn Haldun ve rihletuhu” adlı hatırat eseri bu türde
eser kaleme alanlara örnek teşkil etmiştir. O aynı zamanda çok sayıda manzum
eserlere imza atmış bir şairdi de.
Eski zamanlarda olayı tespit edip
yazmaktan ibaret görerek mübalağalı destanlara dönüştüren tarihçilere karşı İbn
Haldun, bu anlayışı yıkmış olayların sebep ve sonuçlarını muhakeme ile
değerlendiren yeni bir çığır açmıştır. Onun bu yaklaşım tarzı tarih
felsefesinin de önünü açmıştır. Tarihi kaynakları tenkit ve olaylar arasındaki
münasebetler zincirini tespit eden bu yöntem birçok araştırmacıya kılavuz
olmuştur. O, tarih bilimini, “yolu kutsal, faydası çok, gayesi şerefli bir
ilim” olarak tanımlar. Tarihsel rivayetlerin sıhhati konusunda yeterli
araştırma yapılmamasını, olayların sebepleri üzerinde yeterince düşünülmemesini
bu eksiklikler arasında zikreder. Rivayetleri tenkitçi bir gözle ele alan
tarihçinin nakledilenleri kabul ve red konusunda ölçüsünün kendisi olması ona
göre tarih yazıcılığının en önemli ilkesidir. Ona göre, tarihçilerin mensubiyet
kaygısı ile sabit bir görüşe bağlı olmaları yüzünden haberin doğruluğuna
bakmadan nakletmeleri büyük hatalardandır. Bu hata, umrandaki ahvalin tabiatını
bilmemelerinden kaynaklanır (Görgün).
Felsefe tarihinde ilk kez İbn Haldun’la
birlikte tarih felsefî bir disiplin olarak ele alınmış ve bilimsel temelleri
araştırılmaya başlanmıştır. O, tarihsel olguları ve bunların toplumsal yaşam
alanındaki tezahürlerini, toplumun doğuşu, gelişmesi ve çöküşlerini ve bunların
nedenlerini olgusal bir yöntemle ilk kez inceleyip ortaya koyan kişidir.
Böylece kendisinin de farkında olduğu ve belirttiği üzere yeni bir bilim
dalının kurucusu olarak kabul edilir. Bu anlamda İbn Haldun, kurmuş olduğu bu
yeni bilim dalının yöntemini, temel kavram ve problemlerini, bölümlerini ve bu
bölümlerde işlenen konuları belirler. Bu yeni bilim dalının konusu insanın
toplumsal hayatıdır; malzemesi ise tarihsel ve gözlemlenebilir toplumsal
olgulardır (Yıldız, 2010).
Onun asıl başarısı toplumsal olayların
tahlili konusunda ortaya koydukları olmuştur. Mukaddime’nin temel konularını
oluşturan geniş muhteva içinde sosyolojinin metodolojisi, toplum-insan-çevre
ilişkisi, toplum tipleri, demografik yapı, din, aile, ahlak, hukuk, siyaset,
ekonomi, sanayi, devlet, ilim ve sanat gibi başlıklar yer almaktadır.
Mukaddime’nin temel kavramlarını ise asabiyet, bedevilik-hadarilik, umran ve
iktisat oluşturmaktadır. (bkz. Uludağ, 2011).
İbn Haldun, toplumsal olgu ve olayları
aydınlatmaya yönelik kendisinden önceki düşünürlerden farklı bir yöntem ortaya
koyması, toplumun ve devletin doğal bir kökeni olduğu ve doğal bir tarihsel
gelişim süreci geçirdiğini ileri sürmesi, bu tarihsel gelişim sürecinin
betimlemesini yaparak bir devlet kuramı ortaya koyması bakımından düşünce
tarihinde önemli bir yere sahiptir (Yıldız, 2010). Onun düşünce sisteminin
merkezini, ilk defa temellendirdiği “umran ilmi” oluşturur. Umran ilminin
amacı, insanları taklitten kurtarıp daha önce olmuş bitmiş olanla daha sonra
olacak olanın anlaşılması konusunda bir bakış açısı kazandırmaktır. İbn
Haldun’u öne çıkaran hususlardan biri, tarihte olayları sebep sonuç ilişkisi
içerisinde ele almak gerektiğine dayalı metodolojiye yaptığı vurguda değil, o
güne kadar fark edilmeyen tarihi-toplumsal varlık alanını keşfetmiş olmasıdır.
İnsanın toplumsal bir varlık oluşu onun düşüncesinin hareket noktasını teşkil
eder. İnsan ancak bir toplumun içerisinde ve toplumsal olarak var olur. Yetişme
döneminde aldığı felsefe ve mantık eğitimi ona tarih yazıcılığı alanında
tenkidi bir tavır ortaya koyma imkanı sağlamıştır.
İbn Haldun, orijinal bir filozof
olmasına rağmen son asırlarda batıda yetişen önemli ilim adamlarıyla mukayese
edilmiştir. Tarih ve siyaset biliminde Nicolo Machiavelli (1469-1512) ile
mukayese edilen İbn Haldun, amaca varmak için her yolu mübah sayan Machiavelli
gibi aşırı değilse de, siyasi ve toplumsal kanunların gerçekleşmesi için her
türlü tedbire müracaat edilmesi gerektiğini savunur. Coğrafi şartların insan ve
toplum üzerindeki etkilerinin incelenmesi bakımından Montesguieu (1669-1755);
tarihi gelişimin devamlılığı, felsefi inkişafın medeni gelişmelere bağlı oluşu
konularında Vico (1668-1744); nüfus artışı ve kültürel faaliyetlerin
yoğunlaştığı dönemlerde çevrenin insanı bozduğu ve şehir dışında yaşanması
gerektiği görüşleri bakımından J.J. Rousseau (1712-1778); galip ve hakim
toplumların, gelişmemiş toplumlarca taklit edilmesi görüşü sebebiyle Gabriel de
Tarde (1843-1904); toplumsal olayların bir metod kullanılarak incelenmesi
zaruretine inanan görüşü ile Auguste Comte (1798-1857); üretilen mal ve
hizmetlerin değerinin, insan emeğinin değerine eşit olduğunu söylemesi
sebebiyle Karl Marx’a (1818-1883) benzetilmiştir.
Eserleri
1.Kitâbu’l-İber:
Bir tarih kitabı niteliğinde olan ve İbn Haldûn’un ismini ölümsüzleştiren bu
görkemli eser, 7 ciltten ibarettir ve 3 bölüme ayrılmıştır:
Birinci bölüm: Önsöz ve girişten oluşan
bu bölüm zamanla Mukaddime adını almıştır ve aynı zamanda eserin 1. cildidir.
İkinci bölüm: Eserin 2. 3. 4. ve 5.
ciltlerini içeren bu bölümde Arap tarihi yanında Suriye, Fars, Yahudi, Eski
Mısırlı, Yemen, Roma, Türk, Franklılar gibi milletlerin tarihi anlatılmaktadır.
Ayrıca Emevî ve Abbasî gibi Müslüman hanedanlıkların tarihine de yer
verilmektedir.
Üçüncü bölüm: 6. ve 7. ciltlerden oluşan
bu bölümde ise Berberilerin ve Kuzey Afrika’daki Müslüman hanedanların tarihi
anlatılmaktadır.
Mukaddime;
İbn Haldun kendi ifadesiyle bu eseri
hakkında şunları söylemektedir:
“Eseri
bir mukaddime ve üç kitap olarak tertip ettim. Mukaddime; tarih ilminin
fazileti, tarihte takip edilen usullerin tahkiki ve tarihçilerin hata ettikleri
noktalara temas edilmesi hakkındadır. Birinci Kitap; umran ve mülk,
hükümdarlık, kazanç, geçinme, sanatlar, ilimler, bunların illetleri ve
sebepleri türünden olmak üzere umrana ârız olan “avârız-ı zâtiye” hakkındadır.
İkinci Kitap; yaratılıştan bu yana günümüze gelinceye kadar Araplar, onların
nesilleri ve devletleri ile ilgili haber, tarihi ve rivayetler hakkındadır. Bu
bölümde nebat, Süryaniler, Fars, İsrailoğulları, Kıbt, Yunan, Rum, Türk ve Frenkler
gibi Araplarla çağdaş olan meşhur milletlere ve devletlerine de işaret
edilmiştir. Üçüncü Kitap; Berberlere ve onların mevalisi olan Zenâte
kabilesine, bunların başlangıçtaki durumlarının ve nesillerinin anlatılmasına,
bilhassa Mağrip diyarındaki mülk ve devletlerine dairdir.”
Mukaddime, Arap dünyasında etki
yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkilemiştir. İbn Kemal,
Hezarfen Hüseyin, Müneccimbaşı Ahmed Dede, Katip Çelebi, Mustafa Naima Efendi
ve Ahmet Cevdet Paşa gibi Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devletinin yükseliş ve
çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etmiştir. 19. yüzyıldan itibaren
ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedilmiş ve eserleri büyük takdir
görmüştür.
2. Lubâb’ul-Muhassal:
Fahrettin
Râzi’nin kelam ile ilgili el-Muhassal isimli kitabının özetlenmiş bir şekli
olup dört bölümden oluşur. İbn Haldûn’un 19 yaşında yazmış olduğu bu ilk eseri
İspanyolca’ya da çevrilmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İbn Haldun’un yazdığı ilk
kitabıdır.
3. Şifâu’s-Sâil
li-Tehzîbi’l-Mesâil: Şifâu’s-Sâil diye anılan bu kitabı tasavvufa dairdir
ve Mukaddime’den önce 1372 ile 1374 yılları arasında yazmış olduğu kabul
edilir. Eser, Muhammed Tavit et-Tanci tarafından 1358’de yayınlanmış, Süleyman
Uludağ tarafından da 1977’de Türkçeye çevrilmiştir.
4.Et-Târif
bi İbn Haldun (Et-Tarifu bi-İbni Haldun ve Rıhletehu Garben ve Şarken): İbn
Haldun’un otobiyografisidir. İbn Haldûn, bir günlük niteliği taşıyan otobiyografisini
daha sonra el-İber adlı eserinin yedinci cildine eklemiştir.
5.Kaside-i
Bürde şerhi
6.İbn
Rüşd felsefesi hakkında bir risale
7.Mantığa
dair bir risale (Kitab El Mantık)
8.Hesap
hakkında bir risale (Kitab El Hisab)
9.Merakeş
sultanına yazılan bir risale
10.Şiire
dair bir risale
Kaynakça:
İbn Haldun,
Mukaddime, (Haz. Süleyman ULUDAĞ), Dergah Yayınları, İstanbul, 2011
Mustafa YILDIZ,
FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2010 Güz, sayı: 10, s. 25-55.
Süleyman ULUDAĞ,
“İbn Haldun”, DİA, 19/538-543
Tahsin GÖRGÜN,
“İbn Haldun; görüşleri” DİA, 19/543-555
0 yorum:
Yorum Gönder