30 Haziran 2013

İslam Düşüncesinde İbn Haldun’un Yeri



Yrd. Doç. Dr. Muammer Ulutürk

Hayatı
Tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı olan İbn Haldun, 27 Mayıs 1332’de Tunus’ta doğdu. Aslen Yemen-Hadramut’lu oluşu sebebiyle Hadramî, Tunus’ta doğmuş olduğu için Tunûsî, hayatının önemli bir kısmını Kuzey Afrika’da geçirdiği için Mağribî nispetleriyle anılmıştır. Endülüs’ün fethinden sonra bugünkü Sevilla (İşbiliye) şehrine yerleşen saygın bir aileye mensuptur. Dedesi haciplik yapmış, babası siyasete girmemiş, kendisi ise sürekli ilimle meşgul olmuştur. 

Başta babası Muhammed olmak üzere, el-Hasâyirî, ez-Zerzâlî, Ahmed b. Kassâr, el-Vâdiâşî gibi ilim adamlarından Arap dili ve edebiyatı; Muhammed b. El-Kasîr, el-Ceyyânî gibi üstatlardan fıkıh tahsil etti. Tunus’ta el-Hadramî, es-Sattî, el-Zavavî gibi âlimlerden faydalandı. Yetiştiği siyasi ve sosyal ortam İbn Haldun’un ilmi kişiliğinin oluşması bakımından büyük önem taşır. Gençlik yıllarında Mısır’dan Fas’a kadar bütün Kuzey Afrika ve Endülüs’te birbirleriyle mücadele eden devletlerin taht kavgalarına ve işgallerine tanık oldu. 1348’deki veba salgınında anne ve babasını ve hocalarından bazısını kaybetti. Hafsîler’in Tunus’u yeniden ele geçirmelerinden sonra Sultan Ebu İshak’ın “alâmet katipliği” görevine getirildi. Merinî Sultanı Ebu İnân’ın daveti üzerine dönemin başkenti Fas’a gitti ve burada sultanın ilim meclisini oluşturan âlimler arasında yerini aldı. Bu sırada Fas’taki kütüphanelerde çalışmalar yaptı. Bulunduğu memuriyeti küçük görerek Ebu İnân aleyhine bir komploya katıldığı anlaşılınca iki yıl hapiste tutuldu. Sultanın ölümünden sonra taht kavgaları başladı ve bir ayaklanmaya başa geçen Ebu İnân’ın kardeşi Ebu Sâlim’e verdiği destekten dolayı İbn Haldun’un itibarı arttı. Sır kâtipliği ve hâkimlik görevlerinde bulundu. Her iktidar değişikliğinde görevde kalmayı başaran İbn Haldun, 1362 kışında Granada’ya (Gırnata) gitti. 1361-1375 yılları arasında ardı ardına gelen ayaklanmalar ve siyasi karışıklıklarda farklı devlet adamları tarafından görevlendirildi veya görevlerinden uzaklaştırıldı. 1375 yılında Ben-i Ârif kabilesi arasında kalarak el-İber adlı tarihini yazmaya başladı. Bu eserin birinci kitabını oluşturan Mukaddime’yi iki yıl sonra tamamladı. 1382 Aralık ayında Kahire’ye ulaşan İbn Haldun, Memlük Sultanı Berkuk’un sultanlığının başlarında Ezher Camii’nde ders vermeye başladı, burada büyük ilgi gördü. Kamhiye Medresesinde müderris sıfatıyla verdiği derslerde birçok ilim ve devlet adamı hazır bulunuyordu. Berkuk döneminde Kadılkudat görevine getirilen İbn Haldun, çıkarları zedelenenlerin baskısıyla görevinden alındı ve müderrisliğe döndü. Timur’un Kahire’yi zabtı sırasında onunla görüşmeler yaptı ve ona övgüler düzdü. Mısır’da iken el-İber’i genel bir tarih kitabı haline getirdi, Mukaddime’ye ilaveler yaptı. 1401-1406 yılları arasında dört defa kadılık görevine getirildi. Bu görevde iken 17 Mart 1406’da vefat etti. Kabrinin yeri tam olarak bilinememektedir. Hayatının ilk 20 yılını Tunus’ta, 26 yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te, 4 yılını yine Tunus’ta, son 24 yılını da Kahire’de geçiren İbn Haldun, iyi bir eğitim almış, bazen sultanlar ve emirler kadar etkili işler yapmış, iktidar değişikliklerinde aktif roller üstlenmiş ancak siyasi hırslardan kendini kurtaramamıştır. Denilebilir ki, çağdaşı birçok ilim adamının kendisi hakkındaki kanaatlerinin farklı oluşu bu özelliğinden ileri gelmiştir. İbn Haldun, Lübabü’l-Muhtasar fi usûli’d-din, Şifaü’s-sâil li-tezhibi’l-mesail ve içinde Mukaddime’nin de yer aldığı Kitabu’l-İber adında önemli eserler kaleme almıştır (Uludağ, 1999). 

İlmi Yönü ve Görüşleri
Genel kabule göre teşekkül devri dışta bırakılırsa İslam düşüncesi VII-XIII. asırda güçlü temsilcilerini bulmuş ve en üst seviyede sözünü söylemiştir. Tasavvuf düşüncesinde zirve kabul edilen İbn Arabi (öl. 1240), kelam mektebinin son güçlü temsilcisi Fahruddin Razi (öl. 1209) ve Selefiye hareketinin en üst temsilcisi İbn Teymiye’den (öl. 1328) sonra gelen İbn Haldun böyle bir kültür birikimini en iyi şekilde değerlendiren ve el attığı sahalarda kendine has eserler ve etkiler bırakan önemli kişilerden biridir. Döneminde İslami ilimlerde yoğun bir taklit ve nakil işiyle uğraşanlara nispetle İbn Haldun, tenkitçi bir yol izlemeyi seçerek farkını ortaya koymuştur. Mukaddime’sinde naslardan çıkmamış, bazı ayetleri açıklarken kişisel görüşlerini serbestçe yazmıştır. Sosyolojideki şöhreti ağır basan İbn Haldun hadis ilmindeki yeteneğine rağmen hadis alimi olarak görünmez ancak Kahire’de Surgatmışiye Medresesinde hadis hocalığına tayin edilmiştir. Metin ve senedinde sıhhatinde şüphe gördüğü rivayetleri tenkit etmiştir. Söz gelimi tıbb-ı nebevî hadislerinin tümünü, ibtidai “Arap örfünün tedavi usulleridir, şeriatla ilgili değildir” diyerek bağlayıcı vasfının bulunmadığını öne sürerek modern bir hadis usulü ortaya koymuştur. Bir Maliki kadısı olarak İslam hukuku, miras, fıkıh usulü, adalet konularında veciz tespitlerde bulunmuştur. İbn Haldun, kelam ilminde sonrakilerin açıklamalarını; ibarelere, metinlere ve lafızlara tapma adını vererek bu ilmin bunun ötesinde olduğunu savunmuştur. Felsefenin batıl olduğuna inananmış ve İbn Teymiye kadar sert olmasa da felsefeye bulaşan kelam ilmine de, tasavvufa da karşı durmuştur. Aristo, İbn Sina, İbn Rüşd ve bunların takipçilerini reddederek görüşlerinin asılsız olduğunu belirtmiştir. Onun tasavvufi bir hayat yaşadığına, bir tarikata girdiğine dair bir vesika bulunmamakla birlikte, Mukaddime’nin muhtelif yerlerinde tasavvuftan bahsetmiştir. Amel, ibadet ve ahlaktan ibaret olduğuna inandığı tasavvuf, gayb alemini müşahede etmek, his perdelerini aralamak değildir. Dil ve edebiyatta iyi bir eğitim aldığı anlaşılan İbn Haldun, dil, kabile lehçeleri, lügat vs konularında uzmandır. Külfetli söz sanatlarına aşina gelenekçi, taklitçi yazarların aksine kendine has kolay anlaşılır, açık bir üslup geliştirmiştir. Umran, ilm-i umran, beşeri-ictimai hadarilik, bedevilik gibi ıstılahları ilim dünyasına kazandırmıştır. Beşeri coğrafya üzerinde duran İbn Haldun, coğrafi şartların, yeme içme alışkanlıklarının insanın fizik ve diğer özelliklerini etkilediğine, matematiğin doğru kıyas ve çıkarımlar yapmaya yarayan bir ilim olduğuna, pedagojik bir süreç olarak ilmin çeşitli yaş gruplarına göre tahsil edilmesinin gerekli bulunduğuna dair görüşler ileri sürmüştür ki bütün bunlar modern zamanlarda bile inceleme konusu olmaya devam etmektedir. İbn Haldun kendi hal tercümesini ve hayat hikayesini yazan ilk müellif olarak da dikkati çekmektedir. Bu durum tarih sahasına yeni bir alt bilim dalı açmak anlamına gelmektedir. “Et-Tarif b’İbn Haldun ve rihletuhu” adlı hatırat eseri bu türde eser kaleme alanlara örnek teşkil etmiştir. O aynı zamanda çok sayıda manzum eserlere imza atmış bir şairdi de.
Eski zamanlarda olayı tespit edip yazmaktan ibaret görerek mübalağalı destanlara dönüştüren tarihçilere karşı İbn Haldun, bu anlayışı yıkmış olayların sebep ve sonuçlarını muhakeme ile değerlendiren yeni bir çığır açmıştır. Onun bu yaklaşım tarzı tarih felsefesinin de önünü açmıştır. Tarihi kaynakları tenkit ve olaylar arasındaki münasebetler zincirini tespit eden bu yöntem birçok araştırmacıya kılavuz olmuştur. O, tarih bilimini, “yolu kutsal, faydası çok, gayesi şerefli bir ilim” olarak tanımlar. Tarihsel rivayetlerin sıhhati konusunda yeterli araştırma yapılmamasını, olayların sebepleri üzerinde yeterince düşünülmemesini bu eksiklikler arasında zikreder. Rivayetleri tenkitçi bir gözle ele alan tarihçinin nakledilenleri kabul ve red konusunda ölçüsünün kendisi olması ona göre tarih yazıcılığının en önemli ilkesidir. Ona göre, tarihçilerin mensubiyet kaygısı ile sabit bir görüşe bağlı olmaları yüzünden haberin doğruluğuna bakmadan nakletmeleri büyük hatalardandır. Bu hata, umrandaki ahvalin tabiatını bilmemelerinden kaynaklanır (Görgün).
Felsefe tarihinde ilk kez İbn Haldun’la birlikte tarih felsefî bir disiplin olarak ele alınmış ve bilimsel temelleri araştırılmaya başlanmıştır. O, tarihsel olguları ve bunların toplumsal yaşam alanındaki tezahürlerini, toplumun doğuşu, gelişmesi ve çöküşlerini ve bunların nedenlerini olgusal bir yöntemle ilk kez inceleyip ortaya koyan kişidir. Böylece kendisinin de farkında olduğu ve belirttiği üzere yeni bir bilim dalının kurucusu olarak kabul edilir. Bu anlamda İbn Haldun, kurmuş olduğu bu yeni bilim dalının yöntemini, temel kavram ve problemlerini, bölümlerini ve bu bölümlerde işlenen konuları belirler. Bu yeni bilim dalının konusu insanın toplumsal hayatıdır; malzemesi ise tarihsel ve gözlemlenebilir toplumsal olgulardır (Yıldız, 2010).
Onun asıl başarısı toplumsal olayların tahlili konusunda ortaya koydukları olmuştur. Mukaddime’nin temel konularını oluşturan geniş muhteva içinde sosyolojinin metodolojisi, toplum-insan-çevre ilişkisi, toplum tipleri, demografik yapı, din, aile, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi, sanayi, devlet, ilim ve sanat gibi başlıklar yer almaktadır. Mukaddime’nin temel kavramlarını ise asabiyet, bedevilik-hadarilik, umran ve iktisat oluşturmaktadır. (bkz. Uludağ, 2011).
İbn Haldun, toplumsal olgu ve olayları aydınlatmaya yönelik kendisinden önceki düşünürlerden farklı bir yöntem ortaya koyması, toplumun ve devletin doğal bir kökeni olduğu ve doğal bir tarihsel gelişim süreci geçirdiğini ileri sürmesi, bu tarihsel gelişim sürecinin betimlemesini yaparak bir devlet kuramı ortaya koyması bakımından düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir (Yıldız, 2010). Onun düşünce sisteminin merkezini, ilk defa temellendirdiği “umran ilmi” oluşturur. Umran ilminin amacı, insanları taklitten kurtarıp daha önce olmuş bitmiş olanla daha sonra olacak olanın anlaşılması konusunda bir bakış açısı kazandırmaktır. İbn Haldun’u öne çıkaran hususlardan biri, tarihte olayları sebep sonuç ilişkisi içerisinde ele almak gerektiğine dayalı metodolojiye yaptığı vurguda değil, o güne kadar fark edilmeyen tarihi-toplumsal varlık alanını keşfetmiş olmasıdır. İnsanın toplumsal bir varlık oluşu onun düşüncesinin hareket noktasını teşkil eder. İnsan ancak bir toplumun içerisinde ve toplumsal olarak var olur. Yetişme döneminde aldığı felsefe ve mantık eğitimi ona tarih yazıcılığı alanında tenkidi bir tavır ortaya koyma imkanı sağlamıştır.
İbn Haldun, orijinal bir filozof olmasına rağmen son asırlarda batıda yetişen önemli ilim adamlarıyla mukayese edilmiştir. Tarih ve siyaset biliminde Nicolo Machiavelli (1469-1512) ile mukayese edilen İbn Haldun, amaca varmak için her yolu mübah sayan Machiavelli gibi aşırı değilse de, siyasi ve toplumsal kanunların gerçekleşmesi için her türlü tedbire müracaat edilmesi gerektiğini savunur. Coğrafi şartların insan ve toplum üzerindeki etkilerinin incelenmesi bakımından Montesguieu (1669-1755); tarihi gelişimin devamlılığı, felsefi inkişafın medeni gelişmelere bağlı oluşu konularında Vico (1668-1744); nüfus artışı ve kültürel faaliyetlerin yoğunlaştığı dönemlerde çevrenin insanı bozduğu ve şehir dışında yaşanması gerektiği görüşleri bakımından J.J. Rousseau (1712-1778); galip ve hakim toplumların, gelişmemiş toplumlarca taklit edilmesi görüşü sebebiyle Gabriel de Tarde (1843-1904); toplumsal olayların bir metod kullanılarak incelenmesi zaruretine inanan görüşü ile Auguste Comte (1798-1857); üretilen mal ve hizmetlerin değerinin, insan emeğinin değerine eşit olduğunu söylemesi sebebiyle Karl Marx’a (1818-1883) benzetilmiştir.

Eserleri
1.Kitâbu’l-İber: Bir tarih kitabı niteliğinde olan ve İbn Haldûn’un ismini ölümsüzleştiren bu görkemli eser, 7 ciltten ibarettir ve 3 bölüme ayrılmıştır:
Birinci bölüm: Önsöz ve girişten oluşan bu bölüm zamanla Mukaddime adını almıştır ve aynı zamanda eserin 1. cildidir.
İkinci bölüm: Eserin 2. 3. 4. ve 5. ciltlerini içeren bu bölümde Arap tarihi yanında Suriye, Fars, Yahudi, Eski Mısırlı, Yemen, Roma, Türk, Franklılar gibi milletlerin tarihi anlatılmaktadır. Ayrıca Emevî ve Abbasî gibi Müslüman hanedanlıkların tarihine de yer verilmektedir.
Üçüncü bölüm: 6. ve 7. ciltlerden oluşan bu bölümde ise Berberilerin ve Kuzey Afrika’daki Müslüman hanedanların tarihi anlatılmaktadır.
Mukaddime;
İbn Haldun kendi ifadesiyle bu eseri hakkında şunları söylemektedir:
Eseri bir mukaddime ve üç kitap olarak tertip ettim. Mukaddime; tarih ilminin fazileti, tarihte takip edilen usullerin tahkiki ve tarihçilerin hata ettikleri noktalara temas edilmesi hakkındadır. Birinci Kitap; umran ve mülk, hükümdarlık, kazanç, geçinme, sanatlar, ilimler, bunların illetleri ve sebepleri türünden olmak üzere umrana ârız olan “avârız-ı zâtiye” hakkındadır. İkinci Kitap; yaratılıştan bu yana günümüze gelinceye kadar Araplar, onların nesilleri ve devletleri ile ilgili haber, tarihi ve rivayetler hakkındadır. Bu bölümde nebat, Süryaniler, Fars, İsrailoğulları, Kıbt, Yunan, Rum, Türk ve Frenkler gibi Araplarla çağdaş olan meşhur milletlere ve devletlerine de işaret edilmiştir. Üçüncü Kitap; Berberlere ve onların mevalisi olan Zenâte kabilesine, bunların başlangıçtaki durumlarının ve nesillerinin anlatılmasına, bilhassa Mağrip diyarındaki mülk ve devletlerine dairdir.
Mukaddime, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkilemiştir. İbn Kemal, Hezarfen Hüseyin, Müneccimbaşı Ahmed Dede, Katip Çelebi, Mustafa Naima Efendi ve Ahmet Cevdet Paşa gibi Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devletinin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etmiştir. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedilmiş ve eserleri büyük takdir görmüştür.
2. Lubâb’ul-Muhassal: Fahrettin Râzi’nin kelam ile ilgili el-Muhassal isimli kitabının özetlenmiş bir şekli olup dört bölümden oluşur. İbn Haldûn’un 19 yaşında yazmış olduğu bu ilk eseri İspanyolca’ya da çevrilmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İbn Haldun’un yazdığı ilk kitabıdır.
3. Şifâu’s-Sâil li-Tehzîbi’l-Mesâil: Şifâu’s-Sâil diye anılan bu kitabı tasavvufa dairdir ve Mukaddime’den önce 1372 ile 1374 yılları arasında yazmış olduğu kabul edilir. Eser, Muhammed Tavit et-Tanci tarafından 1358’de yayınlanmış, Süleyman Uludağ tarafından da 1977’de Türkçeye çevrilmiştir.
4.Et-Târif bi İbn Haldun (Et-Tarifu bi-İbni Haldun ve Rıhletehu Garben ve Şarken): İbn Haldun’un otobiyografisidir. İbn Haldûn, bir günlük niteliği taşıyan otobiyografisini daha sonra el-İber adlı eserinin yedinci cildine eklemiştir.
5.Kaside-i Bürde şerhi
6.İbn Rüşd felsefesi hakkında bir risale
7.Mantığa dair bir risale (Kitab El Mantık)
8.Hesap hakkında bir risale (Kitab El Hisab)
9.Merakeş sultanına yazılan bir risale
10.Şiire dair bir risale

Kaynakça:
İbn Haldun, Mukaddime, (Haz. Süleyman ULUDAĞ), Dergah Yayınları, İstanbul, 2011
Mustafa YILDIZ, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2010 Güz, sayı: 10, s. 25-55.
Süleyman ULUDAĞ, “İbn Haldun”, DİA, 19/538-543
Tahsin GÖRGÜN, “İbn Haldun; görüşleri” DİA, 19/543-555

0 yorum: